İZ BIRAKANLAR
Yüksel Özkasap
(d. 28 Aralık 1952, Malatya),
Türk sanatçı.
İlk ve orta eğitimini Malatya'da tamamladı. Ortaokul yıllarında mandoline merak sardı. 1965 yılında Malatya Ticaret Lisesi'ni yarıda bırakarak İstanbul'a gitti. Prof. Cemil Demirsipahi'den keman dersleri almaya başladı. 1966 yılında Almanya'ya göç ederek Köln'e yerleşti. Dönemin plak şirketi sahibi Yılmaz Asöcal ile tanıştı ve ilk 45'lik plağı Gülom'u yaptı. Beyaz Atlı plağı, Türkiye'de 1 milyon barajını zorlayarak bu alanda en çok satış yapan dört 45'lik arasında yer aldı. 1960'lı yıllarda Almanya'da "Köln Bülbülü" lakabıyla tanındı. Yüksel Özkasap, memleket hasreti nedeniyle birçok parçasında Türkiye'ye olan özlemini anlatan gurbeti ve ayrılık acısını işledi.
……………….
'Köln Bülbülü'
Melih YILMAZ
1960’lı yılların ikinci yarısındayız.
“Her mahallede bir milyoner!” oluşturmaktan vazgeçip Devrimci ve Turancı yetiştirdiğimiz zamanlar. Ver ha dünya sorunları ile hemhâl olup burnumuzun ucunu göremediğimizden rütbelilerin bıçaklarını bilediklerini de hissetmediğimiz bir acayip vakitler.
O vakitler 2. Dünya Savaşı’nı en altta bitirip derisi kemiğine, kemiği iliğine yapışmış Almanya, kendini epeyce bir toplamış, hatta epeyce topladığı için ağır sanayiye geçip işçileri yetişmediğinden dolayı üçüncü (ne üçüncü, sonuncu) dünya ülkelerinden Kunta Kinte toplamaya çalışmaktadır.
1970’li yıllara bir veya birkaç yıl kala, ağzındaki dişlerine kadar kontrol edilip Alamanya’ya yollanır Anadolulu Mehmet. Ardından on binlerce Mehmet yollanır Avrupa’ya, hizmet etsin diye onlara.
Yalnız, bu Mehmet’ler köyünden başka bir yeri, örneğin bırakın İstanbul’u, bağlı bulunduğu vilayeti görmeden, oralarda yaşamadan, birdenbire kendilerini bambaşka bir kültürün, bambaşka bir coğrafyanın içinde bulurlar: İlleri var bizim ile benzemez, dilleri var bizim dile benzemez!
Zor yıllardır. Yaban ellerde çalışıp “elin ağzının kokusunu” çektiği yetmezmiş gibi Kapıkule’den başlayıp köyünde biten bir sömürünün de ilk kurbanlarıdır onlar. Malum, Alamancıların çektiği sıkıntıları anlamakta zorluk çeken, onları parababası olarak gören buradakiler, adım attığı her yerde onlardan ekonomik anlamda yararlanma derdindedir; en azından bir paket yabancı sigara cebine konmadıkça hiçbir işleri yapılmazdı desem abartılı mı olur acaba? İnanmazsanız sorun çevrenizde hâlâ var olan Alamancılara.
Edebiyat ve sinema dünyamız, bu Alamancıların dramıyla doludur 1970’lerden beri.
İşte Adalet Ağaoğlu’nun Fikrimin İnce Gülü adlı romanından uyarlanan ve başrolünü hemşerimiz İlyas Salman’ın oynadığı Sarı Mercedes filmi… Tunç Okan’ın Otobüs’ü…
Edebiyat dünyasından da epeyce örnek verilebilir. 1965 TİP Malatya Kongresi’ne de gelen ve özellikle Akçadağlılarca sevilip romanları eleştirilen Fakir Baykurt, Asya adlı romanında Malatya’dan izler bulunan Demirtaş Ceyhun, Üç Tekerlekli Bisiklet öyküsü Yılmaz Güney tarafından Baba adıyla filme aktarılan Bekir Yıldız yurt dışında işçi olarak çalışan yurttaşlarımızın dramlarını anlatan yapıtlar üretirler.
Ancak bu film ve edebiyat yapıtlarının öznesi olan “Alamancılar” filme ve özellikle okumaya uzak insanlardır. Sabahın köründe yaşadığı barakalardan, suyu akmaz evlerden işe gidip anası ağlayıncaya kadar çalışıp evine dönen işçimiz, “Dün akşam kaldığım yerden Yaşar Kemal’in İnce Memet’ini okumaya devam edeyim bari!” ya da “Bu akşam Günter’in sinemasında Belgin Doruk ve Zeki Müren’in filmi oynayacakmış, kalk hanım sinemaya gidelim!” diyemezdi haliyle. Üstelik okuma yazma bile bilmiyordu çoğu. Çok gerekliyse bir ilkokul diploması uydurmuşlardı. Sanat ve edebiyat kalburüstü insanların işidir efendim.
Köyünden, yaşadığı coğrafyadan ayrılmak zorunda kalmış insanların yarasına merhem olacak tek şey türkülerdi.
Türkülerin yer aldığı nesneler de plaklardı. Plakların çalındığı pikaplar da her evde bulunmuyordu; üstelik plaklar ülkemizde modaydı; Avrupa’da değil. Çünkü “bant”lar çıkıyordu; nam-ı diğer kasetler.
Kasetlerdeki türküleri dinlemek için de gerekli olan tek şey şu an atılmadıysa, bozulmadıysa, torun tosun tarafından vidaları sökülüp içlerindeki ıvır zıvırlar parçalara ayrılıp birleştirilemediğinden can çekişmekte olan, evlerimizin en zula yerlerinde bulunan, belki çekyatın en dibinde bir yerlerde kendine yer bulmuş teyplerdi.
Teybe taktın mı bandı, bir anda memlekette oluverirdin.
Pikaplar da vardı tabii, ama plaklar biraz daha hassasiyet isteyen araçlardı. Üstelik kasetler silinebiliyordu; üzerine yeni kayıtlar yapılabiliyordu. Birisi aldı mı bir türkücünün kasetini, boş kasetlere çoğaltılabiliyordu. Aşırmacılık ruhu eskiden beri vardır efendim bizde.
İşte o yıllarda Malatya’da yaşayan Yüksel adlı bir hanım kızımız vardı.
Hanımların yaşından laf edilmez! Hanımlar on beşinde de yetmiş beşinde de hanımefendidir.
Babasının görevinden ötürü ilk ve orta öğrenimini Malatya, Muş, Ankara ve İstanbul’da tamamlar. Rivayet odur ki bu hanımefendi kızımız 1966/1970 yılları arasında Malatya’da Kernek ve Hürriyet Gazinolarında da sahne alıp sesiyle Malatyalı aileleri büyülemiştir. İnsanın ruhunun içine işleyen bir sesi olan Yüksel Özkasap Hanımefendi lise yıllarında Cahit Sıtkı Tarancı ve Faruk Nafiz Çamlıbel hayranıdır. Bizce, bu saygın hanımefendinin zulasında gün ışığına çıkmayı bekleyen nice nice şiirler bulunmaktadır.
Ortaokul ve lise yıllarında sesinin güzelliğinden ötürü bir süre özel müzik dersleri alır. Bu müzik derslerine ilk plağı çıktıktan, yüz elli bin adet sattıktan sonra da devam eder.
Yüksel Özkasap, liseyi bitirince kuzeninin yanına Almanya’ya gider. Güya kısa bir gezidir bu. Gidiş o gidiş. Sesi herkesi büyüler ama o da yüreğini Yılmaz Asöcal’a kaptırır. Evlenirler. Bu evlilikten ilk plağının türküsü gibi bir Gülom kız, bir de babası gibi Yılmaz bir delikanlı dünyaya gelir.
Haydar Haydar türküsü (Lütfen, bir diğer sayfadan youtube’u açar mısınız?) ile yüreklerdeki yerini perçinleyen, mekânı cennet olası Ali Ekber Çiçek, Yüksel Özkasap kızımızdaki yeteneği keşfeder. Onun Gülom adlı ilk plağına divan sazıyla eşlik eder, vokalistlik yapar. Yüz elli bin sattığını yazmıştık daha önce.
Gurbetçiler (Bu söz gerçek anlamda yurtdışında yaşayanlar için söylenmiştir.), memleket özlemlerini –daha birçok türkücümüzün yanında- Yüksel Özkasap’ın kasetleriyle giderirler. Beyaz Atlı Şimdi Geçti Buradan (Youtube’u açmadınız mı hâlâ?) bir milyon adet satar. Dönemin ünlü türkülerini kendi yorumuyla hem gurbettekilerin, hem de gurbettekileri bekleyenlerin yüreğine işler. Hüzünlü bir sesi vardır. Ağlamaklı ama ağlamayan, hasrete, acılara direnen bir sestir bu. Kahverengi Gözlerin, İşte Gidiyorum Çeşm-i Siyahım, Almanya’ya Mecbur Ettin Yoksulluk Beni ve hemşerisi/hemşerimiz Fahri Kayahan’dan Ayrılık Ateşten Bir Ok, haklı olarak Köln Bülbülü sıfatını almasına neden olur.
Yurt içinde ve dışında birçok ödül de almış Sayın Köln Bülbülü; ama en iyi ödül halkının yüreğinde edindiği yer değil midir?
Bülbül, doğu kültürünün, bizim parçamızdır, canımız ciğerimizdir. Bülbüller, gül bahçesi içerisinde sevdiğine sabahlara kadar feryad ü figan edip kavuşamayan ve gül için canını veren efsanevi kuşlardır. Sesleri büyüleyicidir. Bülbül candır.
Köln de malumunuz, doğduğu toprakların özlemi içerisinde, hiç alışık olmadıkları kültür ortasında ekmek paralarını çıkarmaya çalışan insanlarımızın yaşadığı yerlerin timsalidir.
Köln Bülbülü de güllerin, güllerine kavuşmak için gün sayan bülbüllerin, ana, bacı, yâr özlemi içindeki insanların çığlığıdır.
Şimdi lütfen youtube’u açın; çalışan iseniz amirinize çaktırmayın, ola ki sıkıntı çıkar; ama bu sayfayı okuduğunuza göre… Neyse olmazsa bir müsait zamanda açarsınız youtube’u. Amir konumunda iseniz bir sıkıntı yok. Açın youtube’u ve arama kısmına Yüksel Özkasap yazın. Evde ya da özel işinizdeyseniz veya çalışma saatleri dışında iseniz şu an, serbestsiniz demektir. Eğer bencileyin ellili yıllara yakınsanız ve de geçiyorsanız mutlaka tanıyorsunuz Hanımefendiyi ve en az bir kez dinlemişsinizdir.
Yazıya hürmeten bu satırlara kadar gelme sabrını gösteren kırk, otuz yaş altı gençlerseniz ve de hiç duymadıysanız ya da az duyduysanız Yüksel Özkasap adını lütfen youtube’a başvurunuz.
Malatya’nın ve ülkemizin nice nice değerlerinden yalnızca biridir Sayın Yüksel Özkasap Hanımefendi.
Hayatın koşuşturmaları arasında, bir dinlenme anında anımsayıverdim birden bire; sonra sandıktan çıkardım kasetleri. Teypte dinlemeye çalıştım; bozuk çıkıyordu sesler. Youtube’a başvurdum. Saatlerdir dinliyorum. Dinleye dinleye bu yazı çıktı ortaya.
Paylaşayım dedim sizlerle…
………………
Almanya’ya mecbur ettin yoksulluk beni beni
Yüksel Ercan
1960’lı yıllarda Almanya’ya çalışmak için giden ilk grubun arasında bulunan sanatçı Yüksel Özkasap’ın “Ayrı düştüm vatanımdan Yurdumdan/Sermayem yok servetim yok elimden/Bilinmiyor yoksulların dilinden/Almanya’ya mecbur ettin yoksulluk beni beni” şeklinde seslendirdiği eseri Almanya’da bir gün bile kalıp bilmeyen Türk vatandaşı nerede ise yok gibidir.
Sınırları içerisinde 3 milyondan fazla vatandaşımız yaşadığı Almanya ile ilgili olarak son dönemlerde “kimin işine yarayacağını anlayamadığımız” sıkıntılar yaşanıyor, 1960’lı yılların başından itibaren adeta “Kapı komşu” olarak bildiğimiz Almanya ile aramızın bozulacağına aslında hiç kimse inanmıyor.
Bizimde gençlik yıllarımızda Eğitim yapmak amacı ile uzun sayılabilecek bir süre ikamet ettiğimiz Almanya’nın durumu 1960’lı yıllarda aşağı yukarı bizim gibi iken geçen 50 yıldan fazla bir sürede nasıl dünyanın en büyük ekonomilerinden birisi olduğu ve bizim neden bu kadar gerilerde kaldığımızda asıl araştırılması gereken konuların başında geliyor.
Süreci şöyle bir hatırlamakta fayda var, Türkiye ile Almanya arasında imzalanan Türk İşgücü Anlaşması ile 31 Ekim 1961`de Almanya`ya Türk işçi göçünün başlaması ile 1961 yılında Berlin Duvarı`nın örülmeye başlanması ve Doğu Almanya`dan kaçak girişlerin engellenmesi nedeniyle, Batı Almanya`nın, işçi açığını iş gücü anlaşmalarıyla kapatmaya çalıştığı siyah-beyaz yıllar.
Türk İş gücü Anlaşması kapsamında ilk olarak Almanya`ya çalışmak için giden 2 bin 500 Türk vatandaşı Almanya`da birkaç sene kalıp, o süre içinde çalışıp, biriktirdikleri parayla memleketlerinde ev alıp, iş kurmak istiyordu. Göçmenler, Almanya`da kalmayı veya yerleşmeyi düşünmüyordu. Almanlar da Türk işçilerin geçici olduklarını düşünüp onları misafir işçi olarak nitelendirmişti. Ancak düşünüldüğü gibi olmadı. Bugün Almanya`da 4 nesildir yaşayan yaklaşık 3 milyondan fazla Türk var. Bu Türklerin yaklaşık 1 milyonu Türk asıllı Alman.
İsviçreli yazar Max Frisch`in " Almanya`ya İşçi çağırdık, insan geldi" dediği günlerde Almanya`nın ilk etapta göçün insani boyutuyla ilgilenmediğini, Türklerin Alman ekonomisine yeteri kadar katkı sağlayıp geri döneceklerini düşündükleri için Türklere yönelik ciddi bir entegrasyon politikası uygulanmadığını kaydettiği zamanlarda Almanlar meseleye başka bir açıdan bakarken ilk gidenlerden olan sanatçı Yüksel Özkasap içerisinde bulunduğumuz zor ve sıkıntılı durumu “Ayrı düştüm vatanımdan Yurdumdan/Sermayem yok servetim yok elimden/Bilinmiyor yoksulların dilinden/Almanya’ya mecbur ettin yoksulluk beni beni” diye başlayan şarkısı ile anlatıyor ve daha o günlerden itibaren dünyanın pek çok ülkesi ile birlikte bizimde Almanya’nın hemen her sektörde ürettiği teknolojiye muhtaç kalacağımızı anlatmaya çalışıyordu.
Burada Almanya’nın bütün dünyada bilinen ve vazgeçilmesi nerede ise mümkün olmayan birkaç markasını anlatmaya anlatırken de bütün milletimizin özlemi olan ileri teknolojinin 50 yıl içerisinde Almanya tarafından nasıl bir dünya markası olması adına fikir vermek istiyoruz.
Mercedes… 280 bin kişi çalışıyor, bunların 14 bini tasarımcı, yıllık cirosu 100 milyar euro, yılda 2.5 milyon otomobil üretiyor, sadece Stuttgart'taki fabrikasından her 35 saniyede bir otomobil çıkıyor.
BMW… 108 bin kişi çalışıyor, yıllık cirosu 65 milyar euro, yılda 1 milyon 600 binden fazla otomobil üretiyor, Rusya'dan Meksika'ya 14 ülkede fabrikası var, aynı zamanda Rolls-Royce ve Mini'nin de sahibi.
Volkswagen… 625 bin kişi çalışıyor, yıllık cirosu 105 milyar euro, geçen yıl 10 milyon 300 bin otomobil sattı, dünyanın en çok otomobil üreten şirketi oldu. Volkswagen çatısı altında, Volkswagen markasının yanı sıra, Audi, Porsche, Bentley, Bugatti, Lamborghini, Skoda ve Scania üretiliyor. Alman otomotiv sanayi, araştırma-geliştirmeye her yıl 16 milyar euro döküyor, ar-ge'ye bütçe ayırma rekoru Volkswagen'e ait, her yıl tek başına 6 milyar euro harcıyor.
Audi… Volkswagen bünyesinde yılda bir milyon otomobil üretiyor, 85 bin kişi çalışıyor, yılda 55 milyar euro ciro yapıyor.
Porsche… Volkswagen bünyesinde yılda 21 milyar euro ciro yapıyor, 24 bin kişi çalışıyor.
Skoda… Volkswagen bünyesinde yılda 10 milyar euro ciro yapıyor, 28 bin kişi çalışıyor.
Scania… Volkwagen bünyesinde yılda 35 milyar euro ciro yapıyor, 44 bin kişi çalışıyor.
Opel… Fransız Peugeot tarafından satın alındı ama, Almanya'daki fabrikalarında 35 bin kişi çalışıyor, 12 milyar euro ciro yapıyor.
Ford Almanya… 28 bin kişi çalışıyor, 20 milyar euro ciro yapıyor.
MAN… Volkwagen bünyesinde 15 milyar euro ciro yapıyor, 53 bin kişi çalışıyor.
Iveco-Magirus… 2 bin kişi çalışıyor, 1.5 milyar euro ciro yapıyor.
Sadece araçlarından örnek verdiğimiz alman Markalarının dünyanın hemen her ülkesine ihraç edildiğini, Almanya’nın da bu markalara çok büyük talep olmasına rağmen araçları belli bir sayıda ürettiği için dünyada var olan ülkelerin talebine uygun olarak değil kendi üretimine göre planlama yaptığı herkes tarafından biliniyor.
İşin daha garip yada tam kara mizah olacak tarafı da yukarıda aydığımız taşıt markalarının üretildiği Almanya'da 11 bin makam otomobili varken ,Türkiye'de 35 bin makam otomobili var.
Bu kadar bilgiden sonra Almanya’yı kıskanmak mı gerekir..
Almanya gibi dünya markaları üretmek mi gerekir..?
Yada gelişen iletişim araçları dolayış ile artık cep telefonlarımızın içine sığdırdığımız teknolojiyi hayata geçiren ülkeler ile kavga etmeden daha sıkı bir dostluk kurarak yaşamakmıdır.?
Karar Türk milletinin
……………….
Malatyalı Sanatçı Yüksel Özkasap'ın Eşi vefat etti
1970'li yıllarda Malatya Radyosunda okuduğu türkülere üne kavuşan ve Almanya'nın Köln şehrinde yaşayan Malatyalı Sanatçı Yüksel Özkasap'ın (Asöcal) eşi Yılmaz Asöcal vefat etti.
Bir dönemin Plakcilar Kralı olarak anılan, TÜRKUOLA Plak şirketinin sahibi olan ve yine Ünlü sanatçılar Zeki Müren, Mine Koşan, İbrahim Tatlıses, Bülent Ersoy, ve Barış Manço gibi birçok sanatçının albümlerini yapan, Malatyalı sanatçı Yüksel Özkasap (Asöcal)'ın eşi Yılmaz Asöcal Almanya'da vefat etti.
…………………
45'likleri
Gülom / Dere Kenarından Geçtim (1966)
Kahve Rengi Gözlerin / Böyle Güzel Gördün mü Sen (1967)
Gurbet Yolu Gariplerin Yoludur / Menekşeler Gibi Boynum Büküldü (1968)
İşte Gidiyorum Çeşmi Siyahım / Öldürecek Beni Bu Zalim Gurbet (1968)
Ankara Rüzgarı / İki Yabancı (1969)
Beyaz Atlı / Seher Vakti (1970)
Su Ver Leylam / Kara Sevda Bir Boşimiş (1971)
Ayrı Düşünce Anladım Anam Kıymetini / Tatlı Dile Güler Yüze (1972)
Dam Üstine Çul Serer / Nar Danesi (1973)
Memo / İcra Memuru (1974)
Bu Ayrılık Neden Oldu / Ne Sevdiğin Belli Ne Sevmediğin (1975)
Almanya ya Mecbur Ettin Ben / Yedin Beni(1976)
Cafer / Sınıfsız Okul (1978)
Kader Ayırdı Bizi / Çok Geceler Bekledim (1979)
Bir Muhabbet Kuşu / Ah Şu Gurbet (1980)
Gurbet Diyarı / Ne Seninle Yaşanıyor (1981)
Videolar için YouTube kanalımıza abone olmayı unutmayın!
BUNLARA DA BAKABİLİRSİNİZ
- 0SEVDİM
- 0ALKIŞ
- 0KOMİK
- 0İNANILMAZ
- 0ÜZGÜN
- 0KIZGIN
Yorum Yazın
E-posta hesabınız sitede yayımlanmayacaktır. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişdir.