Nefret söylemi toplumsal kutuplaşmaya yol açıyor
GüncelUzmanlar, seçim sürecinde özellikle sosyal medyada kullanılan nefret dili ve dezenformasyonun toplumsal kutuplaşmaya yol açtığını ve seçmenlerin çevreleri tarafından dışlanmamak için karşıt görüştekilere karşı ayrımcı dil kullandığını belirtti
İbn Haldun Üniversitesi İnsan ve Toplum Bilimleri Fakültesi Sosyoloji Bölümü Öğretim Üyesi Prof. Dr. Alev Erkilet ve klinik psikolog yazar Gökhan Ergür, seçim sürecinde karşıt görüşteki seçmenlere karşı kullanılan hakaret ve nefret dilini değerlendirdi.
Prof. Dr. Erkilet, karşıt görüşe hakaret etmenin ya da nefret söyleminde bulunmanın altında kalıplaşmış yargıların olduğuna dikkati çekerek, "Herkesi genellemeye 'stereotip' diyoruz yani 'Başörtülü kadınlar şöyledir, başı açık kadınlar böyledir' gibi bir grup hakkında yapılan etiketlemeler toplumu radikalleştiriyor ve kutuplaştırıyor." dedi.
Erkilet, kendi görüşünü benimsemeyenlere hakaret eden kişi ya da grupların manipülasyona açık olduklarını kaydederek, şöyle devam etti:
"Manipülasyon, ön yargı ve kalıpların insanlarda yerleşmesine zemin hazırlıyor. Bu da ayrımcılık ve nefret söylemlerine dönüşüyor. Ayrımcılık artık karşı tarafın hayatına müdahale ederek sınırlandırmaya kadar giden bir süreç. Özellikle sosyal psikolojide biz bunların nefret suçlarına zemin hazırlaması sebebiyle özel olarak incelenmesi gerektiğini düşünüyoruz. Mesela deprem sırasında göçmen kardeşlerimize yapıştırılan 'yağmacı' etiketi nedeniyle onlarca sığınmacı çok ciddi şekilde darbedildi ve saldırıya uğradı."
"Körü körüne, aklı devre dışı bırakarak bağlanma çok mühim sorun oluşturuyor"
Ayrımcı dil kullanılmasının ardında yatan nedenlerin başında ait hissedilen partiye bağlanma biçimi olduğunun altını çizen Erkilet, "Mesela holiganları düşünecek olursak, takım, maç, şampiyonluk için başkalarının kanı akıtılıyor. Buradaki bağlanma biçimlerini sorgulamamız lazım. Kayıtsız, körü körüne aklı devre dışı bırakarak bağlanma çok mühim sorun oluşturuyor. Yanlış bağlanan tarafgirler araştırmayı reddediyor ve o kalıp yargı üzerinden genellemeyi tercih ediyor." görüşünü paylaştı.
Erkilet, Türkiye'de artık dış görünüşleri nedeniyle ön yargılı yaklaşılan kişilerin hangi partiye oy verdiğinin kestirilemediğine işaret ederek, geçmişte klişe haline gelen "Kapalılar sağa oy verir, açıklar sola oy verir" gibi söylemlerin gerçekliğini yitirdiğine değindi.
Türkiye'nin toplumsal olarak tek tip bir kültürün hakimiyeti altında olmadığına ve yüzyıllar boyunca farklı kültürlerin bir arada yaşadığına işaret eden Erkilet, şu ifadeleri kullandı:
"Maalesef belli dönemlerde manevi sembollere hakaret edilerek ya da saldırılarak toplumun sinir uçlarının yeniden kaşındığına şahit oluyoruz. Her ihtimale karşı genelleme yapmadan önce acaba bu saldırılar, nüfusun ne kadarını temsil ediyor diye bakmalıyız çünkü seçim sonrası evredeyiz yani bundan sonra her tarafın karşılıklı olarak birbirine ön yargılar ve kalıp yargılarla bakması zorlaştırıcı olacaktır."
Erkilet, sosyal medya ve kitle iletişim araçlarının, toplum üzerinde büyük etkisi olduğu, ayrımcı dille yapılan haberlerin nefret söylemlerini artırdığı ve ötekileştirmeyi derinleştirdiği uyarısında bulunarak, medyanın dezenformasyon ve manipülasyon konusunda daha dikkatli olmasını gerektiğinin altını çizdi.
Sosyal medyadaki "radikal kesimlerin" sadece seçim döneminde değil, uzun zamandır sığınmacılar konusunda da nefreti körüklediğini hatırlatan Erkilet, "Suriyeliler ve diğer göçmen kardeşlerimizle alakalı olarak çok fazla dezenformasyon olduğunu görüyorum. Sosyal medyada, medyada ve gündelik hayatta hep birlikte kavrayıcı dil geliştirmemiz lazım." diye konuştu.
Erkilet, toplumsal nefret dilinin ve ayrımcı ifadelerin "ötekine" olan korku ve bilinmezliği de tetiklediğini belirterek, farklı kültür ve görüşlerden insanların bir araya gelmesinin benzerlikleri ortaya çıkarmak için büyük avantaj sağladığını ifade etti.
Karşıt görüştekilere karşı nefret suçu işleyenlerin, ön yargılarla hareket ettiğini kaydeden Erkilet, "İnsanlar hakkındaki yargılarınızın ne kadar yanlış olabildiğini tanıştıkça, birlikte vakit geçirdikçe görürsünüz. Aslında insanların birçok bakımdan ne kadar size benzediklerini yakınlaştıkça idrak edersiniz. Aslında Türkiyeliler olarak birbirimize sandığımızdan çok daha fazla benziyoruz." değerlendirmesinde bulundu.
Erkilet, toplumsal kutuplaşma ve nefret dilinin, uzun vadede çözülmesi daha güç sorunlara kapı aralama ihtimalinin olduğuna vurgu yaparak, politik amaçlarla toplumu kışkırtmak isteyenlere prim verilmemesi gerektiğinin altını çizdi.
"Seçmene köylü, çıkarcı, yoksul, varoş, gerici, bilinçsiz gibi ifadeler kullanıldı"
Klinik psikolog Ergür de seçim döneminde nefret suçlarında büyük artış kaydedildiğini belirterek, "Mücadelenin, galip gelmeyi istemenin belli bir ahlakı ve sınırı vardır. Muhakkak seçimlerde rakibimizi, bizim gibi düşünmeyeni, eleştiririz, eksikliklerini, yanlış yaptıklarını, açıklarını anlatırız. Bu durum zaten bu işin doğasında vardır." şeklinde konuştu.
Seçmenlerin sosyal medyada, tanımadığı ve gerçek hayatta görmediği kişilere karşı nefret suçu işlediğine dikkati çeken Ergür, insanların kazanmak uğruna karşıt görüşlü kişilerin manevi değerlerine hakaret ettiğini ve bundan pişmanlık duymadığını söyledi.
Ergür, seçim sırasında nefret diline maruz kalan insanlarda psikolojik hasarlar meydana geldiğini ve nefret dilini kullananların "ikonlaştırıldığını" ifade ederek, şunları dile getirdi:
"Sokak röportajında kendi fikrini söyleyen genç bir hanımefendiye bir teyzemiz ağza alınmayacak kelimeler sarf etti ve bu teyzemiz sosyal medyada ikon haline dönüştürüldü. Teyzemizin ettiği küfür yüz binlerce kişi tarafından desteklenerek paylaşıldı. İnsanlar o teyzemize benzemeye çalıştı hatta milyonlarca takipçisi olan sosyal medya fenomeni bir kadın, bu teyzemizin fotoğrafını profil fotoğrafı yaptı. Bakın bir kadın diğer bir kadının onuruna ve gururuna açık şekilde küfür ediyor ve bu toplum tarafından yüceltilen bir eyleme dönüşüyor bu korkunç ve yanlış bir tutum."
Yalnız kalmamak, üyesi olunan gruplardan ve siyasi partilerden dışlanmamak için hem sosyal hayatta hem de sosyal medyada sürü psikolojisiyle hareket edildiğini aktaran Ergür, 14 Mayıs'taki seçim sonuçlarının ardından deprem bölgesindeki vatandaşlara yapılan toplu lincin buna örnek teşkil ettiğini söyledi.
Seçimi kaybeden politikacıların ya da seçmenlerin oy verenleri yaşadığı yer ve inandıkları değerler üzerinden yargılamasının algı çalışması olduğuna dikkati çeken Ergür, şu değerlendirmeleri paylaştı:
"Seçim döneminde de özellikle ilk turdan sonra seçmene köylü, çıkarcı, yoksul, varoş, gerici, bilinçsiz gibi ifadeler kullanıldı. Bu da insanların kendini kötü hissetmesine, hatta öfkelenip daha çok kutuplaşmasına neden oldu. Seçim dönemlerinde yapılan en büyük yanlışlardan biriyse kişilerin manevi değerleriyle alay edilmesidir. Karşımızdaki kişinin dinine, mezhebine, ibadetlerine, diline, giyim tarzına, kutsal mekanlarına hakaret etmek, alay etmek ne yazık ki bu seçimde de gördüğümüz yanlışlardan oldu. Toplu taşımada, yolda, sosyal ortamlarda, bulunduğumuz çevrede bir insanı giyim kuşamıyla yargılamak, dışlamak, hakaret etmek, en hafif tabiriyle çağ dışı bir barbarlıktır."
Ergür, seçim döneminde politikacıların oy için söylediği dezenformasyon içeren sözlerin tabandaki yankısının çok geniş olduğuna dikkati çekerek, şu ifadeleri kullandı:
"Desteklediği parti seçimi kazanamayınca 'İnsanlar cahil olduğu için bize oy vermiyor' düşüncesi zahmetsiz bir düşüncedir. Herhangi bir sorumluluk barındırmaz. 'İyi olan benim kötü olan onlar' deyip meseleden sıyrılır ve kendinizi iyi hissedersiniz ama bunun yerine soru sormak zahmetli bir iştir. Kişinin kendini değerlendirmesine, iç muhasebe yapmasına, eksikliklerini ve kusurlarını görmesine vesile olur ve insanlar bununla yüzleşmek istemez."
İlginizi Çekebilir