‘Öğrenci okumaya endeksli yetişmeli’
KonyaÖzel Lale Eğitim Kurumları Eğitim Koordinatörü ve Özel Lale Anadolu Lisesi Okul Müdürü Abdullah Şafak ile 32 yıllık eğitim hayatıyla Konya’nın en köklü Özel eğitim kurumlarından olan Özel Lale Eğitimi Kurumlarının dünü bugünü ve yarınını konuştuk. Eğitim ve öğretim sistemindeki aksaklıklardan bahseden Şafak, özellikle yeni müfredattan oldukça ümit var olduğunu söyleyerek, ezberci zihniyetten uzaklaşıp, okuma ve anlamayla çok daha iyi bir nesil yetişeceğini söyledi.
Sizi biraz tanıyabilir miyiz?
Benim ismim Abdullah Şafak. Kurumumuzda eğitim koordinatörlüğü görevini üstleniyorum. Bu görevle birlikte resmi olarak Özel Lale Anadolu Lisesi’nin de Okul Müdürlüğü görevini devam ettiriyorum. Kendim için gurur vesilesi olan bir farklı durum daha var; Lale Eğitim Kurumları’nın ilk mezun talebelerindeniz. 85 yılında başladık, 92’de ilk mezun olduk. Mezun olduktan sonra Lale Eğitim Kurumlarında öğretmen olarak göreve başladım. Özel sektör çerçevesinde farklı özel kurumlarda görev yaptım ve son iki yıldır Özel Lale Kurumlarında yönetici olarak görev yapıyorum.
Lale Eğitim Kurumlarını bize tanıtır mısınız?
Lale Eğitim Kurumları özel okulculukta ilklerden. Hatta Türkiye’de ilklerden diyebiliriz. Çünkü 32. Yılının içerisinde. 1985-86 Eğitim öğretim yılında açılmış köklü bir kurum. Konya’da özel okul olarak açılmış okullardan sanırım 3. Okul. İlk açıldığı yıllarda Özel Lale Erkek Lisesi diye açılmıştı. O zamanlar ülkemizde Orta Okullar lise bünyesinde ders görürlerdi. İlkokulların siyah önlük beyaz yakalı olduğu 5 yıllık olduğu yıllardı. İlkokuldan sonra öğrenci Lale Lisesi’ne gelir önce Orta 1-2-3’ü okur ve Lise’yi okuyarak mezun olurdu. O yıllar bütün liseler böyleydi. Özel olmasından mütevellit hazırlık sınıfımız vardı o yıllarda. Önce bir yıl hazırlık İngilizce daha sonra Orta 1-2-3 ve Lise 1-2-3 yatılısı olan bir kurum. İlerleyen yıllarda karma ve kesintisiz eğitimin gelmesiyle birlikte İlköğretim okulları kesintisiz olunca ortaokullar bu sefer İlkokullara evrildi. O yıllarda Özel Lale İlköğretim okulu da açıldı. Dolayısıyla lise iken İlköğretim okulu Orta okulu ve Lisesi oldu. Şu anda ise Ana sınıfı ile birlikte 4 birim ile hizmet veriyoruz.
Lale Eğitim Kurumlarının eğitimdeki bakış anlayışı nasıl?
Bir çok kurumda olduğu gibi biz öğrencimizi emanet anlayışıyla sahip çıkan bir kurumuz. Öğrenci bize anne babanın bir emanetidir ama aynı zamanda biz öğrencilerimizi Allah’ında bir emaneti olarak görüyoruz. Çünkü yaratılmış en vasıflı varlık biz insanlarız, bu insana sahip çıkmak bize Allah’ın bir emanetidir. Eğitim işine bu gözle bakıyoruz. Çocuklarımıza hem dünya, hem ahret bilincini kazandırarak eğitim vermeye çalışıyoruz. Özetleyecek olursak Lale Eğitim Kurumlarının eğitime bakış anlayışı; çocuklarımızı emanet olarak kabul ediyoruz. Çocuğumuzu hem bu dünyası hem de ahreti için yetiştirme gayretindeyiz. Resmi müfredatımızla beraber, ilkokuldaki öğrenciyi ortaokula, ortaokuldakini liseye, lisedeki öğrencimizi ise bir üst kurum olan yüksek öğretime hazırlama gayretindeyiz. Bunu yaparken bütün dersleri en seçkin kadromuzla, ilave derslerle bunları vermeye çalışırken, bir taraftan da yine resmi okullarımızda olmak üzere ‘Değerler Eğitimi’ adı altında bizi biz yapan değerleri de elimizdeki emanetlere öğretiyoruz.
Başarı ortalamanız nedir?
Başarı ortalamasından ziyade başarı anlayışımız şu şekilde: Öğrenciyi nasıl aldık önce onu bir tanımamız lazım. İlk önce aldığımız öğrencinin seviyesini bi değerlendirip veliyle bunu paylaşırız. Birinci hedefimiz çocuğumuzun durumunu tespit etmek ve bunu veli ile paylaşmak. Bir sonraki de çocuğumuzu emanet aldığımız günden mezun ettiğimiz güne kadar mümkün oldukça kendi seviyesinin bir tık üstüne hazırlamaktır. Şöyle örnekleyebiliriz: 10’u baz alırsak, akademik başarısı 3 olan bir öğrenci geldi. Alırız ve uçup kaçmanın bu çocuğun başarısını 9-10 yapacağız demenin pek bir anlamı yok. Çünkü gerçekçi yaklaşmak gerekiyor. Bu çocuk 3 ile bize gelmişse, biz bu çocuğun başarısını 4-4.5 yapıp mezun etmeye çalışırız. Ama bunu yaparken çocuğumuz erdemli bir öğrenci olabilsin, anne-baba hakkı bilen bir öğrenci olsun, çevresine karşı nezaketle davranmayı bilen bir öğrenci olsun, kendini yaratana karşı onu tanıyabilen, kul olmayı bilen bir öğrenci olsun, bu her öğrencimize vermeyi hedeflediğimiz temel noktadır. Yada bir öğrenci zaten 10 üzerinden 10’luk gelmiştir ki bu öğrencilerimiz burslu veya indirimli okuyorlar. Bu öğrenciyle ilgili de velimize diyoruz ki; gidebileceği en nitelikli kurum neyse oraya göndeririz diyoruz.
Yani kurum olarak başarı anlayışınız direk öğrencilerinizin üniversitede yerleştikleri yerler değil doğru mu?
Milli Eğitimimizin temel amacı liseler yani orta öğretim kurumları öğrenciyi hayata hazırlar, mesleğe hazırlar, yüksek öğretim kurumuna hazırlar veya bunların her birini bir arada yapar. Bu resmi bir ifadedir. Yani liselerin vazifeleri arasında bunlar vardır: Öğrenciyi en başta hayata hazırlamak, mesleğe hazırlamak ve birde yükseköğrenime hazırlamak. Biz üçünü de yapma gayretindeyiz. Netice boyutunda başarı anlayışımız okuldan kaç kişi mezun oldu, kaç kişi üniversiteye girdi. Bumu başarı anlayışımız önce bunda bi anlaşalım. Yoksa başarı anlayışı; mezun ettiğimiz talebe bir şekilde bir yere nasılsa giriyor ama nasıl bir insan olmuş, ailesine, çevresine ve topluma faydalı birisi olabilmiş mi? İşte bizim bakışımız böyle.
Öğrencileri hayata hazırlıyoruz dediniz hocam. Nasıl hazırlıyorsunuz, sosyal sorumluluk projeleriniz var mı?
Geçen sene bir uygulama başlattık. 4 ayrı kategoride kelimeler belirleyeceğiz ve bu kelimeleri anasınıfından 12. Sınıfa kadar bütün sınıflar düzeyinde, bütün öğretmenlerimiz branşı ne olursa olsun bu bahsettiğimiz kelimeleri, kavramları, bilgileri öğrencimize aşılayacak. Resim öğretmeni o konuyla ilgili resim yaptırarak, beden eğitim öğretmeni bir spor turnuvası yaptırırken takım isimlerine o kelimeleri verdirerek bunu işletir, edebiyat öğretmeni kompozisyon yazdırırken, kitap okuturken bu bilgileri verebilir.
Örnek verebilir misiniz?
Tabiki; mesela bir önceki yıl 4 ayrı kavram ve kelime gurubu belirledik. İnsan kavramını, şuur, ibadet, vahdet, ümmet gibi kavramları dikkate aldık. Dedik ki herkes bunu işlemeye çalışacak. Bunun dışında her yıl bir model karakter belirleyelim ve bunu işleyelim dedik. Geçen yılki model karakterimiz Aliya İzzetbegoviç idi. Model karakterimiz bu olunca Gönül coğrafyamız diye bir bölümde ise Bosna Hersek’i işledik. 1 yıl boyunca karınca kararınca öğrencilerimize Bosna Hersek’i tanıtmaya çalıştık, Aliya İzzetbegoviç’in hayatını, mücadelesini anlatmaya çalıştık. Her yıl mesela bir edebi karakterimizi işliyoruz. Geçen sene Mehmet Akif Ersoy’un hayatını işlemiştik. Ve bununla beraberde ‘Erdemler’ dediğimiz, çocuğumuzun sorumluluk sahibi olması, dürüst olması, güvenilir olması, adaletli ve mütevazı olması gibi, cömertlik ve çevreye duyarlı olması, öz bakımı, temizliği gibi 18-20 maddelik bütün dünyada ahlak öğretilerinde ortak olan bu maddeleri çocuklara aşılarız. Bu yılda aynı sistemi devam ettiriyoruz. Bu yılda kitap, sünnet, icma-i ümmet ve kıyası fukaha diye 4 ayrı kavram üzerinde çalışma yapıyoruz. Bununla beraber 4 kelime belirledik. Şahadet bunlardan birisi. Bu sene 36 hafta boyunca bütün sınıflarda şahadet kavramı görülecek ki, zaten 15 Temmuz’unda getirisi olmuş oldu bu anlamda. Takva ikinci kelimemiz, tevazu ve ahde vefa bunlarda bu seneki işleyeceğimiz kelimeler. Sultan 2. Abdülhamit Han’ı bu sene tanımaya çalışıyoruz. Bu sene yine edebi şahsiyetimiz Necip Fazıl Kısakürek. Gönül Coğrafyasındaki yerimiz ise bu sene Kudüs. Bunu giydirilmiş program yani resmi derslerimiz işlenirken onların içerisine yerleştirilmiş bir programla aşılamaya çalışıyoruz.
2005 yılında Milli Eğitim Bakanlığımız çıkardığı ve benim şahsen takdir ettiğimiz bir yönetmelik; Sosyal etkinlikler ve kulüp yönetmeliği… Öğrencilerimiz ders dışı zamanlarda, hafta sonları öğretmenleri ile bir araya gelirler velilerden destek alabilirler ki o yönetmeliğin içerisinde ‘Topluma Hizmet Çalışması’ adı altında bir başlık da vardır. Her çocuğun yıl boyunca en az 1 tane topluma hizmet çalışması yapması istenir ve kulüplerde buna göre kurulur. Mesela bu sene kurulan kulüplerden birisinin adı tamamın bu; Toplumsal Dayanışma Ve Yardımlaşma Kulübü… Bu kulüpteki öğrencilerimiz mesela hafta sonları ilgili öğretmenlerimizle beraber Suriyeli muhacir kardeşlerimiz var ülkemizde ve Konya’mızda bu kardeşlerimizle dayanışma etkinliği yapıyorlar. Yani kısacası öğrencilerimiz yaşayarak yardımlaşmayı öğreniyorlar. Bunu yapan iki gurup öğrencimiz var Lise ve Ortaokulda. Bir başka gurup öğrenci futbol üzerinde çalışma yapıyor. Her çocuk kendi beğendiği, kendini ifade etmek istediği alanda bunu yapıyor.
Konya’da Özel Okulların tek çatı altında birleştiği bir birlik var mı?
Öz-Der diye derneğimiz var Özel Okullar Derneği Ankara Merkezi, Öz-Kur-Bir var İstanbul merkezli. 2016 yılında açılan İGEDER (İstanbul Gönüllü Eğitimciler derneği) var. Çok gayretli bir şekilde çalışma gerçekleştiriyorlar. Mesela en son okulumuzdan 4 idareci arkadaşım onların bir çalıştayına katıldı. Türkiye çapında bir çalışma yapıldı ve İdeal Okul zirvesi yapıldı.
Peki bu çalıştaydan çıkan sonuca göre ideal bir okulda ne olmalı?
Biz Müslüman, Türk milleti bir araya gelmiş bu coğrafyada yaşıyoruz. Tarihimiz belli, geçmişimiz belli. Günümüzdeki yaşananlar belli ve eğitimde tıkandığımız bir nokta var. Bunu aşmak için İdeal Okul nasıl olmalı, İdeal bir okulda neler yapılmalı, hangi sistem kullanılmalı… Mesela batılıların uyguladığı bir sistem var onumu uygulamalıyız. Waldorf denilen bir sistem var onumu uygulamalıyız Sitem diye mühendislik, teknolojinin de içinde olduğu bir model mi uygulanmalı. Bu modern yaklaşımlarla beraber bizim klasik kadim yaklaşımlarımız var. Miladi 1000’li yıllarda, henüz Osmanlı kurulmadan önce Selçuklular zamanında Merzifon taraflarında 200 tane sıbyan mektepleri varmış. Tabiri caizse daha Avrupa’da okulun esamesi yok. O dönemde bile bizim Selçuklu devlet yapılımızda ki oradan da Osmanlıya geçti ve Osmanlı şekillendirdi. Şimdi ise biz bunu nasıl şekillendireceğiz işte bunu tartışıyoruz. Bu ilk defa oluyor. İdeal eğitim nasıl verilmeli, ideal okul nasıl olmalı bu 2017 ve 2018 yıllarında iki yıl boyunca bu arayış devam edecek ve bu çıkacak sonuç bakanlığımıza sunulacak.
Hocam peki yeni eğitim müfredatını nasıl değerlendiriyorsunuz?
Eğitimimizin en büyük problemi seçme sınavına endeksli bir yapımız var. Bunun tepeden tırnağa yıkılması lazım.
Peki ne olması gerekir hocam?
Öğrencimizde muhakeme yeteneğinin artması lazım. Bunun içinde okumaya endeksli bir müfredat yerleştirilmesi lazım. Çocuk okuyacak, bunu anlayacak, başındaki öğretmen tarafından bu analiz edilecek ve çocuk okumayı sevecek. Bugün günümüzde bir cümle var ‘boş vakitlerimde kitap okuyorum’ boş vakitlerde kitap okunmaz kitap normalde okunur. Çocuk okumanın bir temel ihtiyaçlardan birisi olması gerekir. Dolayısıyla buradan yeni müfredata geçeceğim, Talim terbiye kurulu başkanımız sayın Alpaslan Durmuş hocamız ve ekibi görevi aldığından beri anormal bir çalışma yürütüyorlar. Çocuklarımız 1. Sınıftan başlayıp liseden mezun olana kadar yüzlerce ders görüyor. Bütün bu derslerde öğrencimize biz hangi bilgiyi hangi malzemeyle sunuyoruz. Kullanılan metin, metindeki sorulacak soru ve soru neticesindeki öğretmenin kazanımı konuları üzerine müfredat çalışması yapıldı. Bakanlığımız Talim Terbiye yüksek kurulumuzun yönlendirmesiyle bu taslağı bütün Türkiye’mize sundu. Öğrenciler, veliler, öğretmenler, eğitim faaliyeti güden herkesten, dernekten üniversite kuruluşlarından bakanlığımız belirtilen tarihe kadar tavsiye bekliyor. O tarihe kadar online olarak herkes tek tek inceleyip eleştirebilirler ve o tarihten sonra Talim Terbiye kurulumuz bu çalışmayı gelecek öneri ve eleştirilere göre tekrar değerlendirecek ve 2017-2018 eğitim öğretim yılında 1. Sınıflarda, 5. Sınıflarda ve 9. Sınıflardaki bütün derslerin yeni programı başlayacak.
Yani Müfredatın temel dinamikleri okumak üzerine kurulacak doğru mu?
Evet aynen öyle. Yani çocuk okumayı hayatında sıradan bir işmiş gibi benimseyecek. Değerlendirebilen, mukayese edebilen, muhakeme yeteneği gelişmiş çocuklarımız olsun diye bu dersler buna göre ve daha doğru bir şekilde tanzim edilmiş oluyor. Ben bir eğitimci olarak bundan çok umutvarım ve bir çıta atlayacağımız ümidindeyim.
Öğrencilere ve velilere söylemek istediğiniz son bir şey var mı?
Özel okulda da okusa devlet okulunda da okusa amacımız çocuklarımızı yetiştirmek ve çocuğun başarılı olması. Bu anlamda başarıda 3’te 1 oranında okul sorumludur. 3’te 1 oranında öğrenci sorumludur, 3’te bir oranında da velide sorumluluk vardır. Velilerimiz şöyle bir yanlışa düşebiliyorlar; Ben çocuğu okula gönderdim. Devlet kitabını, kalemini hatta tabletini bile veriyor. Bu olmamalı. ‘Eti sizin kemiği benim’ de olmamalı. Veli sorumluluk almalı. Veli bu işin içine olması gerektiği çerçeve içerisinde kendini ne kadar katarsa durum çok daha farklı olacaktır. (Gül ÇANKAYA)
İlginizi Çekebilir