Bir anı: TESADÜF MÜ? O DA NE…
31 Ocak 2019, Perşembe 08:32Yıl 1971… Meram Ortaokulu’nda son sınıftayım. Yanılmıyorsam Nisan ayı. Sıra arkadaşım Erdal isminde Erzurum-Kağızmanlı. Babası Astsubay. Tayinen geldikleri için 1970-1971 döneminde sınıfımıza dahil oluyor.
Erdal kardeşim, bir gün bir formla geliyor. Aslında bir değil, iki formla geliyor.
Kuleli Askeri Lisesi Giriş Sınav Müracaat formu… O iki formdan birini de bana veriyor.
‘Sende müracaat et’ diyor. Sınav yeri, dört il için seçiliyor. İstanbul, Ankara, İzmir, Erzincan… Forma sınav yeri olarak İstanbul yazıyorum. Dayım var orada…
Müracaatımızın sonucu geliyor. Yanılmıyorsam Temmuz başında, İstanbul’da Kuleli Askeri Lisesi’nde, yazılı, sözlü (mülakat) ve spordan sınava gireceğiz.
Ailemizin haberi oluyor. Bu arada Konya’da ticaretle uğraşan bir diğer dayım sık sık İstanbul’a gidiyor, mal almak için. ‘Seni de götürürüm’ diyor, seviniyorum.
Kolay değil, ilk defa İstanbul’a gideceğim, boğazı, denizi göreceğim.
Ortaokulu başarıyla bitiriyorum. Sınav tarihi yaklaşıyor. Konya’daki dayım İstanbul’da işi uzayınca, dayıoğlu rahmetli İrfan Başaytaç’la gitmem söz konusu oldu. İrfan Ağabey’de benden 3-4 yaş büyük. Ağabeyi İstanbul’da okuduğu için bir iki kere İstanbul’a gitmiş. ‘İstanbul’u bilirim’ diyor. İrfan Ağabeyle İstanbul’a gideceğiz, Şehremini’nde İstanbul’da ki rahmetli dayım Mevlüt Başaytaç’ın evine gideceğiz. Konya’dan giden Hikmet Başaytaç dayımda orada…
Bizde Şehreminindeki evi bulacağız.
Neyse Konya’mızın hala en önemli otobüs firmasından olan firmadan bileti alıyor, dayıoğlu ile yola koyuluyoruz. Akşam Konya’dan ayrılıyoruz. Sabaha inşallah İstanbul’a varacağız.
Sohbet ede ede gidiyoruz. Pek uyumuyoruz. Otobüsümüz sabah Harem’e geliyor. Arabalı Vapura biniyoruz tabi otobüsle…
İlk defa denizi, boğazı görmenin mutluluğu ve şaşkınlığı içindeyim.
Otobüsümüz Sirkeci’de Vapurdan ayrılıyor. Biraz dolandıktan sonra Sirkeci’deki otobüs firmamızın satış yerine ulaşıyoruz.
Rahmetli İrfan Ağabey, hani İstanbul’a bir iki kere gelmiş ve İstanbul’u biliyor ya… Sirkeci’de herkes otobüsten inince, İrfan Ağabey Şehreminine geldik diye ‘inelim’ diyor, iniyoruz.
Sabahın ilk saatleri. Eski Türk Filmi gibi, Anadolu’dan gelen iki çocuk, Sirkeci’yi Şehremini zannederek, İstanbul’daki dayımızın evini arıyoruz.
Bir yukarı, bir aşağı dolaşıyoruz. Acaba dayımızın evi nerede?
Bu arada bizim böyle dolaşmamız, o devirdeki İstanbul dilenci kadınlarını harekete geçiriyor. Önümüze geçip, ‘annemi Zonguldak’tan İstanbul’a hastaneye getirdik parasızız, yardım edin’ diyorlar.
İrfan Ağabey, kadınlara tepki veriyor. Gidin başımızdan diyor. Bana dönüp, ‘İstanbul böyle işte, dikkat etmek lazım’ diyor. Hani İstanbul’u iyi biliyor ya…
Sabah’ın köründe, iki Konyalı İstanbul’da bir yukarı, bir aşağı dolaşıyor.
‘Ağabey adresi bir soralım’ diyorum. İrfan Ağabey gurur meselesi yapıyor, ‘Dur! Buluruz’ diyor.
Epeyce bir dolandıktan sonra otobüsten indiğimiz Sirkeci’deki firmanın bilet satış yerine tekrar geliyoruz. Ben içeri girip, yetkililere ‘Ağabey biz Şehremini’nde şu adrese gideceğiz’ diyorum. Adam tepki verip, ‘Burası Sirkeci, Şehremini değil’ diyor. İnsafa gelip; ‘Durun şimdi, Konya’dan bir otobüs daha gelecek, sizi ona bindirip Şehremini’ne göndereyim’ diyor. Seviniyorum. İrfan Ağabey’de ‘Allah Allah burası Şehremini’ne benziyor’ diyor. Hani İstanbul’u biliyor ya…
Neyse arkadan gelen otobüse binip, muavine iki de bir ‘Şehremini’nde ineceğiz’ diyoruz. Muavinde tepki veriyor. ‘Tamam anladık’ diyor.
Neyse Şehremini’ne geliyor, oradaki firmamızın bilet terminalinde iniyoruz.
Eee… Şimdi rahmetli dayım Mevlüt Başaytaç’ın evini nasıl bulacağız. Yine İrfan Ağabey İstanbul’u ve Şehremini’ni bilir ayaklarında dolaşıyoruz.
Beni bir korku sarıyor. Acaba evi bulabilecek miyiz diye.. O devirde cep telefonu, ev telefonu var da biz mi kullanmıyoruz. Yok işte yok. Yine dolaşıyoruz.
Bu arada hayatımın en güzel sesini duyuyorum. Birisi arkamızdan ‘Konyalılar naparsınız len burada’ diyor. Bakıyorum… Babamın Konya’dan İstasyon’dan iş yeri arkadaşı, İstanbul’daki Mevlüt dayımın kayınbiraderi, Şeker İsmail amca… O da İstanbul’a izne, gezmeye gelmiş.
İsmail Amca’nın boynuna bir sarılıyorum, ‘Amca biz dayımın evini bulamadık’ diyorum.
‘Gelin bende oraya gideceğim, sizi götüreyim’ diyor. İrfan Ağabey İstanbul’u bilir görüntüsü altında bilmemenin sıkıntısını yaşıyor.
Neyse eve ulaşıyoruz. Mutluluk bizimle. İstanbul’daki Mevlüt dayım ve Konya’dan gelen Hikmet dayımla orada sohbet ediyoruz.
Ben hemen Hikmet dayıma ‘dayı’ diyorum, ‘Cumartesi yazılı, pazarda sözlü ve spor sınavı var. Kağıtta Cuma günü gelip, Kuleli Askeri Lisesini ve sınava gireceğiniz yeri görmelisiniz yazıyor’ diyorum.
Hikmet dayım biraz gamsız, ‘İstanbul’u size biraz gezdireyim. Cuma günü okula gitmemize gerek yok, ben biliyorum. Cumartesi doğrudan sınava gideriz’ diyor.
Cumartesi oluyor. Sabah 09.00’da sınav yerinde olmamız gerekir. Şehremininden kalkıp Çengelköy’e Kuleli Askeri Lisesi’ne vardığımızda saat 10.20. Dayım rahmetli kapıdaki Subaya benim sınava gireceğimi söylüyor. Subay’da ‘Amca neredeyse sınav bitecek’ deyip tepki veriyor. Bir yandan da yanında ki askere, beni işaret ederek ‘al bu çocuğu içeriye sınav yerine götür’ diyor. Asker beni sınav yerine götürüyor. Yerimi buluyorum. Gözetmen subay gelip, ‘Niye geciktin? Herkes sınavı bitirecek’ deyip kızıyor.
Yanılmıyorsam 100 soru var. Uçarak cevaplıyorum. 84’üncü soruda ‘süre bitti’ diye sınav kağıdını alıyorlar. 16 soruya hiç dokunamamanın üzüntüsünü yaşıyorum.
Neyse sınav bitip dışarı çıkıyoruz. Bütün veliler evlatlarını bekliyor. İnanılmaz bir kalabalık. ‘Dayımı nasıl bulacağım’ diye düşünürken, dayımı uzun boyuyla ve fötr şapkasıyla bulmam zor olmuyor.
Dayım sınav nasıl geçti diyince olayı anlatıyorum. Dayım da ‘ara sınıftan da öğrenci alıyorlarmış, üzülme seneye bir daha geliriz’ diyor.
İhmalimizden sınava geç kalmanın sıkıntısını yaşıyorum. İçimde kazanamama gibi bir his var. Kısaca ‘kazanamayacağım’ diyorum, sınav sonucunu da öğrenmek istemiyorum. Sonuçlar yanılmıyorsam Temmuz sonu itibariyle, Hürriyet, Milliyet ve Tercüman gazetesinde (o zamanın en büyük üç gazetesi) yayınlanıyor.
Yaz tatilinde bol bol uyuyup dinleniyorum Konya’da.
Artık sınav sonucuna da bakmayacağım, nasıl olsa kazanamam diye…
Bir sabah saat dokuz civarı kapı çalınıyor, ben uyuyorum. Evimiz Konya’da Zindankale’de… Annem kapıyı açıyor. Komşumuzun oğlu, benden iki sınıf küçük oda Meram Ortaokulu’nda. Eczacı mümessilinin oğlu Uğur PAMOCAK… Rahmetli annemden müjde istiyor. ‘Muharrem Ağabey Kuleli Askeri Lisesini kazanmış’ deyip elindeki gazeteyi gösteriyor.
Annem bana seslenip uyandırdı. ‘Uğur kardeşim hayırdır?’ diyorum. ‘Ağabey sen sınavı kazanmışsın’ diyor.
Elindeki Milliyet gazetesinin ilgili sayfasını gösteriyor. Acaba isim benzerliği olabilir mi diye düşünüyorum. Bakıyorum aday numaram (000998) ve isim tutuyor.
Sınava çok önceden müracaat ettiğimiz için aday numaram çok önde…
Kazanamamanın değil, kazanmanın şokunu yaşıyorum…
Annem babamın iş yerine git diyor. İstasyona gidip haber veriyorum.
Hayat yolunun başındayım. Uzun bir öğrenimden sonra, Türk Subayı olmanın başlangıcını anlatmaya çalıştım.
Şöyle dönüp baktım maziye… Neler neler olmuş… Bazı şeyler insanlara tesadüf gelebilir ama bana asla…
İnanan için tesadüfün yeri yoktur.
Astsubay oğlu Erdal kardeşimin, Meram Ortaokuluna gelmesi, sıra arkadaşım olması, Kuleli Askeri Lisesi için iki form getirip, birini bana vermesi tesadüf olamaz.
Yine İstanbul’a sınava girerken gecikmem, sürenin yetmemesi, soruların tamamını yapamamama rağmen, sınavı kazanmam benim için tesadüf olamaz.
Kader denen bir olgu vardır, bir çizgi vardır. Rabbim hepimize güzel yazılar yazıp güzel yollar çizsin.
Kalın sağlıcakla…
Yorum Yazın
E-posta hesabınız sitede yayımlanmayacaktır. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişdir.