© Konya Postası 2021

Parçalı ittifaklar ve Rusya’nın Ortadoğu’ya dönüşü

Trump’ın Ortadoğu gezisi sırasında ABD ile güncellenen ilişkilere rağmen Suudi Kralı Selman'ın Rusya'da stratejik anlaşmalara imza atması, bölgedeki yeni ittifak arayışlarının önemli bir işareti

Ortadoğu’da 'demokratikleşme dalgası' olarak başlayan dönüşüm süreci güvenlik ekseninin ağır bastığı jeopolitik bir bağlama oturmuş durumda. Dönüşümün bu bağlama oturması ise yeni ittifakları ve karşı ittifakları beraberinde getiriyor.

Geleneksel ittifaklar hala geçerliliğini korurken iki aktör arasında konu bazlı işbirlikleri ve yine konu bazlı uyuşmazlıklar beraber var olabiliyor. Bu anlamda rastgele seçilecek iki ülke arasındaki ilişkilerin son beş yıllık kronolojisi bile başlı başına bir gösterge olabilir. Bu durum ilişkilerin ve ittifakların parçalı bir düzleme oturması anlamına gelen “kompartımanlaşma” kavramına denk geliyor.

Suud Kralının Rusya ziyaretinin arkaplanı

Geçtiğimiz hafta Suudi Arabistan Kralının Rusya’ya gerçekleştirdiği ziyaret bu anlamda oldukça önemli bir gösterge. Henüz birkaç ay önce Trump’ın Ortadoğu gezisi sırasında ABD ile güncellenen ilişkilerine rağmen Suud Kralının bu ziyareti gerçekleştirmiş olması ve oldukça stratejik anlaşmalara imza atılması dikkat çekici.

Aktörlerin kendi niyetleri ve tercihleri önemli olsa da işbirliği ya da çatışmaları mümkün kılan zemini görmezden gelemeyiz. Dolayısıyla bu ziyaretin Rusya ve Suudi Arabistan açısından taşıdığı anlamı değerlendirmeden önce bunu mümkün kılan süreci değerlendirmek gerekiyor.

Rusya’nın Ortadoğu’ya yeniden döndüğüne dair argüman son birkaç yılın en çok üzerinde durulan argümanlardan biri oldu. Suriye krizine yönelik olarak BM Güvenlik Konseyi’ndeki veto gücü başta olmak üzere diplomatik gücünü efektif bir şekilde kullanan Rusya’nın 2015’in ortalarından itibaren Suriye’de askeri bir güç olarak sahneye çıkması bu anlamda bir dönüm noktası sayılabilir. Kasım 2015’te S-400 savunma sistemini Hmeymim askeri üssüne konuşlandırması en önemli hamleydi. Rusya’nın bu cüretkar tavrına yol açan temel etmen ise Obama’nın askeri yöntemlerden kaçınan ve maliyeti başka ülkelere yüklemeye dayanan sınırlama stratejisiydi. Bu stratejiyi hem Arap Baharı sürecinin genelinde hem de Ukrayna krizi ve öncesinde gözlemlemek mümkün. Buna karşın Rusya sert gücünü devreye sokarak krizi bir başka aşamaya taşımayı tercih etti. 2008 Gürcistan müdahalesi, 2015’te Ukrayna işgali ile Kırım’ın ilhakı ve Suriye’ye yerleşmesi açık örnekler. Bu tablo karşısında ABD yönetimi ekonomik yaptırımları devreye soktu ve petrol fiyatlarını düşürerek hem İran’ı hem de Rusya’yı mali açıdan zor durumda bırakmaya çalıştı.

İran korkusu paraya tahvil edildi

Rusya’ya karşı alınan bu önlemler İran için de geçerliydi. ABD-İran ilişkilerini belirleyen temel gelişme ise nükleer anlaşmanın imzalanmasıydı. Obama’nın bu stratejisi İran’ın 1979’dan beri gerçekleştirdiği en büyük yayılmaya da zemin hazırladı. Güvenlik doktrinini İran tehdidine endeksleyen Suudi Arabistan için yaptığı tek şey İran’ın saldırmayacağını garanti etmekten başka bir şey değildi. Görevden ayrılmadan hemen önce Obama’nın Suud’a yaptığı ziyarette “İran’la anlaşmanızı öneririm, başka formülüm yok” cümlesi ise ABD ile kurduğu ilişkiyi Suud yönetimine sorgulatan son işaretti.

Trump’ın seçimleri kazanması ABD’nin geleneksel müttefikleri olan Suudi Arabistan, İsrail ve Türkiye’de çeşitli beklentilere yol açtı. Ancak Trump’ın koltuğa oturduğu ilk günden itibaren statüko tarafından hizaya sokulması, dış politikada belirleyici bir adım atmasının da önüne geçti.

Henüz iktidara gelmeden önce Trump’ın İran’a karşı kullandığı sert söylemler İsrail ve Suudi Arabistan için memnuniyet vericiydi. Ancak seçildikten sonra Trump bu anlamda somut bir adım atmış değil. Bugünlerde İran ile imzalanan nükleer anlaşmasını Kongreye tekrar getireceğine dair haberler dolaşmakta. Onur meselesi haline getirdiği sağlık reformunu dahi Kongreden geçirememesi ve günden güne Kongredeki gücünü kaybetmesi Trump’ın bu adımda başarılı olup olamayacağını tartışmalı kılıyor. Sonuç olarak Trump’ın yaptığı tek şey, İran’a karşı sertleştirdiği söylemi Ortadoğu turunda paraya tahvil etmesi oldu. Yaklaşık 300 milyar dolarlık anlaşmalar karşılığında başta Suudi Arabistan olmak üzere Körfez ülkelerinin ne elde ettiği hala bilinmiyor.

Suudi Arabistan Kralının ziyareti tam da bu bağlamda anlam kazanıyor. Bu ziyaret, ABD’nin bıraktığı boşlukta güvenlik tehdidi algısı daha da yükselen Suudi Arabistan’ın yine bu boşlukta Ortadoğu’ya ağırlığını koyan Rusya ile yeni destek arayışı olarak özetlenebilir. Yeri gelmişken not edilmeli; ABD’nin boşluk bırakması, strateji değişikliğinden kaynaklanmaktadır. Ortadoğu’dan çekilmesi anlamına gelmemektedir.

Rusya-Suud yakınlaşması mı?

Bu ziyareti önemli kılan özellik yalnızca ilk defa bir Suud kralının Rusya’yı ziyaret etmesi değildi. Aynı zamanda verilen mesajlar ve mutabakata varılan stratejik anlaşmalardı. Suudi televizyonu El-Arabiya başta olmak üzere birçok uluslararası medya organı hem ziyareti hem de en önemli ve en somut stratejik gösterge olan S-400 anlaşmasını flaş haber olarak duyurdu. Ziyaretin ekonomik boyutu da olsa stratejik konular ve silah anlaşmaları ön plana çıktı.

Petrol fiyatları her iki ülke için oldukça önemli bir konu. 2012 yılından itibaren sürekli düşen petrol fiyatları her iki ülkenin ekonomisi için olumsuz bir unsur. Bu fiyat politikası özellikle Rusya ve İran’ın gelirlerini sınırlamak amacıyla ABD tarafından Suudi Arabistan’a kabul ettirildi. Yukarda özetlenen süreç ise Suudi Arabistan’ın beklentisini karşılamadığını gösteriyor. Bu durumda Suud yönetimi ile Rusya arasında deklare edilmese de petrol fiyatlarına ilişkin bir konsensüs oluşması sürpriz olmaz.

Toplam üç milyar dolara varması beklenen paketin en önemli kısmı silah anlaşmaları ve S-400 mutabakatı. İran’ın üç yıl önce S-300’leri alması ve Türkiye’nin S-400 anlaşması ile birlikte düşünüldüğünde bu mutabakat tipik silahlanma yarışını gösteriyor.

S-400’lere dair anlaşmanın detayları henüz bilinmiyor. Nihai imzaların atıldığına dair bir açıklama da gelmedi. Ayrıca bu tarz kapsamlı silah anlaşmaları her zaman pürüzlere gebedir. Bir başka deyişle bu mutabakatın planlandığı gibi devam edip etmeyeceği üzerinde şüpheler de yok değil. Ancak bunlar ayrıntılar. Rusya ve Suudi Arabistan açısından cevaplanması gereken temel sorular ise şunlar: En yakın partneri olan İran’la en gergin dönemini yaşayan Suudi Arabistan’a Rusya bu savunma sistemini neden verir? Suudi Arabistan Trump yönetimine rağmen mi Rusya ile yakınlaşmaktadır?

Suriye krizi ve değişen dengeler

Rusya’nın uyguladığı sert güç politikasının maliyetli bir strateji olduğu ve fakat buna karşın katma değer bir ekonomik sisteme sahip olmadığı biliniyor. En önemli geliri petrol ve doğalgaz satışından elde ettiği gelir. Dolayısıyla Rusya içinden geçtiğimiz kaotik ve çatışmalı dönemde yüzde 10 büyüyen silah pazarını yeni bir fırsat olarak görecektir. Uluslararası raporlara göre bu artıştan en fazla ABD yararlanmış. Ancak bu yıl S-400’lerin satışı ile Rusya’nın silah pazarındaki payının artması bekleniyor. Türkiye’nin ardından Suudi Arabistan’ın da S-400’lere talip olması bu anlamda önemli bir gösterge. Peşinden yeni taliplerin –örneğin İran- gelmesi sürpriz olmayacaktır. Özellikle petrol gelirlerinin önemli bir kısmını savunma alanına ayıran Suudi Arabistan, silah ihracatçısı Rusya için ideal bir müşteri konumunda.

Ancak Rusya-Suud yakınlaşması yalnızca ekonomik boyutla sınırlı değil. Rusya’nın Suriye’ye yerleşmesinden sonra bölgesel güç sayılabilecek İsrail, Mısır, Türkiye ve Suudi Arabistan Rusya ile daha fazla yakınlaşmaya başladı. Suudi Arabistan Kralının ziyareti de, Rusya’nın bölgedeki etkisini gördüğüne işaret ediyor.

Trump’ın İran’ı yüksek perdeden sorunsallaştırmasına rağmen Amerikan statükosu karşısında sürekli sendelemesi ve dış politikada belirleyici bir konuma gelememesi müttefiklerinin endişeleneceği bir noktaya geldi. Bu anlamda Trump’ın Suud yönetiminin İran’dan yana taşıdığı endişeyi dindirmesi kolay görünmüyor. Ayrıca Kuzey Kore’yi öncelik sıralamasında bir numaraya yerleştirmesi bu müttefikleri başının çaresine bakma arayışına iten bir faktör.

Suud Kralı’nın Putin’le ortak basın açıklamasında sarfettiği “İran’ın bölgeyi değiştirmesine izin verilmemeli” sözleri de Suud yönetiminin beklentilerine işaret ediyor. Bu sözler İran’la yaşanan gerginlik ve çatışmalarda Rusya’nın İran’a kaptırılmaması amacına matuf. Bunun yanında Suriye ve Irak’ın toprak bütünlüğünü savunarak bu krizlerde ABD siyasetinden ayrıştıkları mesajını da vermiş oldu.

15 Temmuz sonrası hızla ivme kazanan Türkiye-Rusya ilişkileri, İsrail’in Suriye’deki risklerden dolayı Rusya ile sürekli temas halinde olması ve Suudi Arabistan tarafından gerçekleşen son ziyaret Rusya’nın ağırlığının arttığına işaret ediyor. Ancak bu tabloya rağmen Rusya’nın bölgede tek başına belirleyici bir pozisyona geldiğini iddia etmek güç. Bu ziyaretin hemen öncesinde ABD yönetiminin Suudi Arabistan’la planlanan askeri tatbikatları iptal etmesi bu ziyaretten bir hoşnutsuzluk işareti olarak okunurken, ziyaretten hemen sonra ABD Dışişleri Bakanlığı’nın Suud’a 15 milyar dolarlık savunma anlaşmasını onaylaması ise ABD-Suud ilişkisinin kendi düzeleminde devam ettiğine işaret. Bütün bu gelişmeler bir yandan belirsizlik döneminin işaretleri, öte yandan bölgesel ve ikili ilişkilerin tek bir faktörle açıklanmayacağının açık göstergesi olarak okunabilir.

[Ortadoğu'’da otoriteryenizm, demokratikleşme, asker-sivil ilişkileri alanlarında çalışan İstanbul Medeniyet Üniversitesi öğretim üyesi Veysel Kurt, aynı zamanda SETA Stratejik Araştırmalar Direktörlüğü'nde görev yapmaktadır] 

İlginizi Çekebilir

TÜM HABERLER