Çeşmeler Sebiller ve Su Vakıfları (1)
12 Şubat 2020, Çarşamba 09:10Yüce Allah’ın: “iyilik yapın ki, saadete erişesiniz”(1), “hayırlara koşunuz”(2), “Sevdiğiniz şeylerden sarf etmedikçe iyiliğe erişemezsiniz”(3) gibi emirlerinin muhatabı olan müminler, hem dünyada hem de ahirette huzur ve saadete erişebilmek için, Allah’ın yarattıklarına iyilik ve hayır yapma hususunda yarışı kendilerine düstur edinerek, birçok ölmez eserler ve vakıflar yapmışlardır.
Vakıf lügatte: Hapsetmek, tutmak, yerinde bırakmak gibi manalara gelir.
Istılahta ise; Bir malın aslının korunması kaydıyla, gelirinin Allah yolunda sarf edilmesidir.
Müspet olan her hususta olduğu gibi, vakıf eserler bırakma hususunda da, müminlere ilk örnek Allah’ın Resûlü ve Onun sevgili arkadaşları olmuşlardır. Peygamberimiz Medine’ye gelince Neccar Oğullarından bir arsa satın alıp vakfederek üzerine bir mescit yaptırmıştır. Ganimetten hissesine düşen Medine’de, Hayber’de ve Fedek’te hurma bahçelerini vakfetmiştir.
Vefatına yakın da; “Vefatımda yakınlarım ne bir dinar, ne bir dirhem paylaşamaz. Bıraktığım şeylerden (hurmalıklardan) kadınlarımın nafakaları ve işçilerin ücretleri çıkarıldıktan sonra geri kalanı vakıftır”(4) buyurmuştur.
Yine Peygamber Efendimiz: “İnsanlar ölünce amelleri son bulur. Ancak şu üç grup insanın amel defteri kapanmaz (Kıyamet gününe kadar amel defterine sevap yazılmaya devam eder):
l-Sadaka-yı cariye (herkesin kullanabileceği hayır eserleri yaptırmak).
2-Faydalanılan ilim (bildiği iyi ve faydalı şeyleri başkalarına öğretmek).
3-Hayır duada bulunan evlât yetiştirmek”(5) buyurarak insanları teşvik etmiştir. Bu sözlü ve fiili uygulamalardan sonra Müslümanlar geriye bir eser bırakmayı dinî, millî ve insanî bir vecibe telâkki etmişlerdir.
Yukarıda da zikredildiği üzere; Hz. Ömer’in Medine’deki Semğ denilen hurmalığını(6), Hz. Osman’ın Gaffar oğullarından satın aldığı Rume kuyusunu, Hz. Talha’nın Medine’de 600 ağaçlı ve içinde çok güzel suyu bulunan bahçesini, Hz. Ali’nin yine içinden su çıkan tarlasını vakfetmeleri, Müslümanlara örnek olmuş, hali vakti yerinde olan her mümin, insanlara iyilik ve hizmet edebilecek eserler bırakmanın gayreti içine girmişlerdir.
Neticede İslâm âleminin her tarafı, bilhassa Osmanlı yurdu tarladaki çiçekler misali camiler, medreseler, darüşşifalar, darülacezeler, yetimhaneler, han, hamam ve kervansaraylar, yollar, köprüler, sebiller ve çeşmelerle bezenmiştir.
Fanatik olmayan Garplı ilim adamlarına göre Osmanlı Kerim Devlet’tir. Yani sadece dostuna değil düşmanına da iyilik yapan bir devlet. Osmanlı diyarına Vakıf Cenneti, onların medeniyetine de Vakıf Medeniyeti, Su Medeniyeti demişlerdir. Rahmetli Ali Ulvi Kurucu’nun tabiriyle: “İslâmiyet en güzel Osmanlıya yakışmış, ama İslâmiyet’i de en güzel onlar yaşamışlardır. ”
Osmanlı’da Vakıf Çeşitlerinden Bazıları:
Cami, mescit, tekke, zaviye, türbe:
“Mescitleri ancak Allah’a ve ahiret gününe iman edenler imar eder (ve yaptırırlar)”(7) ayetine ve “Kim Allah için bir mescit yaptırırsa, Allah’ta onun için cennette bir ev bina ettirir”(8) hadisine ve benzerlerine inanan müminler, bu mübarek ve mukaddes yerleri ve müştemilâtını (yan kuruluşlarını) yaptırıp, en güzel örneklerini insanların hizmetine sunmuşlardır.
Meselâ: Sultan lV. Mehmet’in annesi Hatice Sultanın İstanbul’da Yeni Camiyi ve yanında büyük bir vakıf yaptırarak vakfiyesine şöyle yazdırmıştır: “Ramazanlarda teravih namazından sonra caminin üç kapısında Atina balından yapılmış şerbet dağıtılsın. Eğer ramazan yaza rastlarsa şerbete kar konsun. Her sene şerbet için 3000 okka Atina balı alınsın...”(9)
İmaret, han hamam, kervansaray:
Selçuklu ve Osmanlılar ana yol güzergâhlarına yolcular ve hayvanları için, o günün sosyal tesisleri olan hanlar, hamamlar ve kervansaraylar yaptırmışlar, gelirleri buralara harcanan vakıflar tesis etmişlerdir. Bu sayede Müslim-gayri Müslim yolcular üç gün(10) karşılıksız bu tesislerden faydalanır, mal ve canları muhafaza edilir, han ve kervansaray içinde mallarına bir zarar gelirse, devletten sigortalı kabul edildiği için tazmin edilirdi. (11)
Medrese, daru’l hadis, daru’l huffaz:
Bu ve benzeri müesseseler, masrafları vakıflar tarafından karşılanan yatılı fakülteler durumunda idi. Bu kuruluşların ihtiyaçlarını karşılamak için çok değişik adlar altında vakıflar kurulmuş ve hizmet vermişlerdir. Özellikle Osmanlı’da vakıflar o kadar detaylı ve çeşitli idi ki; talebelerin mürekkep ihtiyacını karşılamak üzere bile vakıflar kurulmuştur. (12)
Dipnotlar:
1-Hac Sûresi, 77.
2-Mâide Sûresi,48.
3-Âl-i İmrân Sûresi, 92.
4-“Tecrîd-i Sarih Tercemesi”, c. 8, s. 235.
5-“Tecrîd-i Sarih Tercemesi”, c. 4, s. 592.
6-“Tecrîd-i Sarih Tercemesi”, c. 7, s. l58.
7-Tevbe Sûresi, 18.
8-İbrahim Canan, a. g. e. c. 16. s. 603.
9-İbrahim Refik, “Bunları Biliyor muyuz?”, Zaman Gazetesi, 07. 01. 1993.
10-Bu karşılıksız hizmet ve yardımlar, İnsanlar tembelliğe alışmasınlar diye üç gün ile sınırlı tutulurmuş.
11-İlhan Bardakçı, “Biz Bizi Unuttuk”, Tarih ve Medeniyet dergisi, Mart 1994, sayı: 1, s. 69.
12-Ecz. Uğur Derman, “Eski Mürekkepçiliğimiz”, İslâm düşüncesi Mecmuası Haziran 1967, sayı. 2.
Yorum Yazın
E-posta hesabınız sitede yayımlanmayacaktır. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişdir.