Din-Dindarlık üzerine
14 Temmuz 2016, Perşembe 08:43“İnne’d-dîne inde’l-lâhi’l İslâm” (1)
Dindarlık (Ar. tedeyyün,), izafi bir kavramdır ve din ile dinî kavramın tanımlamalarından bağımsız olarak ele alınamaz. Hatta din kavramı ile dinî davranışın tanımında ortaya çıkan çeşitlilik ve bunlardan kaynaklanan belirsizlikler çoğu kez dindarlık kavramı için de geçerlidir. Bu tanımlar, sadece dinin özüne ve dini algılayana göre değil, dini yorumlayanın bakış açısına da göre de farklılık gösterebilir.
Dindarlık genel olarak “bireysel”lik ile çerçevelenir. Bu bağlamda dindarlık, ‘dinin insan hayatına nüfuz derecesi’ şeklinde de tanımlanabilir. Kelimenin önüne herhangi olumsuz ya da değer düşürücü bir sıfat eklenmeksizin, genel olarak, bir kimsenin dindar olduğunun vurgulanması, onun dini içselleştirdiği; dinî emir, tavsiye ve yasaklara bireysel düzlemde uyduğu; dini, gündelik hayatında toplumsal denetleyici olarak kabul ettiği ve kendi yaşayışının bir göstergesi haline getirdiği anlamına gelir.(2)
Dindar kişi, her türlü davranışında dinî sâiklerin etkisi altında bulunduğu için Din’in sahibi olan Allah’la ya da kutsalla kurulan ilişkiler, onun bütün dünyevi ilişkilerinin merkezini oluşturur.(3)
Tarihte olduğu gibi günümüzde de din, toplumları etkilemekte, yönlendirmekte, toplumların değişim süreçlerinde görece olumlu veya olumsuz roller oynamaktadır. Öyle ki gerek toplumsal değişimi, gerekse dini tam olarak anlayabilmenin yolu, din ile toplumsal değişim arasındaki karşılıklı ilişkileri anlamaktan geçmektedir. Din-toplumsal değişim ilişkilerini anlamak, genel olarak toplumların dinî ve dinlerin sosyal boyutlarını anlamak için elzem olduğu gibi, özelde Müslüman toplumların İslâmî ve İslâm’ın Müslüman toplumlara ilişkin boyutlarını anlamak için de elzem görünmektedir
Kur’an, Sünnet, İslam’ın tarihsel tecrübesi, günümüzün Müslüman toplumlarının hayat çizgileri, İslâm’ın, sahip kıldığı inanç ve kazandırdığı zihniyet ve pratiklerle, toplumun gelişmesinde, güç kazanma sında, maddî ve manevî huzura kavuşmasında, ekonomik kalkınmasında vs. takviye edici roller üstlendiğini açıkça ortaya koymaktadır (4)
Dinin toplumsal değişimi takviye edici bir faktör olarak kendini göstermesinde, onun özellikle meşrûlaştırma, zihniyet kazandırma, çatıştırma, motivasyon, organizasyon, sosyalleştirme, yapılandırma, kimlik kazandırma, toplumu düzenleme, aracı kurumluk vs. işlevleri etkili olabilmektedir.
DİNİN TOPLUM HAYATIMIZDAKİ YERİ VE ÖNEMİ:
İnsan denen varlık, toplum halinde yaşayan sosyal bir varlıktır. Bu onun önemli özelliklerinden biridir. Tarih boyunca insanlar çeşitli toplumlar oluşturmuşlar, kültür ve medeniyetler meydana getirmişlerdir. İnsan toplumlarını diğer canlı topluluklarından ayıran bazı özellikler vardır. Mesela insanlar akıl ve yeteneklerini kullanarak daima kendilerini ve çevrelerini geliştirmişlerdir. Bu gelişme hem maddi hem de manevi alanda görülür. Diğer canlı topluluklarında ise, bu tür bir gelişme görülmez. Onlar yüzyıllardır aynı biçimde hayatlarını sürdürmektedirler.
Kendilerini geliştirme kabiliyeti olan insan toplumları ise, çeşitli özellikleriyle birbirlerinden ayrılırlar. Aynı duygu, düşünce ve kültürü benimseyerek bir araya gelen insanlar, kendilerine has bir hukuk düzeni kurarlar. Belli bir dini inancı benimserler, diğer toplumlardan farklı bir sanat ve edebiyat anlayışı geliştirirler. Yine kendilerine has bir ahlak sistemi ve ortak bir tarih oluştururlar. Farklı toplumlarda bu değerler de farklılık gösterir.
Dini kavramların doğru bir şekilde anlaşılması yeterli bir din eğitimi ile mümkündür. Mesela kader, yaratılış, hesap, ahiret, şefaat vb. kavramlarının İslam dininin açıkladığı biçimde anlaşılması için düzenli ve yeterli bir din eğitiminin yeni yetişen genç nesle verilmesi gerekmektedir. Aksi halde yeni yetişen gençlik bu konularda yeterli bilgiye sahip olmazsa, bu kavramlarla ilgili yanlış ve yetersiz bilgiler edinecekler, dolayısıyla bir kavram kargaşası doğacaktır. Böyle bir durum ise, aynı dini kavramla ilgili olarak çok farklı ve birbirinden uzak görüşlerin ortaya çıkmasına ve kargaşaya sebep olur.
Dini bilgiyi doğru kaynağından alma gayretinin ehemmiyeti küçük görülemez. Sahih kaynaklardan beslenmeyen dini bilgiler hurafelere götürür. Ancak bu söylemin İslam dünyasının bugün karşılaştığı sorunlar bağlamında dillendirilmesi dikkat çekicidir.
Dini bilgi üretime konu olabilecek bilgi değil, idrâke konu olabilecek yani “fıkhedilecek” bilgidir. Fıkhetme ve anlama bilginin muhatabı ile ilgilidir. Üretilen değil, idrak edilen bilgi “tefakkuh” edilir. Kur’an’da, geçtiği âyette tefakkuhun insanları uyarmak, ikaz etmek için olduğuna işaret edilir.
"...Her kabileden bir kısım insanlar da din ilimlerinde derinleşmeli ve kabileleri savaştan dönüp gelince onları uyarmalıdır ki, böylece Allah'ın azabından sakınırlar." (5)
İdrak olmadan dini bilgi anlaşılmaz. Mesela namaz kılmanın iyiliğini, gıybet etmenin kötülüğünü idrak olmadan anlamamız ve yaşamamız mümkün olabilir mi? “Dini bilgi üretimi” söylemi, idrakin ihmal edildiği bir söylemdir. Örneğe dönelim. Namaz kılma emri bir veri olarak bize geldi. Sahih kanallardan geldi. Tartışmasız doğru kanallardan geldi. Bu veri kafa ve kalbimizde bir makes bulmadan hayatımıza intikal edebilir mi? Kafa ve kalbimizde namazın bizim için gerekliliği ve olmazsa olmazlığı ile ilgili bir bilgi ve duygu birikimi, değer birikimi olmadan namaz emrini yaşayabilmemiz mümkün olabilir mi?
Namazın kılınabilirliğinde bilgi birikiminin yanında duygu ve değer birikimi olması gerekir. Duyguları uyandırıcı (sansitif) yanı hiç bulunmayan bilginin namaz eylemine dönüşmesi mümkün olabilir mi? (Devam edecek)
Dipnotlar:
1- Âl-i İmrân Sûresi, Âyet 19.
2- Mustafa Tekin, “Dindarlık Bağlamında Amel-i Salih Kavramına Sosyolojik Bir Yaklaşım”, Dindarlık Olgusu (Sempozyum Tebliğ Ve Müzakereleri) , Kurav Yay., İst., 2004, s. 53.
3- Nurten Kımter, “Benlik Saygınlık ve Dindarlık ilişkisi”, Doktora Tezi, Uludağ Üni. Sosyal Bilimler Enstitüsü, 2008.
4-Er 1999.
5- Tevbe 122.
Yorum Yazın
E-posta hesabınız sitede yayımlanmayacaktır. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişdir.