© Konya Postası 2021

Damladan Deryaya 2

Sevgili Konya Postası okurları! Yıllar öncesinde “ Damladan Deryaya” diye başlamıştık yazı dizimize. O dizinin adını Konya Postasının sahibi Ömer Kara koymuş, aylarca süren diziyi de damlalardan ve deryadan aldığım ilhamla acizane kaleme almıştım. Yıllar sonra, damla olmak bu aciz kula da nasip oldu çok şükür. Bu yazı dizisinin devamını yazmakta

Damladan Derya’ya adlı yazı dizisini bugünden itibaren gazeteniz Konya Postasından takip edebilirsiniz.

Sebepleri yaratan Rabbim, kulu kula sebep eyleyerek, ardına kadar sımsıkı kapalı zannedilen o yolun kapılarını bir anda ardına kadar öyle bir açıyor ki, nutku tutuluyor insanın!

Aşık gönül yurduna sefer eden kişidir, diyor Hz. Mevlana. Aşık kimdir? Aşka meyleden mi? Aşk denen alevlerin içine pervane misali gözü kara bir şekilde atılan mı? Görür görmez vurulan mı? Yanan mı? Kavrulan mı?

Bu kapıda ümitsizlik yok! Çünkü, bu kapı merhamet kapısı! Çünkü,bu kapı dua kapısı!

Çünkü, bu kapı dileklerin, temennilerin biiznillah kabul edileceği kapı. Çünkü, bu kapı boş döndürülmeyenlerin kapısı!

Gönül yurdu neresidir hiç düşündünüz mü?

“ Damladan Deryaya 2” isimli yazı dizimizin birinci bölümünde 2017 yılı Ramazan Umresi yolculuğunu anlatacağız. Umre yolcularının,  gönüllerine düşen aşkla ziyaret etmek için 1400 yılı aşkın bir zamandır heyecanla yollara düştükleri Kabe’yi, Mekke’yi Medine’yi o güzel gönül yurdunu ve umre yolcularının yaşadıklarını sizlerle paylaşacağız.,

DİLİN VE KALEMİN ACİZ OLDUĞU ANLAR!

Her damlanın ayrı bir hikayesi vardır demiştik o yıllarda. Hacca yada umreye giden kardeşlerimizin başlarından geçenleri, mana yüklü duygularını, gözyaşlarıyla anlattığı o anları yazmış ve paylaşmıştım.

O hatıralarını yazdığım kardeşlerimizden bazıları mekanları cennet olsun, aramızdan ayrıldılar. Samimi duygularla neler neler anlatmışlardı. Yazı dizisi yayınlanmaya başladığında, okur kardeşlerimiz, “ Hocam siz kaç kere gittiniz Hacca yada umreye diye sormuşlar, bende,  “dua buyurun bana da nasip olsun inşallah “ diye cevaplamıştım sorulan soruları.

Defalarca niyetlenseniz de, sebepler oluşmadan, olgunlaşmadan, vakit-saat dolmadan olmuyor. Buna en çarpıcı yaklaşım, şehrimiz Konya’da verilir. “Rabbim çağıracak, o çağırmadan olmaz” şeklindedir bu yaklaşım.

Çünkü, yola niyetlenenlerin birçoğu, karşılarına çıkan değişik ve çeşitli engellerle yola düşememişler, gidememişlerdir.

Bazıları içinse, son dakika’da, herşey olup-bitmiş, gönül yolcusu bir anda kendini gidiş yolunda bulmuş, nasıl olduğuna kendiside şaşırıp kalmıştır.

Kalbine o ateş düşen için, gitme vakti eriştiğinde, engeller, nedenler, niçinler, olmazlar, yetmezler, bitmezler, bulunmazlar, aşılmazlar birer birer çözüldüğünde bir çok kimsenin neler oluyor diye inanası gelmemiştir.

Bu yol öyle bir yoldur ki, birbirini hiç tanımayanları, hayatında ilk kez karşılaşanları dost eder, kardeş eder, yoldaş eder, haldaş eder bir anda.

Kaç gün kalırsanız kalın, gönülleriniz ısınır, kendiliğinizden o mana atmosferinin herkesi sarıp sarmaladığı o anlatılmaz yaşanır anı yakalarsınız. 

Sebepleri yaratan Rabbim, kulu kula sebep eyleyerek, ardına kadar sımsıkı kapalı zannedilen o yolun kapılarını bir anda ardına kadar öyle bir açıyor ki, nutku tutuluyor insanın. Dilin ve kalemin aciz olduğu o anlardan biriside böyle bir an diyorsunuz.

Kabe’yi dünya gözüyle görmekten başka bir arzusu olmayan, sadece görsem yeter diyen biri olarak, Mayıs ayının sonunda bir anda oluveren, gelişen ve gerçekleşen Ramazan Umresi imkanına eşimle birlikte icabet ettik ve düştük yola….

GÖNÜL YURDUNA NE GÖTÜREBİLİRSİNİZ?

Herkesin bir yurdu, gurbetlerde özlediği bir memleketi, köyü, kasabası, şehri vardır. Doğduğu yerdir orası, büyüdüğü, arkadaşlar edindiği…Yada sadece doğduğu yerdir. Kundaktayken alıp götürmüştür ailesi, bilmediği şehirlere, köylere, kasabalara.

İnsan o yurdu hep özler durur, hasretini çeker. Dağını, taşını, toprağını anmadan duramaz. Kavuşmaya gün sayar. Ayrılırken içine bir hüzün çöker.

Peki ya gönül yurdu neresidir hiç düşündünüz mü?

Aşık gönül yurduna sefer eden kişidir, diyor Hz. Mevlana.

Aşık kimdir? Aşka meyleden mi? Aşk denen alevlerin içine pervane misali gözü kara bir şekilde atılan mı? Görür görmez vurulan mı? Yanan mı? Kavrulan mı?

Aşık oldum, ben aşığım, seviyorum dedim ya demekle aşık olunamayacağını, aşkın kapısına bile ulaşılamayacağını haber veriyor Aşk denen o yüce duygu.

Aşk, aşığı defalarca sınar aslında. Eğer o gönül aşıksa, aşkında samimiyse, içtense, attığı adımlardan eminse, tarifsiz bir heyecan ve coşku kaplamışsa tüm bedenini, aşk yol verir, o aşığa gönül yurduna doğru.

Aşığın bu yolculuğuna gönül yurduna sefer denmiştir.

Ya sefer nedir?

Sefer; yoldur, yolculuktur.

Seferden murat,  aşığın aşkla, muhabbetle gönül yurduna yaptığı yolculuk olarak anlatılagelmiştir.

Sefer eden için bu iş kolay mı?

Öyle çok kolay değil bu iş, sefer hazırlığı yapmak lazım, yanına azık almak lazım diye ahkam kesenlere, büyük laflar edenlere, gereksiz yere telaşa düşenlere,  güler geçer Aşk.

Gönül yurduna ne götürebilirsiniz?

Gönül yurduna dünya kadar bavulla gidilir mi? Giden olabilir! Orada ne giyeceğim derdine, ne yiyeceğim derdine düşülebilir mi?Düşülebilir!

Lakin, Gönül yurduna götürebileceğiniz, tek bir şey var!

Kalbiniz!

Yani gönül dediğimiz o yalnızca sevgiden ibaret, gönül yurdunun aşkıyla, baştanbaşa sevgi, özlem ve hasret kesilmiş olan kalbiniz!

Çünkü, Gönül yurdunda en geçerli, en makbul olan o!

Gönül yurduna ancak, aşk ile dopdolu bir kalple girebilirsiniz!

O gönül yurdunun sahibi, kalbinizin dışında hiç bir şeye bakmayacağını o kadar çok işaret etti ki…

Ey gönül yurduna çağrılan yolcu!

Ey deryanın bağrına basmak için gel dediği, çağırdığı damlalar!

İşin içine gönül yurdu girmişse, gönül girmiştir, gönül işin içinde olduktan sonra; bırakın merak etmeyi, bırakın endişelenmeyi, bırakın paniklemeyi, bırakın azığınızı,  bırakın azık torbanızı, bırakın yiyeceğinizi,  bırakın giyeceğinizi!

Onun misafiri olduğunuzu, onun tarafından çağrıldığınızı unutmayın yeter!

BOŞ DÖNDÜRÜLMEYENLERİN KAPISI

Damlanın deryaya kavuşması demiştik ya…Damlaya gel denmese, nasıl gidecek, nasıl varacak, nasıl koşacak damla?

Yüreğine o anlatılmaz ateş düştüğünde başlar her şey.

Davet edilenin yüreği hazırlanır evvela.

Bu hazırlanış yıllarca sürdüğü gibi, birkaç gün içinde de gerçekleşebilir. Bütün bu olup-bitenler nasip-kısmet işidir.

Kimi yanmasının karşılığını erkenden görür…

Kiminin pişmesi için zaman vardır.

Kimi pişerek gider…

Kimi o yolda pişer…

Kimi o kapıya vardığında ruhunda ne çiğlik kalır, ne hamlık.

Derya’yı gören, deryadan nasiplenen, deryayı anlatırken hüngür hüngür ağlayan, hislenen, duygulanan damlaların anlattıkları, derya ile buluşamayanları yakmaya başlar.

Bu yakma değişik ve anlatılmaz bir hasretliktir. Hasretlik ateşi anlatılamayan bir ateştir.

Dinlerken, duyulan özlem, dinlerken, birdenbire gözlerden dökülüveren gözyaşları, gözlerin dolu dolu olması nasıl anlatılabilir ki. Bu duyguları yaşayanlar neden sonra, bu yola doğru hazırlandıklarını anlayabilmişlerdir.

Damlanın deryasına kavuşmasına, Aşığın maşuk’una,  Mecnun’un Leyla’sına kavuşması deseler de, yine tam olarak anlatılmış, izah edilmiş olmaz o kavuşma anı.

Ey deryaya doğru uzayıp giden o uzun yoldan deryaya ulaşan yolcu!

Madem ki, deryaya misafirsin, madem ki, derya seni misafir etmek için gel demiş, at kafanda ki cümle olumsuz düşünceleri!

Rüyalarında görmedin mi kaç defa!

Anlatanların anlattıklarıyla aşık olmadın mı deryaya?

Filmlerde görüp, ezberlemedin mi o sahneyi, sonrası keşke bende orada olsaydım, bana da nasip et Yarabbi az mı dedin, az mı yalvardın, az mı ağladın? 

Az mı yol sordun, nasıl gidilir, nerde kalınır diye?

Gitme vakti kesinleştiğinde, nasıl geçti günler, nasıl geldi o hareket saati hadi anlat anlatabilirsen!

Ey Gönül yurduna çağrılan, bilmem kaç yıl önce, şu şunu demiş, şunu yapmış, durum ve ahval böyleymiş şeklinde ne duyduysan unut hepsini!

Bu kapıda sunulan güzellikten başka bir şey değil. Her misafire sunulan güzellikte onun kalbine göre.

Çünkü, bu kapıda ümitsizlik yok!

Çünkü, bu kapı merhamet kapısı!

Çünkü,bu kapı dua kapısı!

Çünkü, bu kapı dileklerin, temennilerin biiznillah kabul edileceği kapı.

Çünkü, bu kapı boş döndürülmeyenlerin kapısı!

Ne diyordu Mevlid yazarı Süleyman Çelebi, “ Bir kez Allah dese aşk ile lisan / Dökülür cümle günah misli hazan” Rabbinin kapısı kadar huşunun yakalanacağı bir başka yer yok bu dünyada. Gelmişsin o kapıya. O huşuyu nerede yakaladın şükret Rabbine. Kaç kere yakaladığın seninle Rabbin arasında…

Kime ne? Kim ne karışır?

Rabbinin kapısına ne için gelmiştin bir düşün!

Bu kapı tövbe kapısı!

Bu kapı yakarışların, yalvarışların ve gözyaşlarının kabul kapısı.

El açanın, bu kapıya hayırlısıyla ulaşanın, geri döndürülmeyeceği kapının tam önündesin.

Bırak kimin ne dediğini!

Kulum ne istersen, benden iste denilen o kapıdasın.

Madem ki, çağrıldığına eminsin, madem ki halin bu hal, endişeye, korkuya, vesveseye, karamsarlığa var mı mahal?

TEŞEKKÜR:  Bu yazı dizisinde verdikleri desteklerden dolayı Arif Çapar Hocama, Umre arkadaşlarımdan Serkan Özkan’a ve Özkan Çetin’e kalbi teşekkürlerimi sunuyorum. (Erol SUNAT)

İlginizi Çekebilir

TÜM HABERLER