BAŞKANLIK GELİRSE (5)
07 Ocak 2017, Cumartesi 08:55Geçen yazıdan devamla şu ana kadar dört bölüm halinde başkanlık sisteminin tarihimizin çeşitli dönemlerinde uygula(n)ma biçim ve şartlarıyla ilgili birtakım bilgi ve örneklerle konuyu irdelemeye çalıştık. Bu günde aynı şekilde tarihimizin önemli bir bölümünü batıya özdeş hale gelme serüveniyle adı Osmanlı tarihinde halkın kendisine uygulamalarındaki radikallikten dolayı “gâvur padişah”la kabı taktığı 2.Mahmut dönemiyle ilgili paylaşımlarımızı sunacağız. Ancak ondan önce bu meseleyi padişah 3.selime hatta genç Osman’a kadar götürmek bile bilhassa Avrupai tarzda gelişmenin kendileri üzerindeki hassasiyeti daha bir ön plana çıkartır, bu hızlandırmanın en önemli göstergesi ise, Avrupa karşısında uğranılan yenilgiler ve hızla kaybedilen topraklarla beraber artık kendi ülkemizde de Avrupai tarzda belli bir akım/değişim rüzgârlarının kendisini hissettirmesiydi.
Yani şunu söyleyelim bugün değişen ve gelişen şartlar doğrultusunda Türkiye artık kabına sığmıyor ve kendine en uygun olanı kendi kulvarında değerlerine atfen bulmaya çalışıyor hatta koza örülüyorsa o günde Osmanlı kendi ölçütlerinde bu sistemi yakalamaya çalışıyordu. Ancak yapılanların alt yapısındaki yapısal değişiklik/kan değişimi bilhassa Fatih’in döneminde bize has bir Rönesans olarak tarihe damgasını vurması gerekirdi. Bilim kültür ve sanat varlığın devamı ve nesillerin köklü sağlam ideali olarak en önemli etkendir. Bunların beslenmesi ve değişimlere kayıtsız kalmaması gerekir, yani bir yerde önemli bir toplumsal argüman köklü olarak kendini yenilerken sen bunun nedenlerini araştırmak ve yerinde tedbir almak zorundasın çünkü toplumsal canlılık ve kültürel benzeşme hiçbir zaman kıvamını yitirmez ve er geç etkilenmeler gecikmelide olsa kaçınılmazdır.
Tarihimizde bilhassa İngilizlerin etkisiyle ilan edilen Gülhane Hattı Hümayunu ve başlatılan Tanzimat hareketleri devletin içinde bulunduğu durumdan kurtulma çabalarıdır. Lakin bu çabalar hep yüzeyde satıhta kalmıştır. Sırayla Tanzimat, ıslahat birinci meşrutiyet ve ikinci meşrutiyet hareketleri batıdan etkilenme ve onlara benzeme hareketleridir, ama hep yüzeysel öngörüler olup birtakım zorlamalarla bir yerlere gelmek yahut batıya benzersek kurtuluruz ümidini taşımak gibi bir şeydi. İkinci meşrutiyetle devam eden bu yenilenme yahut Avrupalılaşma çalışmaları cumhuriyetle beraber hız kesmeden devam etti. Osmanlı devlet adamları nezdinde de bunlara vesile olan olayların veya Avrupa ya ayak uydurulamamasının ana sebebinin, viyana da alınan mağlubiyetin diğer mağlubiyetleri tetiklemesi, Osmanlının sadece avrupada değil Rus çarlığına karşıda mücadele ortamına çekilmesi ve çok geniş bir sahada cereyan eden olayların bilhassa Fransız ihtilali sonucunda yayılan milliyetçilik hareketlerinin devletimizi güç durumlara sokması fikir ve düşünce üretmede Avrupalı bilim ve düşün adamlarının filozof ve sosyologların fantezileri bizi hakikaten zor durumda bıraktı.
Çünkü 2.Mahmut döneminde tahsil için yurt dışına giden gençler tanzimatın ilanında büyük rol oynamışlar, iki bloklu dünya arasındaki farkın ancak batıya benzemekle mümkün olduğu kanaati yaygınlaşmıştır. Yani maziyi inkâr yoluyla tüm suçu Osmanlının var oluş sebebi olan İslam ilim hak hukuk adalet ve hakkaniyette aramak yerine bilumum ve kolaycılıkla suçlayarak kurtulmak fikri batının göz kamaştırıcı emperyalist zenginliğinden kaynaklandığının farkına varılmadan kendinden kurtulmak olarak aranmış ve sonuçta insan yani batının fikirlerini benimseyenler nezdinde yeni bir dünyevicilik olan hümanizmin pençesinde batıya dayanma mücadelesine peşkeş çekilmiştir. Biz kendi elimizle kendimizi bu pençeye teslim ederken kurtulacağımızı sanarken büsbütün bir bataklığın içerisinde boğulma tehlikesi ile bugüne kadar sadece nefes alıp vermeye zorlandık. İngilizlerin has adamı olan Mustafa Reşit Paşa, sultanın yetkilerine ortak olmuş icrayı temsil eden sadaret makamı görevi giderek güçlendirilmiştir. Sadaret yani başbakanlığın güçlenmesi demek iplerin Mustafa Reşit Paşa nezdinde İngilizlerin eline geçmesi demekti. Çünkü o yıllarda masonik hareketlerde gizlice yeryüzünde kendi emellerine uygun yapılanmayı gerçekleştirmek için elde ettikleri adamları vasıtasıyla tüm ülkeleri böylece kontrol ve denetim altına almakla uğraşıyorlardı. Osmanlı açıkçası bir kapanın içerisine kısılmıştı. İlan edilen 2.meşrutiyetle anayasa getirilmiş, seçim ve meclis sistemi devletin düzeneği/ yönetim tarzı/ biçimi olarak aydınlar nezdinde dört gözle beklenmiştir. Bir şeye benzemekle onun yüzeysel haline gelmek içeriği yakalamak değildir. Asıl mesele özü kurutmadan varlığın devamıdır. Geçmiş ve geleceğe uzanan bir çizgide yalpalamak veya rotadan çıkmak en basit tanımlamakla kendinden kopmak demektir. Bugün biz kendimizden öyle koparıldık ki; ne batılı olduk tam manasıyla ne de doğulu kalabildik.İçinde bulunduğumuz kabın içerisinde nasıl bir şekil var ki; geçmişte yaşayanlar bizi görse bizden irkilir biz onları görsek sanırdık bunlar deli.!Çünkü buluşma noktamız ve hareket kabiliyetimiz rotasını şaşırdı.Ne biz onları anlıyoruz ne de onlar bizi tanısa bizden iğrenirler diyorum.Bizim musikimizi sanatımızı edebiyatımızın köklerini sanatımızın inceliklerini mukaddesatımızı, anlamayan bizi ne bilsin?Peki biz bugün kendi ülkemizde turist gibi değil miyiz? Hangi kültürel mirasımıza baksak içinde yazılı olan hangi cümleleri okuyup anlıyor ve yorumlayabiliyoruz. Bir belirsiz ve ne olduğu insan haysiyetine aykırı ve insanı sömürü aracı olarak gören ve makineyle eş değer bilen bir üretim tüketim ve çağdaşlık uğruna kendine yapılan bir haksızlığı tasavvur edemeyen bir zihniyet başkasının kölesi kulu olmaz da neyi olur? Başkasına benzemenin hükmünü dini atmosferde aramayanlar, hangi geminin rotasıyla yolunu şaşırmadan seyahatine sağ salim devam edebilecektir. Niye bizim dünyanın en büyük gücü halinde olduğumuz zamanlarda batılılar bize benzemediler de kendi sapkın inançlarında kaldılar? Çalışmanın ibadet ve ilim aramanın kaybedilmiş mal olduğunu beşikten mezara kadar ilim öğrenmenin kadın erkek herkese farz olduğunu beyan eden bir sistemde insanlar yoldan çıkmışsa bunun müsebbibi kimdir?
Evet, 2 meşrutiyetle beraber ülkemizde parlamenter sistem başlamış, Sultan artık sembolik bir klişe haline gelmiş ipler sadaret makamı nezdinde yürütülmekte. O makamımızı da Avrupalılardan hangisi dünya siyasetinde güçlü ise, bizimde yönetimimize dışarıdan doğrudan müdahale etme hakkını elde etmişler, böylece devlet hem içerden hem dışarıdan kartopu gibi yıkılışa doğru yuvarlanmaya itilmiştir.(devam edecek)
Yorum Yazın
E-posta hesabınız sitede yayımlanmayacaktır. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişdir.