AK ZAMBAKLAR ÜLKESİ TOKAT, ŞEHZADELER ŞEHRİ AMASYA
Türkiye Yazarlar Birliği(TYB) Konya Şubesince her yıl düzenlenen, “Söz Uçar Yazı Kalır” başlıklı gezi projemizin bu yılkı durağı Tokat ve Amasya illeriydi. Geziye Ak Parti Milletvekili Ahmet Sorgun, TYB Konya Şubesi Başkanı Ahmet Köseoğlu, önceki yıllarda başkanlık yapmış olan Mustafa Çalışkan, M.Ali Köseoğlu, Bekir Şahin, Prof. Dr. Hayri Erten ve TYB üyeleri katıldılar. Katılımcılara ve bize mihmandarlık yapan Tokat Belediye Başkanı Eyüp Eroğlu’na teşekkür ederiz.
Türkiye Yazarlar Birliği(TYB) Konya Şubesince her yıl düzenlenen, “Söz Uçar Yazı Kalır” başlıklı gezi projemizin bu yılkı durağı Tokat ve Amasya illeriydi. Geziye Ak Parti Milletvekili Ahmet Sorgun, TYB Konya Şubesi Başkanı Ahmet Köseoğlu, önceki yıllarda başkanlık yapmış olan Mustafa Çalışkan, M.Ali Köseoğlu, Bekir Şahin, Prof. Dr. Hayri Erten ve TYB üyeleri katıldılar. Katılımcılara ve bize mihmandarlık yapan Tokat Belediye Başkanı Eyüp Eroğlu’na teşekkür ederiz.
Yöreyi adım adım adımlarken bin küsur yıllık tarihi de satır satır yaşadık, desem hiç abartı sayılmaz. Amasya’daki İngilizce öğretmeni rehberimiz Orhan Akdeniz olsun, Tokat’taki Tokat tarihini hıfzetmiş Müze Müdürü Hasan Erdem bey olsun Selçuklu tarihinden Osmanlı tarihine; Osmanlı tarihinden Cumhuriyet tarihine ve günümüze kadar oldukça detaylı bilgiler verdiler. Sağ olsunlar.
Kaleme aldığım bu gezi yazımda rehberlerimizin anlattıklarının biraz dışına çıkıp anlatılmayanları anlatırken anlatılanlara da kısa kısa değineceğim. Yanı sıra belleğimde sessiz sessiz istifli duran destanları ise kâh öykü tadında, kâh araştırma tadında ve bir o kadar da tarihi gerçeklikle örtüştürerek, gezi anlarına dönüşler yaparak aktaracağım.
Akzambağın çokça yetiştiği Tokat şehrinde, özellikle caddeler akzambak figürlü ışıklarla ışıl ışıl aydınlatılmış. Elektrik direklerinde ışıyan akzambak figürleri bir an Grigory Petrov’un, “Beyaz Zambaklar Ülkesinde” adlı romanı çağrıştırdı… Cumhuriyetin ilk yıllarında, okullarda okutulması önerilen ve müfredata alınan, “Beyaz Zambaklar Ülkesi” adlı romanda, kayalıklar ülkesi olarak adlandırılan Finlandiya’da tüm halkın aydınından, köylüsüne; subayından, memuruna; din adamlarından, öğretmenlerine kadar herkesin omuz omuza vererek ülkeyi kalkındırmalarını anlatıyordu...
Tokat’ı dolaşırken gözlerim geçmiş yüz yılları kuşanarak Tokat Kalesi’nde gezinmeye başladı… Sarp kayaların üzerine dimdik oturtulmuş surlar, kendiliğinden oluşmuş bir hisar gibi uzanıyordu… Danişmend Gazi tarafından fethedilerek ilk defa Türklerin eline geçip Türk yurdu oluşu, iç kale içinden aşağıdaki şehre kadar inen iç geçit… Birden bire bu kalede esir tutulmuş olan Drakula sanki bütün korkunçluğuyla gözlerimin önünde canlanıverdi; yerin altına doğru uzayıp giden bir tünelin iki yanı meşalelerle ışıyordu. Ağzı demir parmaklıklarla örülü bir hücrede esir tutulan Drakula(Kazıklı Voyvoda III.Vlad)’nın üzerinde kara bir pelerin vardı ve boynunda ejderha resmi olan bir madalyon taşıyordu. Demir parmaklıkları pençeleriyle kavramış böğürür gibi bağırıyordu. Babasına kızıp söyleniyor, kendisini ve kardeşi Radu’yu Türk sultanına bağlılığını ifade etmek maksadıyla Türklere gönderdiği için lânetler ediyordu. O sırada bir asker hücreye giriyor yiyecek veriyordu ama o yiyeceklere bakmadan askeri parçalayıp ciğerini yemeye, kanını içmeye başlıyor, askerin getirdiği ekmeği akan kana batırıp yerken, ”Ben, Ejderha”, “Ben, Drakula” diye çığlıklar atıyordu. Sonra nasılsa zindandan kaçıyor insanlara, özellikle de Türklere işkence edip kazığa oturtarak öldürüyordu. Fatih Sultan Mehmet ise Drakula’yı bir sazlıkta sıkıştırıp perişan ediyordu. Sonra Yıldırım Bayezid, sonra Yavuz Sultan Selim Tokat’a geliyordu. Kısacık bir an diliminde geçmiş yaşanmışlıklar gezindi muhayyilemde...
Zihnim tarihin zaman tünelinde gidip geliyorken bir taraftan da TYB’li yol arkadaşlarımla birlikte Tokat’ı adımlıyorduk. Şehir öylesine tarihi eserlerle doluydu ki adeta devasa bir açık hava müzesiydi. Yüz on iki odalı Taş Han; II.Bayezid’in annesi Gülbahar Hatun için yaptırdığı Hatuniye Camii; Tokat Kalesi eteklerinde, Kışla Mahallesi Sulu Sokak’taki zengin Şehir Müzesi; çok enteresandır, tarihinde ilk ve müstakil bir yapı olan Ali Tuğsi’nin yaptırdığı bir cami büyüklüğündeki “Sık Dişini Helâsı”; Danişmendlilerin yaptığı Ulu Camii; Tokat Mevlevihanesi; Hıdırlık Köprüsü; medreseler, müzeler, köşkler, yazma eserlerle dolu kütüphaneler; zamanında şifa dağıtan bimarhane… Hepsi bakımlı ve zengin, hepsini anlatmaya sayfalar yetmez. “Neden bu kadar zengin bir tarihe sahip?” Sahip işte… Çünkü yüz yıllar boyunca İpek Yolu üzerinde olmasının yanı sıra Tebriz’den, Bağdat’tan, Mezopotamya’dan gelip Sinobiyye (Sinop)’ye, Samiyye(Samsun)’a, Kostantiniyye(İstanbul)’ye, Helenlere, Romalılara, Bizans’a, giden yolun en önemli duraklarından olmuş bir yerleşim yeri. Bir zamanlar yalnızca yol güzergâhında bulunan bir Roma Kalesi iken hemen doğusundaki putperest bir merkez olan, Komana kentinden İseviliği kabul eden ilk insanlar, inançlarına yapılan baskı sebebiyle Komana’dan ayrılarak, Dükiyye(Tokat) Kalesi etrafında, imparatoriçe Eudoksi’nin himayesinde bu kenti kurmuşlar…
Şehir Müzesi bahçesinde soluklanırken Tokat Belediye Başkanı Eyüp Eroğlu da bize katıldı. TYB Konya Şubesi Başkanı Ahmet Köseoğlu kendisine TYB’nin yayınlarından hediye etti. Başkan Eyüp Eroğlu Tokat hakkındaki bilgilerimize bilgiler ekleyerek Hıdırlık Köprüsü yakınında ırmak kenarında bulunan belediyenin tesislerinde TYB’li yazarları ağırlayarak Tokat belediyesinin yayınlarından hediye etti ve bizleri uğurladı. Hz.Mevlâna’nın, “Tokat’a gitmek gerek. Çünkü Tokat’ta insan ve iklim mutedildir” dediği gibi Tokat’ı gezip görmek gerek…
Tokat’tan sonra yol arkadaşımız Cemil Paslı’nın memleketi olan Zile’de panoramik kısa bir gezi yaptık; 2055 yıl önce Roma İmparatoru Julius Sezar’ın Pontus kuvvetlerini yenilgiye uğratıp Karkariyye(Zile)’de “Vene, Vidi, Vici” (Geldim, Gördüm, Yendim) diyerek tarihe geçen meşhur sözünü hatırladık...
Gezimizin ilk durağı Amasya olmuş olsa da Amasya’yı anlatmayı en sona bırakmamın sebebi biraz daha detaya inmek içindi. İris Suyu(Yeşil Irmak) kıyısına kurulmuş olan Amasya, doğa güzelliğiyle, tarihiyle hepimizi büyüledi ama benim için daha bir güzeldi. Amasiyye(Amasya)’deki Ferhat ve Şirin; adımladığımız delinen dağ gibi Amasya’da da Efrumiyye-Artuhi aşk halkasının felsefi arka planını gördüm; fevkalâde enteresan, istisnai ve benzersiz bir aşk öyle bir noktada mevzilenmişti ki adım adım… Yanı sıra Malazgirt Savaşı sonlarındaki aradalığı, şânına yakışır bir şekilde betimlemek… İşte bu tarihi kavşakta konuşlanırken Artuhi ve Efrumiyye’nin ruhlarının çığlık çığlığa adeta çılgınca haykırdıklarını hissettim... Bu çılgın çığlıklara kulak vererek savaş meydanlarını titreten sıra dışı savaşçı kadın Efrumiyye ve yiğit Artuhi’nin buraların Türk yurdu olması için efsanevi kişilik Dânişmend Melik Ahmed Gazi’yle birleşen yollarını görür gibi oldum… Bu üç yiğidin farklı heyecanlar yaşatan fetihlerini düşündüm. Öyle ki Amasya Beyi Şah Şaddat’ın savaşçı kızı Hristiyan Efrumiyye’nin en az bir Türk kadar, Türklük ülküsüne âşık olup Türk-İslam davası uğruna çarpışması hele hele Türklere kan kusturan babası Şah Şaddat’ın kalbine ilk oku atarak Amasya Kalesi’nin kalbinde de bir gedik açması… Türklerin Anadolu’yu yurt edinmeleri için son nefeslerine kadar mücadele etmesi; eski nişanlısı olan Rum İmparatoru’nun yeğeni Nastor’u atından düşürüp sürüklemesi; Türk halkının bu iki kahraman âşığı minnetle anıp günümüze dek kulaktan kulağa ses olup aktarması…
Yaşanmışlıklar, her karış toprağın kanla sulanmışlığı, duygulandırıp geçmişin içine çektikçe çekti. Fethedilmiş, kanlar dökülmüş ve Türk yurdu kılınmış, destanlar yazılmış, kaybedilmiş, tekrar geri alınmış, yıllar geçmiş aradan genelgeler, tamimler yazılmış, Milli Mücadelede kıvılcımlar atılmış bu toprakları gezerken neler neler yaşamadım ki…
Kelama, kaleme, hesaba vurursak üç günlük bir kültür gezisinin yekûnuydu dağarcığımızda biriktirdiklerimiz. Tıka basa dolmuş dağarcığın ağzını açıp baktığımızdaysa neler neler yoktu ki… Ter-ü tazeliğini koruyan bin küsur yıllık bir tarih… Malazgirt Savaşı sonrası Anadolu’nun Türk-İslâm yurdu olma sürecinde yaşanan destansı fetihler, aşklar, kazanılan gönüller, kesilen başlar, amansız cenkler ve şehadetler… Tarihsel bir dekor içinde tarihin tat ve heyecanlarıyla sarmalanarak, epik manzumeler dizisinden beslenerek; giz ve gizemlerin edebi hazzını yaşatarak; gerçeğe ait temel motifleri koruyarak akmış bu günlere kadar gelmiş. Sanki dağarcığın içinden, kavurucu yaz sıcağında soğuk su içer gibi şehadet şerbeti içen yğitlerin tekbir sesleri semaya yükseliyordu...
Bu topraklar ki ilahilerle beslenmiş; ninnilerle dinlenmiş... Battal Gazi’den, Dânişmend Melik Ahmed Gazi’ye; Dânişmend Melik Ahmed Gazi’den, Sarı Saltuk Gazi’ye selam çakmış; Mevlânaca aşka yükselmiş; Yunuslayın çağıldamış… Yesevi’den gelen irşadla, ezan-ı muhammediyenin durağında soluklanmış, geleceğin şafağını sökmüş; Türk-İslam medeniyetinin fazıl ve irfan meclisi sofrasında hikmetler toplanmış, bin yıllık medeniyetin kuruluş temellerini atmış, yazdıkları kahramanlık manzumelerini bizlere bırakmış. Bizler de dilimiz elverdiğince siz okuyanlarımıza aktararak bu kahramanlıkların, bu vatan coğrafyasının nasıl vatan olduğuna bir nebzecik katkı sağlamak için metinler yazdık, sizlerin de okuyarak, okuduklarınızı araştırıp çoğaltarak evlatlarınıza, öğrencilerinize anlatarak katkı sağlayacağınızdan eminim… Sağlayın ki bu toprakların değer ve kıymeti bilinsin, sahip çıkılsın, unutulmasın, geçmişimiz geleceğimizin ışığı, deniz feneri olmaya devam etsin!..
Vefakâr, cefakâr Türk insanı, Anadolu coğrafyasını pare pare kesip biçip bir yurt hil’atı dikti ve geleceğe armağan edip giydirdi; o kahramanları ve kahramanlıklar manzumesini hiç unutmadı. Türk kilimi işler gibi işledi işledi ve nesilden nesle aktardı ki ceddimizin cenkleri geleceğin gençlerini de duygulandırsın, coştursun, diye… Bu toprakların, cedlerinin kanlarıyla sulanarak nasıl vatan kılındığı unutulmasın, ebediyen sahip çıkılsın, diye… Bu mübarek coğrafyada kurulan asil ve aziz vatanımızın mukaddes oluşu, doğuşunda dahi ilahi sırların sırlandığındandır. Ecdat o doğuş sırlarını asırlara nefes nefes zikretmiş, zerketmiştir. Bu ilahi zikrin ulvi sesi ve nefesi vatan topraklarımızda buram buram kokmaktadır.
Videolar için YouTube kanalımıza abone olmayı unutmayın!
BUNLARA DA BAKABİLİRSİNİZ
- 0SEVDİM
- 0ALKIŞ
- 0KOMİK
- 0İNANILMAZ
- 0ÜZGÜN
- 0KIZGIN
Yorum Yazın
E-posta hesabınız sitede yayımlanmayacaktır. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişdir.