Balık çölde olur mu?
Herkes her şey kendi alanında olur, olması da gerekir. Kendi dengi, kendi atmosferi ve yaşayabileceği, haz duyabileceği, hayatını idame ettirebileceği kendi ortamı, iyidir, güzeldir, hoştur. Çünkü yaşayamayacağı ve haz alamayacağı her yer ölümdür. Neden insanlar olmazı oldurmaya çalışmayı ve kendilerine bunu mecbur hissetmeyi düşünürler, oldurmaya ve ölümü çalışırlar?
İnsan, hayatının belli dönemlerinde bunları deneyimlerler, bu kaçınılmazdır. Haydi, bir kez denedin, olmadı, bir kere daha denedin yine olmadı, peki niye hala denemekte ısrar edersin, oldurmaya neden zorlarsın? Baktın olmuyor, neden bir daha, bir daha denemeye çalışır, sonunda hüsrana uğrarsın, sonra öfkelenirsin?
Belki nedeni gayet açık. İnsanoğlu hep arayış içerisindedir. Herkes ve her olay belki de imtihan olarak onu beklemektedir. Mutluluk olacak diye denemeye çalıştıkları, ama yaşadıkları, yaşayacakları üzüntü ve kırgınlıklar.
Öfken, kime veya neye karşı? Kim dedi sana uçsuz bucaksız ovalar çayırlar ve ağaçlar varken, git kendini çöle vur diye? Kim dedi sana, çölle tanıştığın halde, “o çöle bir daha git belki vahaya dönmüştür?” diye. Mesele çöl olduğunu bilmeden yola çıkmak değil, çöl olduğunu bildiğin halde gitmene neden olan, “o çöle vurulmuş olmandır.”
İşte bildiğin halde vurulmuş olduğun o çöl, senin için tamamlanmamış derslerin olduğudur. Belki yaşanmamış duyguların eksikliği, belki, tamamlanmamış, yarım kalmış heveslerin varlığıdır. Hepsi, ister istemez seni kendine çekiyordur, tekrar, tekrar, tekrar.
Dene, vazgeçme ama bir kere de olsa dön bir bak kendine. Neler istiyor, nelerden vazgeçebiliyorsun? Daha önce geçtiğin o yollarda neler kazandın, neler kaybettin?
Sevmediğin insanlarla karşılaştın, haz almadıklarını yaşadın, değer verdiğin veya daha çok diye değer verdiğin paranın, belki diye değer verdiğin insanların senden neler alıp neler eksilttiğini ve bu sefer olacak diye devam ettirmeye çalıştığın ikili ilişkilerin.
Kendine bir kere olsun sor, “ben bu yoldan kaç kere geçtim, kaç kere yenildim, aldatıldım, kaç darbe aldım ve niye hala oradayım, onlarla birlikteyim?” diye. İşte insanın kıramadığı döngü budur, yani yarım kalmışlık, tamamlama duygusu. Her yarım kalan, başka insanlarla, başka şeylerle tamamlanmayı dener, sanki tamamlanamayacağını bildiği halde denemeyi başarmak kabul etmek gibi.
Oysaki Nefes alamadığın, o yerlerin, senin yerin olmadığını bildiğin halde. Bırak sen “çöle âşık olan balık” gibi olma, yaşayamayacağını bildiğin halde kendini karaya, çöle vurma, esarete, ölüme kurban etme. Senin yerin esaret değil, engin denizler. Ait olduğun, kendini iyi hissettiğin, güzel olan, güzelliklerle karşılandığın yere dön. Zorladıkça ruhundan gidiyor, zamanından gidiyor, bedenin yoruluyor, takatin kalmıyor. Her olmazı oldurmaya çalışman ömründen ömür alıyor.
Kendin olmayı seç ve muhtaçlığı bir kenara bırak. Kendin olmak nasıl bir şey biliyor musun? Her şeyin ve herkesin yerinde güzel olduğunu kabul et. Denizde balık, çölde kum, yalnızken bile muhtaç olmadan mutlu yaşamayı bilirsen huzuru bulursun, gerisiyse hikâyedir.
Yorum Yazın
E-posta hesabınız sitede yayımlanmayacaktır. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişdir.