© Konya Postası 2021

Drina Köprüsü

Mimar Sinan'ın Bosna Hersek'teki imzası: Drina Köprüsü Mimar Sinan tarafından Bosna Hersek'in Visegrad şehrinde yapılan Drina Köprüsü ülkedeki en önemli Osmanlı eserlerinden biri olarak gösteriliyor.

Osmanlı tarihinin en önemli sadrazamlarından biri olarak kabul edilen Sokollu Mehmed Paşa adına Bosna Hersek'in doğusundaki Visegrad şehrinde Mimar Sinan tarafından inşa edilen Drina Köprüsü, ülkedeki en önemli Osmanlı eserleri arasında yer alıyor.  Drina Nehri üzerine 1571-1577 yıllarında inşa edilen ve "Sokollu Mehmed Paşa Köprüsü" olarak da bilinen tarihi köprü, Mimar Sinan'ın Bosna Hersek'teki imzası olarak bugün de tüm ihtişamıyla dimdik ayakta duruyor. Osmanlı'nın Balkanlar'da en çok eserinin bulunduğu ülkelerin başında gelen Bosna Hersek, tarihi boyunca yaşadığı birçok savaşa rağmen korumayı başardığı camiler, köprüler, han ve hamamlarla adeta açık hava müzesini andırıyor. Osmanlı Devleti'nin bölgede hüküm sürdüğü dönemde inşa edilen ve bugüne kadar ayakta kalmayı başarmış en önemli tarihi miraslardan biri de Drina Köprüsü.  Osmanlı'nın en parlak döneminde üç padişaha sadrazamlık yapan Sokollu Mehmet Paşa tarafından Mimar Sinan'a yaptırılan bu köprü, hem teknoloji tarihi hem de dünya kültür tarihi açısından büyük önem taşıyor. O dönem Bosna Vilayeti ile başkent İstanbul arasındaki anayol üzerinde inşa edilen köprü, etrafındaki köy ve şehirlerin gelişmesinde de anahtar rol üstlenmişti. Drina Nehri üzerine dönemin koşullarında yaptırılan Visegrad şehrindeki bu tarihi köprü, gerek mimarisi gerekse heybetiyle görenleri adeta büyülüyor. UNESCO tarafından 2007 yılında Dünya Kültür Mirası Listesi'ne de alınan köprü, aynı zamanda dünya kültür mirası içinde yer alan 6 tarihi köprüden biri olarak biliniyor.

Sadece köprü ayakta kaldı

Yurt dışında Osmanlı dönemine ait 307 köprüden 121 tanesi Bosna Hersek'te bulunuyor. Bosna Hersek'teki tarihi Mostar Köprüsü ile Sokullu Mehmet Paşa Köprüsü, dünya mimarisine damga vuran iki önemli eser olarak ön plana çıkıyor. Osmanlı döneminde küçük bir kasaba olan Visegrad, İstanbul'dan Saraybosna'ya giden anayol üzerinde son derece önemli konuma sahip olduğundan, devletin özel ilgisini görmüş ve kısa zamanda gelişmişti. Sokollu Mehmet Paşa, memleketi Visegrad'da köprünün yanı sıra han, hamam, imaret, cami ve dükkan gibi eserler yaptırılsa da köprü dışındaki diğer eserler günümüze kadar ulaşamadı. Köprüye bugünkü ününü kazandıran ise bölgede yaşayan farklı etnik gruplar arasındaki ilişkinin son 350 yılını Drina Köprüsü'nün tanıklığıyla aktaran ve yazarı İvo Andric'e Nobel Ödülü kazandıran "Drina Köprüsü" isimli roman oldu.

Tarihi köprüye TİKA dokunuşu

Drina Köprüsü'nde zaman içinde meydana gelen su taşkınları ve İkinci Dünya Savaşı'nda yaşadığı tahribatlar nedeniyle ağır hasarlar meydana geldi.  Drina Köprüsü'nün, Türk İşbirliği ve Koordinasyon Ajansı Başkanlığı (TİKA) tarafından Karayolları Genel Müdürlüğü kontrolörlüğünde yürütülen restorasyon çalışmaları 15 Mayıs 2016'da tamamlandı. TİKA'nın Balkanlar'daki en büyük restorasyon projelerinden Tarihi Sokollu Mehmet Paşa Köprüsü Restorasyonu Projesi ile Bosna Hersek'teki ortak kültürel miras koruma altına alınarak köprünün gelecek nesillere aktarılmasına imkan sağlandı.

Balkanlar'daki tarihi mirasa TİKA sahip çıkıyor

TİKA, tarihi mirasın korunması, yeniden ihyası, gelecek kuşaklara aktarılması, etnik ve dini zenginliğin olduğu bölgede birlikte yaşama kültürüne destek olmak amacıyla Osmanlı'nın 550 yıl hüküm sürdüğü Balkanlar'daki ecdat yadigarı eserlerin restorasyonuna ve bunların geleceğe taşınmasına büyük önem veriyor. Bu kapsamda, Kosova'da Prizren Askeri Rüştiye Mektebi, Makedonya'da Sultan Murat Camisi, Romanya'da Mamut Yazıcı Camisi, Arnavutluk'ta Gjirokastra Saat Kulesi, Karadağ'da Ulçin Ali Paşa Hamamı, Bosna Hersek'te Karagözbey Medresesi, Macaristan'da Gül Baba Türbesi, Sırbistan'da Ram Kalesi başta olmak üzere 100'e yakın ecdat yadigarı eseri TİKA ayağa kaldırıyor.

……………………

Nice su baskınlarına, savaşlara, ölümlere, aşklara, tartışmalara, eğlencelere, kavgalara; nice yaşanmışlıklara şahit olmuş ve fakat 400 seneyi aşkın zamandır dimdik duruşunu hiç kaybetmemiş heybetli bir ecdat yadigarı. Zamanında bölge insanının Vişegrad’ın iki yakasını birbirine bağlayan bir kemerden çok daha fazlası olarak gördüğü, bölgede Müslüman hakimiyeti sona erince “Vezirin vakfettiği köprü kafirin egemenliğine nasıl girer!” tepkileriyle karşılanmış, bir yönüyle kutsallaştırılmış, efsanelere konu olmuş kadim bir köprü. Bizim için hazin bir kaybediş hikayesi: Drina Köprüsü...

Muhammed Furkan Gurbetoğlu

Bosna’nın yemyeşil dağlarının arasından akan, sesiyle ve esintisiyle insanın içine huzur salan onlarca ırmaktan yalnızca biri, Drina Nehri. Ve bu ırmakları birbirine bağlayan, adı bilinen yahut bilinmeyen onlarca köprü arasından Sokollu Mehmet Paşa Köprüsü, bölgedeki kullanımıyla Drina Üzerindeki Köprü, bilinen adıyla Drina Köprüsü. Bu köprüyü dört bir yanından ırmaklar akan Balkan coğrafyasındaki diğer köprülerden daha tanınır kılan en önemli şey şüphesiz ki Nobel ödüllü bir kitaba adını ve konusunu vermiş olması. Bu anlamda böyle bir eseri bir başka eserle dünyaya tanıtan kitabın yazarı İvo Andriç’i şükranla yad etmek gerekir. Zira Drina Köprüsü, Bosna’nın Sırbistan sınırında yer alan ve ulaşımı çok da kolay olmayan, ufak Vişegrad şehrinde yer alıyor. Kıyıda köşede kalmış ve unutulmuş onca Osmanlı eseri göz önüne alındığı takdirde İvo Andriç’in Drina Köprüsü’ne kattığı değerin büyüklüğü daha iyi anlaşılabilir. Bu anlamda Andriç’in; vâkıfı Sokollu Mehmet Paşa ve mîmârı Mimar Sinan kadar köprü üzerinde emeği olduğunu söylemek yanlış olmaz. Bölge halkı da bu durumun farkında olacak ki, duvarlardaki resimlerden, meydanlardaki heykellere ve hediyelik eşya dükkânlarındaki süslemelere kadar her yerde İvo Andriç’in Vişegrad’da gerçek anlamda sahiplenildiği rahatlıkla gözlemlenebiliyor. Ancak bu sahiplenmenin kaynağı Andriç’in fikirleri ve ortaya koyduğu muhteşem eser midir, yoksa bölgeye kattığı turistik ve dolayısıyla ekonomik değer midir, bu kocaman bir soru işareti. Şehirde bir gün geçirerek böyle bir soru işaretini nasıl koyduğumu yazının sonunda anlatabilmiş olacağımı umarak yazıma başlıyorum.

Kulağıma da hoş gelmişti, ancak üzerine biraz düşününce Nobel ödüllü bir romana yarım kalmış deme haddini kendimde bulmamamdan ve zaten kitabın yapısı itibariyle de “tamamlanmaya” pek müsait bir kitap olmamasından mütevellit bu başlıktan vazgeçtim. Onun yerine “sürdürülmesi gereken roman” nitelemesi yapmanın halen mümkün olduğunu düşünüyorum. Çünkü bu kitap Drina Köprüsü’nden Balkan tarihine objektif bir bakış niteliğinde. Andriç, eserinde köprünün inşa edildiği tarihten Birinci Dünya Savaşı’na kadarki süreci, özellikle sosyolojik açıdan muazzam bir anlatıyla ortaya koyarak; köprü üzerinden bölgedeki hayat tarzını, toplum yapısını, insan ilişkilerini, algıları, aşkları, nefretleri, kavgaları ve bütün bunların zaman içerisindeki dönüşümlerini bizlere sunmuş.

Drina Köprüsü sayesinde Birinci Dünya Savaşı öncesi Bosna’yı ve Balkanları bir miktar anlayabiliyoruz. Ancak şu bir gerçek ki Balkan coğrafyası kaleme alınması gereken en acılı, en kanlı dönemini son yüzyılda geçirdi. Yugoslavya’nın kuruluşu, İkinci Dünya Savaşı, Yugoslavya’nın dağılışı, Bosna Savaşı, tecavüzler, katliamlar, tehcirler ve daha niceleri…

İvo Andriç’ten sonra çok daha katmerli acılara şahit oldu Drina Köprüsü. Dili olsa da konuşsa ama konuşamıyor, konuşturulmayı bekliyor. Ve bu yüzden Drina Köprüsü bana kalırsa sürdürülmesi gereken bir roman. Andriç aslında köprüyü ortadan ikiye ayırarak sürpriz bir sonla bitirmişti romanı, adeta geleceği görürcesine. Köprünün tarihine dair hiçbir şey okumamışsanız köprünün realitede de yıkıldığını zannedebiliyorsunuz hatta. Hayır halbuki yıkılmamış, bu yalnızca roman kurgusunun bir parçası, belki de Andriç’in bir "kehaneti." Ancak romanın kapsadığı dönemin biraz dışına çıkıp Andriç’ten sonrasına, bugünlere geldiğiniz zaman köprünün madden olmasa da manen yıkıldığını, yazarın üzücü bir öngörüde bulunduğunu görebiliyor ve Drina Köprüsü’nü bir kaybediş hikayesi olarak niteleyebiliyorsunuz.

Hal böyle olunca Andriç’in köprüyü yıkarak sembolize ettiği gerçeğin somut görünümünü romanın içerisinde ister istemez arıyorsunuz. İkinci Dünya Savaşı sırasında Sırp Çetniklerin katledip Drina Nehri’ne attığı Boşnakları, Bosna Savaşı’nda katledilen on binlerce masum insanı, Srebrenica’yı, Vişegrad katliamını ve daha nicelerini…

Bosna Savaşı sırasında ciddi katliamlara sahne olan Vişegrad, günümüzde sakin bir kasaba...

Romanda aradıklarınızı bulamıyor ve Vişegrad sokaklarına düşüyorsunuz. Yürüyor ve düşünüyorsunuz bu yabancı sokaklarda çekilmiş bütün acıları. Yürüyorsunuz, üzerinizde Türk bayraklı bir tişört var, sağda solda tişörtünüze kayan yabancı bakışlar görüyorsunuz. Bu bakışlar Bosna’nın geri kalan bölgelerinde olduğu gibi ışıldamıyor ay yıldızı görünce. Yürüyorsunuz, iki cami görüyorsunuz şehrin içerisinde, ikisinin de kapısı kilitli, yalnızlığa terk edilmişler. Yürüyorsunuz, gece kulüpleri ile dolu dört bir taraf, sağda solda gazinolar, kumar büfeleri... Yürüyorsunuz, Ali Hoca’yı, Molla İbrahim’i, Rahip Nikola’yı, Tekgöz’ü hatta Lotika’yı bile arıyor gözleriniz, ama hiçbiri yok ortada. Yürüyorsunuz, bir Bosna bayrağı görüyorsunuz ve arkasından o bayrağı gölgede bırakan, Dayton'dan peyda olmuş bir sürü Sırp bayrağı. Yürüyorsunuz ve karşınızda Drina Köprüsü’nü görüyorsunuz, tahayyül ettiğinizden çok daha muazzam. Duruyorsunuz, kameranızı kuruyor ve hayranlıkla bu manzaranın fotoğrafını çekmek istiyorsunuz. “Atam yaptırdı” bunu diyorsunuz kendi kendinize; paşam Sokollu, mîmârım Sinân.

O sırada Sırp bir kadın geçiyor önünüzden, tişörtünüzdeki Türk bayrağını görüyor ve sert bir şeyler söylüyor size. Şaşırıyor ancak hava tamamen kararmadan hayranı olduğunuz Drina Köprüsü’ne güzel bir fotoğraf çekme isteğiyle işinize dönüyorsunuz. Az sonra aynı Sırp kadın yeniden önünüzden geçiyor ve yanındaki çocuğa sizi göstererek bir şeyler anlatıyor, olumsuz bir şeyler. Üzerinizde Sırp bayrağı varmış, kendisi kız kardeşi ile birlikte Vilina Vlas’ta tecavüze uğramış bir kadınmış, yanındaki çocuğa kendisine alçakça tecavüz eden Sırp askerlerin birinden hamile kalmış ve bütün bunların sorumlusu sizmişsiniz gibi bir şeyler. Sanki Srebrenica’da, Vişegrad’da, Stolaç’da, Saraybosna’da katledilen oymuş, toprağından edilen, evi yağmalanan, hayatı alt üst olan kendisiymiş gibi bir şeyler. Peki ya diyorsunuz nedir bu pişkinlik?

Hilal, haç ve heykellerin gölgesinde; Taşköprü

Ve ister istemez kendi kendinize soruyorsunuz: “Andriç, kehanetine şahit olmak zorunda kalıp yaşanan bütün acıları görseydi ne yapardı acaba?” Katliamlara karşı mı dururdu, yoksa yaşananlara göz yumup bölgedeki çoğu Sırp gibi destek mi verirdi? Acılara kayıtsız kalabilir miydi?

Kendisini ölümsüzleştirmek için Vişegrad'a Andriçgrad isimli bir yapı inşa ettiren, fakat kendisini zerre kadar anlayamamış Emir Kusturica gibi vatanını yüzüstü bırakıp Sırbistan’a kaçar mıydı mesela? Küstahça katliamların abartıldığını, Bosna askerlerinin kendi halkını öldürdüğünü iddia edebilir miydi? Drina Köprüsü’nün altından akıp giden Boşnak cesetlerini görseydi ne hissederdi? Yahut bugün halen rezil bir şekilde otel olarak işletilen Vilina Vlas’ta Boşnak kadınların fahişeliğe zorlanıp, tecavüz edilerek öldürüldüğüne şahit olsa, Andriç, bölge halkı gibi bütün bu yaşananlara sessiz mi kalırdı?

Yıllarca Müslümanların egemenliği altında barış içinde yaşamış Vişegrad nüfusundaki Boşnak oranının bir senede %60’lardan tek basamaklı sayılara düştüğünü görse dönüp ırkını sorgulamaz mıydı? Üzerinizdeki Türk bayrağını görseydi ne hissederdi Andriç? Sizi Abid Ağa’yı karşılar gibi mi karşılardı, yoksa Arif Bey’i mi? Sizi Sokollu Mehmet’i ailesinden koparıp alan Türklerin torunu olarak mı görürdü, yoksa Sokollu Mehmet’in Drina Köprüsü’nü yaptırmasına vesile olan Türklerin torunu olarak mı? Sizi göstererek kötü şeyler anlatır mıydı Andriç yanındaki çocuğa? Merak ediyorsunuz ister istemez, ne yapardı?

Şahsım adına bütün bu sorulara cevap vermek isterim. Kitaptaki Rahip Nikola karakteri ile zihnimde aynileştirdiğim İvo Andriç'in, birçok soydaşının aksine vicdanlı bir insan olarak yaşadığına ve vicdanlı bir insan olarak öldüğüne inananlardanım ben. Bu yüzden eğer Andriç yaşasaydı, bölgede yaşanan Sırp zulmüne sessiz kalmazdı, buna inanıyorum. Ve bu yüzden Vişegradlıların İvo Andriç’i neden sevdiklerini de tabii olarak merak ediyorum. Ne buluyorlar acaba onda? Andriçgrad’a heykelini diktikleri Sokollu Mehmet Paşa'ya olan hisleri gibi salt bir milliyetçilikle mi yaklaşıyorlar ona da, eserine mi hayranlar, yoksa Andriç onlar için yalnızca bir hediyelik eşya süsünden mi ibaret? Bu benim kafamda koca bir soru işareti. Sözlerimi bitirirken bize lekelerle dolu, utanılacak bir tarih bırakmayan ecdadımızı şükranla yad etmek istiyorum. Yaşatmayı şiar edinmiş bir dine iman ettiğim için Allah'a sonsuz hamd ediyorum, Elhamdülillah diyorum. Asırlar boyu mazluma sahip çıkmış, zalime karşı dik durmuş ecdadımın bayrağını göğsümde taşımaktan onur duyuyorum. Ve şu an içime yitirdiğimiz bu toprakların saldığı hazin buruklukla Sofa’ya oturmuş Kapiya’yı seyrediyorum. Gözlerim Kapiya’nın ortasındaki kitabeye ilişiyor.

İlginizi Çekebilir

TÜM HABERLER