BASTON…
18 Mayıs 2018, Cuma 11:07Yaşı 85’i aşmıştı. Yılların yorgunluğu, hüznü, acıları, heybesindeydi.
Öyle ya ne acılar çekmişti.
Yokluk desen diz boyu…
Son 10-12 yıldır ayakları da çekmiyordu. Basanının ölmeden birkaç yıl önce kullanmaya başladığı BASTON’unu kullanmaya başlamıştı.
İlk zamanlar ‘babam gibi bu bastonu 2-3 yıl kullanıp sonra bende mi bu dünyadan ayrılacağım’ endişesi vardı.
Dile kolay bastona dayanalı 10-12 yıl olmuştu…
En büyük dostuydu bastonu…
Eşini 8 yıl önce kaybetmişti…
Üç çocuğu vardı… Çocukları da kendi alemindeydi. İki oğlu gurbette idi. Bir oğlu da kasabada idi. Yakın oturuyorlardı.
Allah var gelini sık sık uğrar yemeğini yapar, çamaşırını yıkar, evini derler toplardı.
Zordu tek başına yaşamak. Bazen gurbette ki evlatlarını görmeden öleceği aklına gelir üzülürdü…
Geceleri, hele uzun kış geceleri bitmek bilmezdi.
Sabah onun için mutluluk ve ışık demekti.
Hafif bir kahvaltıdan sonra can dostu bastonunu da alıp kasabanın sabahçı kahvesinin yolunu tutardı…
Kahveye selamla girer, uzun süre kimseyi görmediği ve konuşmadığı için kahveci ve çırağına laf atar, onlarla laflardı…
Yaz günleri olunca kahvenin önündeki bahçeye çıkar, yılların eskitemediği tahtadan yapılış, tellerle sıkıca bağlanmış sandalyeye otururdu.
Yoldan geçenler tanıdık olup bir selam verirse mutlu olurdu.
Sandalyede otururken sadık dostu bastona iki eliyle birden dayanırdı…
Ne bastondu be…
Yılların derdini ağırlığını bu baston taşırdı.
Bazen iki eliyle destek aldığı bastona, ellerinin üzerine çenesine de koyar maziye dalar giderdi.
85 yılın yorgunluğunu acısını bastonuna dayardı…
Bastonun babasından kalması, babası ile hatıralarının taze kalmasını sağlardı.
Çocukluğu, gençliği film şeridi gibi gözünün önünden geçerdi…
Öğle yemeğini kahveye yakın yerlerden temin ettiği börekle giderirdi.
İkindi bitip akşama yaklaşınca içine bir hüzün çökerdi.
Yavaş yavaş evinin yolunu tutar, akşam ve yatsıyı evde oturarak kılardı.
Akşam gelinin yaptığı yemeği ısıtır, yemeye çalışırdı. Zaman zaman yemeğin boğazına düğümlendiği de olurdu…
Evin içinde de bastonunu yanından ayırmazdı. Mutfağa gitse baston yanında, yatarken elinin altında bir yerinde olurdu.
Gece ihtiyaç gidermeye kalktığında da bastonunu yanına alırdı.
Tuvaletin içerde olmasına şükrederdi.
Eskiden tuvalet bahçede olurdu. Özellikle soğukta karda kışta tuvalete gitmek bir dert olurdu.
Bu küçük bahçeli mütevazi evinde neler görmüştü neler.
Üç çocuğu bu evde doğmuştu. Bütün mutlulukları bu evde yaşamıştı.
Ama en büyük acı olan hayat arkadaşını da bu evde kaybetmişti.
Yatsıyı kıldıktan sonra yatmadan biraz televizyona bakardı.
Bastonu ve televizyonunun kumandası hep yanında olurdu.
Hafta sonları TRT Haberdeki ‘ÖMÜR DEDİĞİN’ programını hiç kaçırmazdı.
Kendi gibi yaşlılarla yapılan röportajları izler ve gözyaşı dökerdi…
Bazen uyku tutmaz ışığı söndürüp pencere kenarına oturup, dışarıdan gelip geçeni izlerdi.
Kar yağarken sokak lambasına bakıp karın yoğunluğunu anlar, kendine bir çay demleyip karın yağışını seyredip bir yandan da çayını yudumlardı.
Yatmadan önce ettiği dualarda öncelikle ‘Rabbim beni yatırma, kimseye hatta evlatlarıma bile muhtaç etme’ derdi…
Hassastı. Kimseye yük olmazdı.
Arasına evine gelip yemeğini yapıp çamaşırını yıkayan, evini derleyip toplayan gelinin eline 50-100 lira sıkıştırırdı.
‘Öyle ya gelinde gelmese halim ne olur?’ diye düşünürdü…
Allah’ı var komşuları da iyidirler.
Pazar günleri ara sıra komşuları, kahvaltıya çağırırlardı.
En büyük mutluluğu buydu. Kendisine değer verilir, sohbetler edilirdi.
Bazen için için kasabadaki oğluna kızardı.
‘Gelse de ara sıra birlikte yemek yesek ne olurdu sanki?’ diye söylenirdi.
Yıllar önce bağlattığı telefon yakın yerde durur, gurbetteki iki oğlunun arayacağını düşünür dururdu.
Telefon çaldığında elinin altındaki bastonuna dayanıp yürür, ahizeyi eline alınca bastonu da öbür eliyle tutardı. Eğer arayan evlatları ise mutluluktan uçardı.
Hatta evlatlarıyla telefonda konuşurken, sanki karşılıklı görüşüyormuş gibi bastonunu kullanır, onunla daireler çizerdi…
Bayramları iyi geçerdi. Komşuları bazen de gurbetteki evlatları gelirdi.
Gurbetteki evlatlarının gelince kendisinde değil de kasabadaki oğlunun evinde kalmasına sinir olurdu.
Gerçi kasabadaki oğlu da ara sıra uğrar, yarım ağızla da olsa ‘haydi baba bize gidelim’ derdi…
Kıyamazdı evlatlarına. Öyle ya onların da çoluğu, çocuğu vardı.
Kimseyi rahatsız etmek istemezdi.
Sayılı günlerin tükenme aşamasına geldiğini iyi bilirdi.
Yine bir bahar günü sadık dostu, hayattaki tek dayanağı bastonunu da yanına alıp kahvedeki bahçeye gitti. Çayını söyledi, çayını içip bitirdi..
Yine elleriyle bastonunu destek yapıp çenesine dayadı…
Ne oldu bilinmez birden baston kaydı yere yığıldı…
Kahveden koşuştular. Yakasını açtılar. Bir yandan da oğluna haber verdiler.
Kasabadaki emekli sağlık memuru da kahvedeydi.
Nabzı kontrol etti, ‘vefat etmiş’ dedi…
Yerde sırt üstü yatıyordu. Daha doğrusu yüzükoyun düşmüştü ama onu kahvedekiler sırt üstünü getirmişlerdi..
Oğlu koşarak geldi. ‘Baba’ diye seslendi.
Etrafındakiler başın sağ olsun dediler.
Gözleri babasının elindeki bastona ilişti…
Babasının elinden bastonu almak hiç de kolay olmadı. Son zamanlardaki tek dostu bastonuna çok sıkı sarılmıştı…
Oğlunun baston elinde kalmıştı. Dostları ölüyü camiye doğru götürüyorlardı..
Kim bilir bu baston daha kimlere destek olacaktı?
Oğlu hem ağlıyor, hem de baston elinde yürüyordu.
Alt tarafı ağaçtan olan bu baston çok yük, çok kahır çekmişti.
Bu baston kaç nesle daha hizmet edip yükünü çekecekti…
Kalın sağlıcakla…
Yorum Yazın
E-posta hesabınız sitede yayımlanmayacaktır. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişdir.