Virüs 80 yıldır aramızda!
Güncel“Koronavirüs bundan 80 yıl önce tanımlanan bir hastalık. Salgın zamanla mutasyona uğradı. Kılık değiştirdi. Korkulduğu kadar öldürücü değil. Yakalananların
Türkiye en az etkilenen dört ülkeden biri de olsa koronavirüs salgını hepimizi ciddi biçimde ürkütüyor, bazen evhamlara ve olmadık “tedbir”ler almamıza yol açıyor. Oysa öncelikle bu tür salgınlarda panik olmamak en önemli direnç noktasını oluşturuyor. Bunun yolu da bilgilenmekte ve bu bilgiyle de soğukkanlı hareket etmekten geçiyor. Bu yüzden Sağlık Bilimleri Üniversitesi Öğretim Üyesi ve Enfeksiyon Hastalıkları Uzmanı Prof. Dr. İlyas Dökmetaş ile konuştum ve aklımdaki tüm soruları ona sordum. Verdiği cevapları da buradan paylaşıyorum.
∂ Dünya Sağlık Örgütü (DSÖ) koronavirüs salgınının merkez üssünün Avrupa olduğunu bildirdi. Ne demek istedi, Avrupa ile mi başladı bu salgın?
Hayır, DSÖ bazı konularda geç kaldı. Türkiye Cumhuriyeti Devleti bu konuda çok daha ciddi adımlar attı. İlk olay geçen yılın aralık ayı başında Çin'de başladığında DSÖ “Çin için yüksek risk, dünya içinse sadece risk” diyordu. Pandemiye hiç girmedi, acil durum hiç ilan etmedi. Ama çok kısa süre sonra Çin'in hemen komşularında; Güney Kore ve Japonya'da artışlar oldu. Baktı DSÖ iş ciddiye biniyor, bu kez yeni bir açıklamayla “Dünya için de yüksek bir risk” dedi. Çin çok sıkı önlemler aldı. Sonunda Çin'deki yangın söndürülebilme noktasına geldi. Her gün hasta sayılarına binlercesi eklenirken son günlerde 8 ve 10'lara düştü. Dünya ise bunu hafife aldı. Özellikle İran ve İtalya gibi ülkeler bu konuda başı çekiyor. Hastalık bu ülkelerde ortaya çıktığında Sağlık Bakanı'mız Fahrettin Koca bu ülkelerin sağlık bakanları ile görüştü ve onlara Çin'deki karantinayı önerdi. Bunu yaparsanız sınırlarımızı kapatmayız dedi. Kum kentini işaret etti özellikle. İran'ın yöneticileri ise “Bunlar Orta Çağ'dan kalma yöntemlerdir, burası dinî bir merkez bunu yapamayız” dediler. Sonunda onlar da geri adım attıklarında iş işten geçmişti. Aynı şekilde İtalya da “Sağlık sistemimiz çok iyi biz zenginiz ve bunun üstesinden geliriz” diye düşünüyordu ama nüfusu çok yaşlı olan İtalya'da salgın gecikmedi. İspanya'da da olağanüstü hâl ilan edildi… Fransa, Almanya, İsviçre ve diğer ülkeler de öyle. DSÖ de bu durumda gelen yeni hastaların yüzde 80'i Avrupa'dan çıkınca Avrupa'yı salgının merkezi ilan etti.
∂ Çin'deki örnekten devam edelim Hocam. Çin'deki yangın söndürülüyor ama yeniden alevlenmezse.
Evet yangın sönüyor ama tedbirler gevşetilirse yeniden başlar. Bu bir orman yangını gibi. Eğer çevredeki ormanları da kontrol altında tutmazsanız bir kozalak oraya sıçrar ve devam eder.
∂ Bu hastalığın seyir durumu nasıldır? Nasıl başlar ve nerede pik yapar ve nerede sönümlenmeye başlar?
Koronavirüs bundan 70-80 yıl önce tanımlanan bir hastalık etkeni. Normalde bronşit, faranjit gibi tablolara sebep oluyor. Boğazınızda hafif ağrı, yorgunluk, hafif ateş gibi. Eskiden hep böyle seyrediyordu. Yani sakin bir virüs. Bu virüs 70-80 yıldır böyle seyrederken bir şeyler oldu. Küresel ısınma, gereksiz yere ilaç kullanımları, GDO'lu gıdalar ve hormonal etkileri, ülkelerin biyolojik savaş etkenleriyle uğraşmaları, çok kalabalık olmamız, sık sık yapılan yoğun seyahatler etkili oldu. Çok fazla şey yedik. Vahşi hayvanlar dâhil. Virüs zamanla mutasyona uğradı. Önce bir kılık değiştirdi. Normal bir özellikteyken, çok hastalık yapıcı değildi ve üst solunum yollarını etkiliyordu ve sonra alt solunum yollarını da etkilemeye başladı. Bundan 15 yıl kadar önceydi, gizemli zatürre hastalığı ortaya çıktı.
∂ Hangi hastalık bu ilk kez işitiyorum?
O zaman duyduğunuz adıyla SARS vakası. Yine 2003'de Çin'den çıktı. Ve dünya çok panikledi, öldürüyordu, çok yıkıcı ve bulaşıcı etkileri olacaktı. Bu koronanın ilk mutasyonuydu. SARS-CoV, 21 dendi. Misk kedilerinden insanlara geçti. Aslında bu virüsler mikroorganizmalar hayvanlarda hastalık yapıyor. Zoonotik enfeksiyon. Birçok hastalık vardır böyle. Brusella, şarbon, Malta humması, tüberküloz, veba gibi.
∂ Çinliler misk kedilerini yedikleri için mi Çin'de başladı bu SARS yani?
Hayır, daha çok yarasalarda var o dönemde bu mikroorganizmalar. Bir aracı olması lazım mutasyona uğramaları için. Yarasalardan kedilere ve kedilerden de insanlara bulaştı. Misk kedilerinin etlerini de yemiş olabilirler. Ondan sonra Suudi Arabistan'da MERS ortaya çıktı. Bu kez aracı hayvan tek hörgüçlü develerdi. Yani yine hayvanlarda hastalık görülüyor oradan insanlara geçiyor. Aslında hayvandan hayvana geçtiğinde bir problem yok. Hayvanda zaten hastalık yapıyor. Yapılan araştırmalar şunu gösteriyor. Kedilerde, yarasalarda ve diğer omurgalılarda sarılık, ishal ve bronşit yapabiliyor. Tavuklarda misal yapabiliyor ama öldürücü değil çok fazla. Onlar kendi içlerinde bunu düzeltiyor. Ama bu virüs onlardan insanlara bulaşırsa insanlarda hastalık yapıyor. MERS-CoV (Middle East Respiratory Syndrome Coronavirus)de çok ciddi seyretti. Ölüm oranı çok yüksekti onda. Neredeyse 100 hastanın 35'i ölüyordu . SARS'ta ise bu oran 100 hastanın 10'uydu. MERS'ten dünyada 774 kişi öldü. Sonra bu hastalık da sönümlendi. İnsanın direncinin artması ve virüsün genetik yapısında bir iyileşme meydana gelmesi. Aradan geçti 7 yıl şimdi COVID-19 adı altında karşımıza çıktı. Bunun için de adına Yeni Tip koronavirüs denmekte.
∂ Buradan hayvanlarla temasa, hayvan eti yemeğe ilişkin bir sınırlama getirilmesini düşünmek gerekir mi?
COVID-19'da hangi hayvandan insanlara geçtiğine dair yüzde 100 ispatlanmış bir gerçek yok. Yılan, yarasa, pangolin; pek çok hayvanın adı geçiyor ama hiçbiri tam anlamıyla kesin değil. Bizim önerimiz şu Türk vatandaşlarımıza: Yiyeceğiniz hayvansal ürünleri iyi pişirerek yiyin. Yani az pişmiş, içi kıpkırmızı etler olarak değil. Çıplak elle hayvanlara dokunmayın. Normal aşıları yapılmış kediniz köpeğiniz varsa onları tabii sevebilirsiniz. Ama sokaktaki hayvanlarla, vahşi hayvanlarla bir temas olursa ciddi bir sıkıntı doğar.
∂ Peki, koronavirüsün bulaşması nasıl oluyor?
İki yolla oluyor. Birincisi SOLUNUM ...
∂ Yani biz burada aynı havayı soluyoruz. Birimizde koronavirüs varsa diğerine geçer mi?
Solunumla bulaşan üç hastalık var. Suçiçeği, kızamık ve verem. Bunda ise daha ziyade temas. Yakındaki kişide varsa hastalık tükürük damlacıkları karşıdaki kişiye geçiyor. Ama diğer yolla da geçmez demiyoruz. Hani kapalı alanlarda çok fazla bulunmayınız diyoruz ya sebebi bu.
∂ Şu maske hikâyesi nedir, onu da konuşalım hocam.
Ben sabahları metroyla hastaneye gidiyorum. Ben bu yüzden maske kullanmıyorum. Neden çünkü şu aşamada Türkiye'de bir salgın yok. Çok hasta yok. Türkiye'de yüzlerle binlerle ifade edilen hasta sayısı ortaya çıkarsa ben o vakit maske takarım. Ama açık havada maske takılması da gerekmiyor.
VİRÜS CİLTTEN İÇERİ GİRMİYOR
∂ Diyelim ki bizler evhamlı insanlarız, İnsanlarla aynı ortamdayız el sıkıştık falan. İçimize de bir şüphe düştü. Ne yapmalıyız?
Birincisi solunum ve tükürük parçacıkları demiştik. İkincisi el teması. Elinizi ağzınıza burnunuza ve gözünüze götürmeyin. Ha bu arada bu hastalık virüsü ciltten içeriye girmiyor. Yani elinizle ayağınıza, boynunuza ya da yüzünüzün bir yerine dokundunuz. Ciltten içeriye girmez. Neresinin tehlikeli olduğunu söyleyeyim. Mukozolara değmemesi gerekir. Gözünüzü ovuşturdunuz, burnunuzun içine parmağınızı soktunuz, dudaklarınızın içine elinizi soktunuz. İşte o zaman mikroorganizmaları vücudunuzdan içeriye sokuyorsunuz. Bunu yapmadınız, gittiniz evinize ellerinizi usulüne uygun biçimde en az 20 saniye sabunla yıkayacaksınız. Benim önerim herkes evinde otursun, şu salgın sönene kadar. Panik olmadan. Bulaştırıcılığı yüksek olan bir virüs var ortada çünkü. Bir kişi dört kişiye bulaştırıyor. Yoksa bu hastalık öldürücü değil korkulduğu kadar. Yüzde 97'si yaşıyor hastaların.
∂ Hocam bir de burna tuzlu karbonatlı su çekin, bu suyla gargara yapın deniyor.
Anlamı yok. Gereksiz. Çünkü o tuzlu su tahriş de edebilir, sıcak su zarar da verebilir. Ama yüzünüzü sabunlu suyla bir yıkayabilirsiniz, iyidir.
∂ Diğer soruya geçiyorum. Yaz gelince bitecek mi?
Zannetmiyorum. Bitmez, azalması beklenir. Yazın şöyle bir faydası var. Açık havada durabiliyorsunuz, riski azaltıyor. Dış ortamda virüs canlılığını kapalı ortamlara göre daha kısa sürede kaybeder. Artı güneş ışınları da yani ultraviyole ışınları da virüsü öldürmede etkili.
∂ Bir de şu soru var. Kış döneminde virüs parçacığı daha uzağa gidiyor, yaz döneminde ise mesafe kısalıyor.
Bu virüsün özelliği şu. Zarflı bir RNA virüsü ve büyük bir virüs. Yaz ya da kış farketmiyor 1-1,5 metre uzağa gidebiliyor. Bu yüzden mesafenizi doğru ayarlayın diyoruz.
∂ Şimdi hocam aklımıza takılan bir diğer soru. Koronavirüs kaptığınızın belirtisi olarak biri diyor ki yüksek ateş olur, bir başkası da diyor ki düşük ateşle seyreder. Hangisine inanacağız bunun?
İkisi de doğru. Şöyle diyoruz. COVID-19 yüzde 85 hafif formda seyreder. Ateş yok yani. Biz bunun için diyoruz ki şikâyeti olmasa bile yurt dışından gelenleri karantinaya alıyoruz. Hastalığın başlangıç dönemi de olabilir, ateş olmayabilir. Sessiz geçebilir.
∂ Peki, ateş ne zaman başlıyor?
Ateş, hastaların yüzde 15 kadarında var, yüzde 85'inde yok.
∂ Yani ateş olanlarda artık virüs akciğere inmiş ve nefes almada güçlüklere sebep oluyor, doğru mudur?
Aynen öyle. Artık akciğerde hasar yapmaya başlamış ve daha da ilerlemiş. Buna bağlı olarak da virüs akciğere indikten sonra orada inflamasyon oluyor, kuru öksürük başlıyor. Ve bu bakteriler olmadığı için de balgam olmuyor. Balgamsız bir kuru öksürükten söz ediyoruz. Akciğerde sıvı birikmesi oluyor. Akciğer yeteri kadar oksijeni alıp veremiyor. İşlevini yitiriyor ve sonucunda da kişiler sık sık nefes almaya, nefes almada yetersizlik çekmeye başlıyor. Siyanoz (morarma) dediğimiz şey oluyor çünkü oksijensiz kalmış oluyor.
∂ O hâlde bir vatandaş, kendisinde hangi belirtileri gördüğünde doğrudan doğruya hastaneye gidip bende COVID-19 var demeli dir. O belirtiler nelerdir?
Şöyle yapalım, siz diyelim ki Hollanda'dan geldiniz. Kendinizi 14 gün karantinaya aldınız ama beşinci gün ateşiniz çıktı. Öksürüğünüz, kas eklem ağırınız ve solunum sıkıntınız başladı. Yapacağınız ilk işlem bir tane cerrahi maske takmak ve hastaneye geçip acile gelirsiniz. Bizim burada yaptığımız şu. Sizi diğer hastalardan ayırıp farklı bir odaya alıyoruz. Hekiminiz sizi orada muayene ediyor. Kan testleriniz yapılıyor akciğer filminiz çekiliyor. Baktık ki onlarda da korona ile ilgili bulgular var. Bu durumda sizin burun ve boğaz sürüntünüzü alıyoruz. Bu sürüntüler, İstanbul, Ankara ya da Erzurum'daki üç test merkezinden birine gönderiliyor. Oralarda bu virüs görülürse hastayı ayrı bir odaya alıp destek tedavileri uyguluyoruz. Eğer ağırlaşmışsa yoğun bakıma alıyoruz. Bu arada sıtma ve HIV için uygulanan bazı ilaçlar var. Bu ilaçların virüsü baskılayıcı etkileri görüldü. Onlar da uygulanıyor.
∂ Kısacası devletin görevleri var, bireylerin de görevleri var. Bu durumda bireylere gelelim. Elimizi günde en az 5-6 kez minimum 20 saniye yıkacağız öncelikle.
Ben sayı vermek istemiyorum. Gerektiği anda yıkayalım. Örneğin yemeğe gidiyorsunuz öğle vakti. Yemeğe gittiğinizde ellerinizi yıkayın. Yemekte karşılıklı oturduğunuz bir kişi varsa dikkatli olun. Bizler misal, bir hastadan diğerine geçerken ellerimizi dezenfekte ederiz. Siz biriyle görüştünüz, elini uzattı, ayıp olmasın diye siz de elinizi uzattınız. O zaman bir fırsat bulun ve elinizi yıkayın. Sabun ve suyla.
∂ Bildiğimiz el sabunu değil mi bu. Sıvı sabunda ısrar edenler var.
Sıvı sabun ya da kalıp sabun. Kalıp sabun çok etkili. Kolonya da en az 70 derecelik olmalı. 60 diyenler de var ama bizim klasik yaklaşımımız 70 derece ve üzeri. Veya alkol bazlı dezenfektan.
NİÇİN BU KADAR ÖNEMSENDİ?
∂ Deniliyor ki dünyada normal gripten 600 bine yakın insan ölüyor ve bunun lafı bile edilmiyor. Niçin bu virüs bu kadar önemsendi?
Şöyle. Birincisi mevsimsel grip her yıl karşılaştığımız bir olay. Yüzyıllardır bu böyle. Bağışıklık düzeyi düşük olanlarda ölümler oluyor ama pek çoğu da hastaneye yatırılıyor ve biz onları tedavi edip taburcu ediyoruz. Ama bu koronanın ne aşısı var ortada ne de ilacı. Çoğalması da logaritmik olarak artıyor.
“BİYOLOJİK SİLAH FİKRİNE KATILMIYORUM”
∂ Şöyle yaygın bir inanış var. Bu virüsler laboratuvar ortamında üretiliyor. Bir ilaç şirketini yüz milyarlarca dolar ciro yapmasını sağlayacak bir ortam oluşturuluyor. Bu virüsler biyolojik savaşlar için enstrümantalize ediliyor. Katılır mısınız buna?
Şöyle diyebiliriz. Bu tür mikroorganizmalarla laboratuvar ortamlarında değişik varyasyonlar ve işlemler yapılabilir. Devletler de bunu hazırlıyor. Aslında Birleşmiş Milletler'in biyolojik silahlar blokajı ile ilgili bir kararı var. Artık biyolojik silah üretmeyelim deniyor. Ama biz biliyoruz ki ABD, Çin, Rusya ve İsrail gibi ülkelerde biyolojik silahlar var. Hazırda da bekletiyorlar. Gerektiğinde de bunları kullanacaklar da.
Ama bu koronavirüs biyolojik silah mı? Ben bu fikre çok katılmıyorum. DSÖ'nün belirttiği, bilim insanlarının da söylediği biyolojik silahlarla ilgili üç sınıf var.
Birincisinin içinde şarbon, veba gibi etkenler var. Mesela ikiz kulelerden sonra zarflarla şarbon sporları gönderilmişti hatırlarsanız. İkinci grupta Toksiyella, Brusella hastalıklarının etkenleri var. Üçüncü grupta da tüberküloz ve kaynağı fare ile benzeri kemirgen hayvanlar olan hanta virüs gibi etkenler var. COVID-19 biyolojik silah etkeni değil. Ama insanlar bu mikroorganizmayla oynayabilir mi? Bunu da yapmak isteyebilirler mi olabilir tabii. Biyolojik silahın şöyle bir tarifi vardır. Bir ülke ya da bir grup tarafından geliştirilir, hedef bir ülke tanımlanır, o bölgede etkili olması istenir. Sana dönmemesi için de aşısı bulunur önceden. Peki burada ne oldu? Tüm dünyaya yayıldı. Benim bu konudaki düşüncem şu. Bu mikroorganizmanın zaman içerisindeki evrimi, mutasyona uğraması. Koronavirüstü, mutasyona uğradı SARS oldu, sonra MERS oldu şimdi de COVID-19 oldu. Ama şimdi bakıyoruz ABD bu iş için 50 milyar dolar para ayırdı. Çünkü ABD'de de büyük bir salgın var.
İlginizi Çekebilir