Mimar Celaleddin Çelik: Bir medeniyet fikri, benim için hem müzikte hem de mimarlıkta benzer şekilde bir arada bulunuyor
Kültür - SanatMimar ve sanatçı Celaleddin Çelik, Türk mimarlığına ilişkin, "Türk mimarlığı da tıpkı Türklerin hikayesi gibi, Orta Asya'dan Batı'ya doğru harekette çeşitli arayüzler, karşılaşmalar, etkileşimler, alışverişler üzerine bina ediliyor." dedi.
Türk mimarlığının serüvenini, mimarlığın pratik yansımalarını ve mimari sorunlara ilişkin çözüm önerilerini AA muhabirine anlatan Çelik, şehir mimarisinin temel meselesinin deprem olmadığını, sorunun doğru bir şekilde tespit edilmesi, nitelikli ve insani bir çevre oluşturmak gerektiğini dile getirdi.
Birkaç açıdan Türk mimarlığından bahsetmenin mümkün olduğunu dile getiren Çelik, mimarlık tarihi açısından bu unsurların başında, sanat ve kültür üretiminin geldiğini aktardı.
Celaleddin Çelik, sanat tarihi düzleminde İslam coğrafyasının bir bütün olarak ele alınıp, bunun içinde Türk varlığından yeteri kadar söz edilmediğinin altını çizerek, "Sanat, müzik, mimarlık, edebiyatve kitap sanatlarında, kendine has, diğer milletlerin ve kültürlerin üretimlerinden ayrışan ve dolayısıyla özgün bir kimlik sahibi olan Türk mimarlığından bahsetmek mümkündür. Güncel durum açısından da Türk mimarlığının, Türkiye topraklarında üretilen mimarlıkların bir Türk mimarisi oluşturduğunu söyleyebiliriz. Bununla birlikte böylesi sınıflandırmaları keskin bir şekilde yapamayacağımızı da unutmamak gerek." diye konuştu.
Benzeri bir durumun İslam mimarisi kavramında da yaşandığının altını çizen Çelik, şunları kaydetti:
"İslam mimarisinin tanımını nasıl yapacağız? İslam coğrafyasında yapılan mimarlıklar mı yoksa Müslüman bir mimarın oluşturduğu mimarlık mı? Bu unsurlardan her birinin istisnası olabilir. Türk mimarlığı dediğimiz olgunun da geçişleri ya da sınırları çok keskin değildir ancak öz itibarıyla Türklerin medeniyet ifadeleri ile beraber yürüyen bir Türk mimarlığından bahsetmek mümkündür. Devlet yapısı, sanat anlayışı, düşünce dünyası bir üretime yön verdiği zaman, o kimlik, mimaride kendini ortaya koyuyor. Zaten mimarlık, özellikle modern çağ öncesi dönemler için, diğer tüm sanatları da himayesinde barındıran bir çatı sanat pozisyonunda yer alıyor. Bu açıdan Türkler tarafından özgün bir medeniyet ifadesi ortaya konmuşsa bunun da Türk mimarisi olarak yansıması vardır."
Çelik, konuya anakronik bir şekilde bakmamak gerektiğini söyleyerek, "Ulusalcı ya da milliyetçi bir bakışla diğer hiçbir millete benzemeyen, hepsinden ayrışan bir sanat arayışı boşuna olacaktır. Bu, özellikle etkileşimi büyük, geniş alanlar ve zamanlara tesir eden devletlerin ve medeniyetlerin, insanlığın ortak mirasına olan katkılarını toplayarak, benimseyerek ve onu kendine özgü biçimde tekrar ifade ederek ortaya koydukları önemli bir gerçektir. Bu yüzden Türk mimarlığı da tıpkı Türklerin hikayesi gibi, Orta Asya'dan Batı'ya doğru harekette çeşitli arayüzler, karşılaşmalar, etkileşimler, alışverişler üzerine bina ediliyor. Örneğin bir mimari birim olarak, kubbeyi elbette Türkler bulmuyor ama kendine özgü bir kubbe mimarisi de ortaya koyuyor. Özellikle erken Osmanlı dönemi, bütün etkileşimleri, tarihi tecrübeyi rahatlıkla devre aldığını gösterip bir yandan da 'Bunların hepsini, yeni, özgün ve kendimi yansıtan bir şekilde ifade edeceğim.' mesajını veriyor." ifadelerini kullandı.
"Üslup sonrası dönemi yaşıyoruz"
Modern Türk mimarlığının kimlik ve medeniyet meselesiyle doğrudan bir probleminin olmadığını vurgulayan Çelik, çağdaş Türk mimarlığının uluslararası, evrensel mimari akımlarından çok fazla ayrışan bir konumda olmadığına dikkati çekti.
Celaleddin Çelik, bütün dünyanın mimarlıkla ilgili ortak problemleri olduğunu dile getirerek, şöyle devam etti:
"Üslup sonrası dönemi yaşıyoruz ve artık mimari tarzlar ya da kimliği mimaride okuma döneminde değiliz. Dolayısıyla şu anda çağdaş Türk mimarlığının, genel geçer ve hakim kanı açısından söylüyorum, dünyanın herhangi bir yerindeki uluslararası üslubu ifade eden mimari çabalardan ayırt edici özelliklerinin olduğunu söylemek zor. Türk mimarlığı için konuştuğumuzda, bu uluslararası üslup veya üslupsuzluk, bugün şikayet ettiğimiz, bir yapının Çin'de mi, Avrupa'da mı yoksa Afrika'da mı olduğunu bile ayırt edemeyeceğiniz şekle gelen kimliksizlik, genel ve ana akım olmakla birlikte, her ne kadar dar bir kanaldan da yürüse de Osmanlı'nın son döneminden itibaren Türk mimarlığı adı altında, bir kimlik arayışından, bahsetmek yerinde olacaktır."
Mimarlığın diğer disiplinlerle yakın temaslarının olduğunu ve kendisinin mimarlık uğraşısında bunun önemli bir rol oynadığını dile getiren Çelik, mimarlığı geleneğin üretici olduğu diğer sanatlarla birlikte ele alarak yorumladığını belirtti.
Müzikteki temel amacın, soyut bir hissiyatı somutlaştırmak olduğuna vurgu yapan Çelik, "Müzikte somut olan titreşimlerdir ve onların tek defalık bir varoluşu vardır. Bizim kayıt altına aldığımız müziğin suretidir. Zira müziğin aslı, havada titreşerek yok olur. Bu anlamda müziğin maddeyle çok ince ve latif bir temasının olduğunu belirtmek gerek. Oysa mimarlık madde ile daha somut temas ediyor. Öyle ki bütün sanat üretimlerini düşündüğümüz zaman, yapı malzemeleri ile ortaya konulan en katı ve somut ifadedir mimarlık. Fakat mimarlık da, aynı soyut hissiyattan, arka planda oluşan dünyadan yansıyor buraya. Bu yüzden ben insani etkinlikler anlamında bu sanatları hep beraber algıladım ve aralarında büyük farklar görmedim açıkçası. Söz konusu bu tarihi tecrübe, benim önemsediğim bir birikim. Bir medeniyet fikri, benim için hem müzikte hem de mimarlıkta benzer şekilde bir arada bulunuyor. O tarihi tecrübenin çok büyük bir kıymet olarak önümde keşfedilmeyi bekleyen ama içinde dolanıp durduğum dev bir miras olduğunu görüyorum." dedi.
Çelik, mimarlık faaliyetinin tarihte ortaya çıkışı itibarıyla anıtsal yapıları ortaya koymak için icat edildiğini, insanların geçmişte barınma ihtiyacını bugünkü anlamda bir mimara emanet etmediğini söyleyerek, şunları kaydetti:
"Sanatçı, tasarımcı ve kimlik sahibi bir mimar, dünya mimarlık tarihinde ilk defa bir abideyi, ibadethaneyi ya da sarayı ortaya koymak için var oluyor. Mimarlığın kalıcılık ile olan meselesi, bu köklerle ilişkili olabilir çünkü bu, dünyada bir iz bırakma çabası. Ancak bugün itibarıyla kalıcılık problemini çok önemli bir mesele olarak masamda buluyorum ve tuhaf yaklaşımlar gözlemliyorum. Örneğin çağdaş dünyada bir mimari unsuru çok çabuk yıkıp yapıyoruz. Bir iç mekan düzenlemesini hayal edin. Her işletme kendi düzenlemesini yapıyor ama bir sonraki işletmeyle yeni bir düzenleme yapılıyor, her şey çöp oluyor. Çok hızlı bir değişim var ve buna da razıyız. Bununla birlikte yapılarımız da çok çabuk değişiyor. Ürettiğimiz yapılar zaten kalıcı olma fikriyle ortaya konmuyor. Yapılan bir ürünü yıkmak, eğer tasarım problemi olarak baştan doğru ele alınabilse, bu artık tek çözüm yolu olmaktan çıkacak. Nitelikli iyi bir yapı işlevini yitirse bile yarın başka bir şeye dönüşebilmeli ama şu anda bunun tersini benimsemiş durumdayız hatta bundan bir zevk de aldığımızı düşünüyorum."
"Depremde yaşananlar, problemlerin göz ardı edilmesinden meydana geldi"
Çelik, küresel salgın ya da deprem gibi olayların, sahip olunan şehir yapısında ve mimari alandaki problemleri ortaya çıkarttığının altını çizdi.
Kahramanmaraş depreminde beklenenin üzerinde bir yıkım yaşadığına işaret eden Çelik, depremde yaşananların var olan problemlerin göz ardı edilmesinden dolayı meydana geldiğini belirterek, "Bir şehrin mimarisinin tek sorunu depremde yıkılabilecek olması değildir. Aşırı yoğunluk, doğaya ulaşamama, altyapı, şehirlerimizin insanların sosyal ilişkilerine sağlıklı zemin oluşturmaktan uzak olması gibi problemler de var. Dolayısıyla eğer bunca yıllık bilgi birikiminden sonra tek odağımızı yapının depremde yıkılmamasına indirgersek, çağdaş insanlık adına çok dar bir çerçeve çizmiş oluruz. Bizim, nitelikli ve insani çevrelere ihtiyacımız var. Bundan kastım ise şehrin yoğunluğuyla ilişkili elbette. Tabii ki Türkiye şartlarında her aileye müstakil bir ev hediye edecek durumumuz olmayabilir. Fakat bunu yapamıyoruz diye, alternatif olarak her gün yükselen katlarla, aşırı yoğun, nefes alınamayacak şehirler ortaya koymak da olamaz. Bizim garip bir şekilde sıkıştığımız bu aralık beni şaşırtıyor." diye konuştu.
Sorunların doğru tespit edilip, çözümün soruna uygun olmasının önemine dikkati çeken Çelik, şu bilgileri verdi:
"Eğer plansız bir yoğunluk olmazsa çok sıra dışı bir depremde, şehrin bazı yapıları yıkılsa dahi, bu şehrin tahliyesi, bölgeye yardım ulaştırılabilmesi, o insanların barınabilmesi daha yönetilebilir ve çözülebilir hale gelir. Bir yapı yönetmeliği size şunu sağlar; Yapı, şiddetli bir depremde sallanır, hasar alır, hatta bir daha kullanılamayacak hale de gelebilir ama içinden insanlar canlı çıkar. Hedef budur. Biz bunu sağlayabiliriz yani mimarlığı ve mühendislik bilgisini buraya indirgemek bana ağır geliyor. Örneğin İstanbul’un yoğun semtlerinde, olası bir depremde, binalar yıkılmasa bile, insanları tahliye edebileceğiniz bir boşluk ne yazık ki yok. Bu yüzden nitelikli insani çevre bizim asıl amacımız olmalıdır."
"Mimarlık, bir kapının deseni ya da cephedeki bir hoşluktan ziyade mekanı biçimlendiren kararlardır"
Çelik, günümüzde mimarlık ve tasarım faaliyetinin bir ihtiyaçtan ziyade lüks olarak değerlendirildiğini söyleyerek, "Burada çok büyük bir sorun var. Tasarımın, ulaşılabilir bir yerde bulunması gerektiğini ve vasata yayılması gereken bir mesele olduğunu düşünüyorum. Örneğin düşük gelirli konutların tasarımına çok daha fazla ihtiyaç var. Sanki bizde belli bir ekonomik seviyeden sonra tasarım gündeme geliyor ya da o noktadan sonra mimarla çalışılıyor. Bu, problemli bir durumdur Tasarımı, çok fazla aranmaması gereken, son noktalarda ihtiyaç olan bir 'son dokunuş' olarak algılıyoruz. Halbuki, tasarım ana mekan kurgunuzu ortaya koyar. Şehrin ya da yapıların kurguları, konutların içindeki plan yerleşimleri, yatak odalarının, salonun, mutfağın ya da banyoların pozisyonu, komşuluk, o yapıların hacimlerinin kent ve mekanla kuracağı ilişki, bütün bunlardır mimarlığın meseleleri. Mimarlık, bir kapının deseni ya da cephedeki bir hoşluktan ziyade mekanı biçimlendiren kararlardır." değerlendirmesinde bulundu.
Mimarların çok basit çözümlerle nitelikli bir çevrenin peşinde olması gerektiğine dikkati çeken Çelik, sözlerini şöyle sürdürdü:
"Bugün bir kaplama mimarlığı yaşıyoruz ve bundan kurtulmak için, işin hakikatine varmamız gerekiyor. Ne yazık ki her şeyimiz öyle. Kaplamalar ve cephe malzemeleri, bu döneme damgasını vuran ana yaklaşımdır. Halbuki, meseleyi somutlaştırmak için söylüyorum, sıva çok güzel bir malzemedir. Bir duvarı sıvayarak, çok iyi bir mimarlık elde edebiliriz ve konuşmamız gereken temel unsurlardan birisi de budur. Kimin ne kadarlık bir mimarlık faaliyeti ortaya koyduğu da o zaman ortaya çıkacaktır. Yani biz, eğer cephe kaplamalarından, parıltılı malzemelerden bir şeyler umuyorsak, nitelikli bir çevre elde edemeyiz. Bu anlamda bizim gelenek demeden derdimizi anlatabileceğimiz yollar bulmamız, kaplamalardan kurtulup, işin hakikatine varmamız gerekiyor. Şu anda tasarım, bir makyajlama faaliyetine indirgenmiş durumda ve bizim bundan kurtulmamız gerekiyor. Üstelik sadece tasarım değil kimlik, kültürel devamlılık gibi meselelerimiz de bu makyajlı tavra indirgenmiş durumda. Cephelere yapıştırdığınız birkaç desenli geometrik aparatlarla, ki onların da çoğu bozuktur, kimlik arayışını tatmin etmeye çalışıyoruz. Bu da bir makyajdır maalesef ve işin hakikatine temas etmeden kolaycı bir çözüm arayışıdır. Bu açıdan bakınca 1. Milli Mimarlık Akımı, şimdiki üretimlerle karşılaştığında, çok daha sofistike bir yerde duruyor."
İlginizi Çekebilir