Eğitim sistemimizle, İNSAN YETİŞTİREMİYORUZ…
11 Haziran 2020, Perşembe 08:51İlimi, bilimi öğretmek için her şeyi yapıyoruz. Ne kadar öğretiyoruz şüpheli. Ama kesin olan bir şey var insan yetiştiremiyoruz.
Nesiller disiplinsizlik içinde kurallara uymadan büyüyorlar.
Bir kısım yetişkinlere bakıyoruz, onlarda aynı insanlıktan nasibini almamışlar.
Sevgi dolu, paylaşımcı, yardım sever, hoş görülü, saygılı, inançlı, vatan, millet bayrak sevgisiyle yoğrulmuş nesiller istiyorum, istiyoruz. İşte bunu sağlayacak ortam yok.
Gençlik böylede, ihtiyarlar nasıl diyeceksiniz. Haklısınız.
Birkaç gün önce bir koca karısını, beş çocuk annesi eşini pompalı tüfekle birkaç el ateş ederek çocuklarının gözü önünde öldürdü. Kanım dondu…
Benim ülkemde can bu kadar ucuz olmamalı…
Bırakın ilmi, bilimi insan yetiştirmeliyiz. Toplum halinde yaşıyoruz. Sizin düzgün olmanız yeterli değil, hepimiz düzgün olmalıyız.
İstanbul’dan Mahmut ÜNAL Ağabeyim bir şey paylaşmış. Şovmen hocaları bırakın demiş. Bakın Kur’an ne diyor diye ilave etmiş. Aynen aktarıyorum.
Anlayana diye de söylemiş.
* Şirk koşmayacaksın.
* Öldürmeyeceksin.
* Çalmayacaksın.
* Yalan söylemeyeceksin.
* İftira atmayacaksın.
* Gıybet etmeyeceksin.
* Adaletsizlik yapmayacaksın.
* Rüşvet almayacaksın, vermeyeceksin.
* Adam kayırmayacaksın.
* Kibirlenmeyeceksin.
Nasıl insan olmamız gerektiği bu maddeler de belirtilmiş.
Şimdi bu maddeleri okudunuz, etrafınıza bir bakın. Bu maddelere riayet eden insan var mı? Tabi bu arada aynaya da bakın. Etrafınıza bakarken kendinizi unutmayın.
Eğitim bu konuda başarılı olamamış, din bu konuda başarılı olamamış. Neden? Üzerinde durmamız gereken en önemli konu bu…
Eğitimde yenilik adı altında yıllardır, her bakan eğitimi biraz daha geriye götürmüş.
1960’lı yıllarda bizler siyah önlük, beyaz yaka ile okula giderdik. Cebimizde mendilimiz olurdu. Genelde cebimizde paramız olmazdı. Yokluk yıllarıydı. Silgi kaybolmasın diye, ortasından ip geçirip boynumuza asardı ailemiz. Kurşun kalemi bitene kadar kullanmak için üstüne ağaçtan kaplama yapardık.
Öğretmenimiz pazartesi günleri, temizliğimizi kontrol ederdi. Mendilimizi çıkartıp ellerimizi üzerine koyardık. Tırnaklarımızı kontrol ederdi öğretmenimiz.
Genelde kurallara uyardık. Eski olsa bile giysilerimiz, temiz olurduk.
Çamaşırlarımızı annemiz altında tezek yanan ocağın üzerinde kazanda kaynatır tokuçla döver kirini çıkarırdı. Deterjan mı? Ne gezer…
Anlatırken insan duygulanıyor. Tahtadan çantamız vardı. Nesilden nesile değiştirirdi. İçinde kitap, defter ve dergi olurdu.
Kışın her yer kar buz tutmuş. Tahta çantanın sapına ip bağlar, kayak olarak başka bir arkadaş tarafından çekilirdik.
İlkokullarımız, Cumhuriyetin ilk yıllarında yapılan, standart mimarideki okullardı. Bizim Konya’da ki ilkokulun adı Cumhuriyetti. Sonra adı Nesrin- Ayşegül olmuş.
Okulun bahçesi topraktı. Gölgesinde oturacağımız ağaç çoktu. İnsanı insanlıktan çıkaran beton yoktu.
Ortaokula Meram’da başlamıştım. 1968-1971. Meram ortaokulu. Ben o öğretmenlerden hayatı öğrendim. İnsanlığı öğrendim. Şık giyinmeyi öğrendim.
Ortaokul da ŞAPKA zorunluluğu vardı. O yıllarda isyan ederdik. En meşhur şapka KUTLUCA şapkasıydı. Oğlu Ahmet KUTLUCA ile aynı sınıftaydık. Disiplin için şapka şartmış.
Sonradan ilkokul önlüğünü siyahtan maviye çevirdiler.
Ortaokulda şapkayı kaldırdılar. Daha sonra okul belirleyicisi olan formaları da kaldırdılar. Kravatı da kaldırdılar.
Anlayacağınız kılık kıyafeti serbest bıraktılar.
Öğretmenleri de kılık kıyafet konusun da serbest bıraktılar. Saç sakal birbirine girmiş, pantolonu şalvara benzeyen, dikildikten sonra bir daha ütü görmemiş boru paçalı pantolonlar ortaya çıktı…
Ayakkabıları hiç sormayın. Boya yüzü görmemiş zavallılar.
Şimdi bu öğretmen tipliler, öğrencilere örnek olacak öyle mi? Disiplinsizlik çağrıştıran bu uygulamaların öğrencilere hiçbir katkısı olmadığı aşikar.
Meram ortaokulundayız. Matematik ve Tarım dersine Osman ÜNAL hocamız giriyor. Lakabı Süslü Osman.
Pantolon jilet gibi ütülü. Ayakkabılar ayna gibi parlak boyalı. Tertemiz gömlek ve kravat.
Hayata atılınca Osman Hocam gibi giyineceğim dedim. Şükür rabbim nasip etti. Şimdi ihtiyarladık, eskisi gibi özen göstermiyorum.
Dikkat ederseniz eğitimle ilgili hiç Milli kelimesi kullanmadım. Zira eğitimin Milliliği kalmadı.
Çocuklarımızı beton yığınları içine bıraktık. Bahçe yok ki ağaç olsun. Biz apartman gibi binada, geleceğimizi emanet edeceğimiz nesilleri yetiştireceğiz öyle mi? Geçin orayı.
Öğretmeni yetiştiremiyoruz ki, o da öğrencisini yetiştirsin.
Virüs sebebiyle reklamları oynadık. Yok şöyle internet üzerinden yayın yapacağız, falan filan.
Herkes sınıfı geçti denildi. Sen o öğrenciye internet üzerinden ders veremezsin. Sezon bitti denildi…
Özel okuldaki veliler servis, yemek ve okul ücretlerini talep ettiler ikinci yarıyıl için… İş büyüdü mahkemelik olunacak. Bakanlık özel okullara 2-3 haftalık Ağustos 15 de başlamak üzere, yüz yüze eğitim getirdi sonradan. Konu maddi idi.
Özel okuldakiler niye biz, niye devlet okulu yüz yüze eğitim yapmıyorlar diye feryat edince, 1 Eylül de iki haftalık yüz yüze eğitim için devlet okullarına da düğmeye basıldı.
Söyleyecek söz çok. Göz göre göre eğitimi çökerttik. 12 yıl zorunlu eğitim getirip sistemi dinamitledik.
Gereksiz müfredat öğrenciyi bıktırdı. Çok şey vereceğiz deyip, hiçbir şey veremedik.
Tekrar ediyorum bırakın ilmi, bilimi. Bize insan yetiştirin başka hiçbir şey istemiyoruz.
Hırsızlıklar olmasın, cinayetler olmasın, kul hakkı ve haram çatır çatır yenmesin. Yalan, iftira, gıybet yanımıza uğramasın. Sevgi, muhabbet, hoşgörü, yardım, saygı ile yoğrulmuş insan yetiştirmek bu kadar zor mu? Demek ki Zormuş.
Kalın sağlıcakla.
Yorum Yazın
E-posta hesabınız sitede yayımlanmayacaktır. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişdir.