AKIL, KALP VE RUH BİRLİKTELİĞİ
11 Ocak 2023, Çarşamba 00:05İnsanlar hem nereden gelip, nereye gittiğini bilmiyor, hem de yaratılış gayesini sorgulama ihtiyacı duymuyor. İşte insanın en büyük trajedisi de bu, nereden gelip nereye gittiğini bilmemesinden kaynaklanıyor ve gelecekle ilgili kaygısıyla, boşlukta bir ikilem arasında gidip geliyor veya hayatını yanlış tercihlerine göre yaşamaya devam ediyor.
Çünkü yanlış tercihlerle yaşayan insan, yaradılış gayesini bilmiyor, bilmek istemiyor, bilse de sanki sonucunu kabullenmek istemiyor. Bu da insanın acımasız derecede doyumsuz olduğunu gösteriyor. İşte bu yüzden, sonsuzluk duygusuyla yaşıyor ve bu âlemdeki yok oluşu kabullenemiyor. Ama yine de bu âlemde adaletin tam tecelli ettiğine inanmasa da bu âlemi sonsuz gibi yaşarken bile, bir hesap gününün varlığına inanıyor ve onu kendine rahatlatıcı olarak görüyor, aynı zamanda hesap verememe korkusunu da yaşıyor.
Akıl, Kalp ve Ruh birlikte hareket etmediği zaman, yani üçü birbiriyle uyum sağlamazsa, sağlıklı bir seçim ve sağlıklı bir gelişim ortaya çıkmaz. Akıl beslenir de kalp ve ruh aç kalırsa, soğuk, donuk, ruhsuz bir insan profili ortaya çıkar. Yok eğer sadece kalp veya ruh beslenir de akıl noksan kalırsa, bu sefer de divane bir meczup ortaya çıkar. Mutlaka akıl, kalp ve ruh üçlüsünün birlikte hareketi gerekir ve üçü de aynı oranda hakikat noktasında nasibini alabilmelidir.
Akıl ve kalp ne kadar bilse de, bu işin bir de nefs boyutu var. Nefs kabullenemez, çünkü nefs, insanın dünyevi isteklerine bağlıdır. Kişi nefsin isteklerine karşı vicdan üzerinden hareketle hakikati idrak ederek, hakikatten yana nasibini alır.
Bazen, aklın bilmedikleri de ortaya çıkar. Eğer insan, aklın bilmediklerini nefs'e kabul ettirmeyi başarabilirse, en önemli nokta olan vicdan da tatmin olmuş olur.
Burada nefsten kast, psikolojide karşılığı olan egodur. Yani arzular, istekler, bağımlılıklar, içeriden ve dışarıdan gelen dünyevi tepkilerden kaynaklanan kendini beğenmekten kaynaklanan varolmaya çalışmalardır. Ego zaten vardır. Var olanı da yok edemezsiniz. Onu sadece dizginleyebilirsiniz. Bu dizginlemek de, sadece vicdanı öne çıkarmakla ortaya çıkar. Vicdan bilir ki, her canlının bir şerefi vardır ama nefs buna pek aldırış etmez. Bu noktada akıl yanılır, nefs yanılır ama vicdan asla yanılmaz.
İnsanın sadece hatırlamaya değil, unutmaya da ihtiyacı vardır. Asıl önemli ve erdemli olanı da unutmaktır. Çünkü aklı olan unutur, öfkesi, kini olan unutmaz ve bu öfkeyle de bir ömür boyu debelenir.
Oysa unutmak bir rahmet belirtisini, kalp yumuşaklığı ve affetme duygusunu içinde barındırır. Affedip unutmak, insanı, geçmişin prangalarından kurtarıp özgürce düşünebilmesini, özgürce yaşayabilmesini sağlar. Öfke ise intikam duygusuyla sürekli rahatsız eder, olumlu düşünmeyi yok eder, hayatını olumsuzluklara köle kılar.
Ama unutmak derken, insan, unuttuğu ve affettiğiyle kalmamalı. Unuttuğu ve affettiği ne varsa ondan sonra hayata tekrar başlama cesaretini ve gücünü kendince oluşturmalı, sevmek ve güvenmek adına, yaralarını sarmak için, içinde umut kıvılcımlarını yakmalıdır. Eğer bunu başarabilirseniz, iç huzurunuzu sağlamış ve hayatınızda olumlu gelişmelerin zeminini hazırlamış olursunuz.
Siz bunu dip ve dipten kurtuluş olarak da algılayabilirsiniz. Ama ne gariptir ki insan, dipten kurtulunca bunu bir rehavet veya dipteki acılarından kaynaklanan bir yorgunluk olarak da görebiliyor. Aslında insan hayatında dip diye tabir edilen, bireyin dinlenme, derslenme ve yaralarının farkına varıp, yaralarına pansuman yaparak tekrar ayağa kalkma, hayata sarılma noktasının başlangıcıdır. Ne kadar yaş ilerlese de, acılar dört bir yanından gelse de, içinizde oluşturduğunuz umut gücü canlı kalmak zorundadır. Çünkü umut bir kaynaktır ve insan o kaynaktan beslenerek hayat bulur ve acılarını onarır. O güçle kararları kendi verir, bedelini kendi öder, mutluluğunu da kendi yaşar. O yüzden acı vereni unutup, arkanızda duracak birini beklemezsiniz. O zaman şunu fark edersiniz. Hem bu kadar duygusal, hem de bu kadar güçlü olmanın, seni hafife alan ve “sen bunu yapamazsın, başaramazsın” diyenleri unutmanın zevkini. Aslında insan, unutmak değil, hiç olmamış gibi kabul etmeli, yani “hiç yok ki kin duyup, unutulsun” diyebilmeli. İşte böyle düşünebilmek, kıldan ince, kılıçtan keskin bir noktadır. Çünkü, o keskinlikte sen varsın ve sana da acı vermesine de izin vermezsin.
Yorum Yazın
E-posta hesabınız sitede yayımlanmayacaktır. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişdir.