KANADIMIN KIRILDIĞI YILLAR…
18 Şubat 2021, Perşembe 08:431956 doğumluyum. Konya’da şu anda Nalçacı denilen, o yıllarda ki adı Parsana olan semtte doğdum.
Anne dedem Tevfik Başaytaş efendi ki Şerafettin Cami imamlarındandır, 1957 yılında vefat etmiş. Benim ismimi koyan dedemdir.
Baba dedem ki onunda ismi Tevfik, Kayseri eşrafından kale içinde dünyaya gelmiş. Tevfik Balatekin, namı diğer Baş makinist Tevfik Efendi, Palabıyık Tevfik Efendi, Kayserili Tevfik Efendi. Ne derseniz deyin. Atatürk’ün trenini kullanmış kişi. Emekli olmuş, oda Parsana denilen yerde (o zamanki adı) bahçeli evinde ki Parsana Camii karşısındadır, yaşamaya başlamış.
Bizim evimizle dedemin evi çok yakın yaklaşık iki yüz metre….
Aklım ermeye başladığından itibaren, sabah kahvaltılarımı dedemgilde yaparım. Babaannemin ismi Havva. Biz ona Havva anne derdik. Adı hep öyle kaldı. Havva annemiz hiç bağırmayan, öfkesi olmayan, kızdığı zaman ağzından “ayıp ayıp” kelimelerinden başka bir söz çıkmayan, Mevlana sülalesinden muhterem bir kadındır.
Dedemle Havva annem beni her gün kahvaltıya beklerler ben gelince üçümüz kahvaltı ederdik. Dedem şakacı bir insandı. Ben küçük bir çocuk olmama rağmen bana da şaka yapar, hep beraber gülerdik.
Dedem oldukça zengindi. Muhitinde ki sıkıntılı insanlara lütufta bulunurdu.
Bir sabah kahvaltı ederken kapı çalındı. Havva annem baktı. Dedeme gelenin kim olduğunu söyledi. İsim zikretmek istemiyorum. Komşulardan birinin oğlu, tatlı suyunuz bitti ise güğümlerinizi verin, tatlı su getireyim demiş, Havva annemde sularının var olduğunu, su doldurmaya ihtiyaçları olmadığını söylemiş. Tatlı su, şu anda Numune Hastanesi, o zaman ki adı Millet Hastanesi olan, eski binanın köşedeki çeşmesinden dolardı. Ayaklı güğümler vardı.
Dedem; Havva anneme dönerek güğümdeki suyu boşalt, çocuğu çağır, gitsin su doldurup gelsin. Onlar zorda kalmasalar, su dolduralım demezler. Güğümler boşaltıldı, çocuk suyu doldurup geldi, ailede nasibini aldı.
Dedem Cuma günleri çarşıya gider, oradan bize hediyeler getirirdi. En çok sevdiğim ipe dizili şekerlerdi. Bugün ki kuru bamya gibi ipe dizilmişti küçük küçük şekercikler. Her gün 5-10 tane olacak şekilde nasibimi alırdım.
Evlerimiz yakın olduğu için, rahmetli annem de dedemgilin evine gelir, temizliğini yapar, bazen de istedikleri yemeği yapardı.
Dedem sigara içer. O zaman “Eski TÜTÜN” denilen sarılmamış tütünler olurdu. İçinden sigara kağıdı çıkar. Dedem bu incecik kağıtlara sigarasını sarar, en son kağıt yapışsın diye dudaklarıyla ıslatır ve sarma işlemini tamamlardı.
İçme işlemi için ağızlığı vardı. On on beş santimlik bu ağızlığa sigarasını sarar, acı kahvesiyle beraber, köşesindeki minderlerin arasında sigarasını içer kahvesini yudumlardı. Ehli Keyif adamdı.
Günlük ekmeği ve eski tütünü ve ihtiyaçları bakkaldan ben alırdım. Bakkalın lakabı “Gözlüklü” bakkaldı. Gözlüğü olduğu için bu lakap verilmişti. O yıllarda sille yolu göbeğinde dört beş bakkal vardı. Silleden taş yükleyen veya yüklemeye giden kamyonların uğrak yeriydi.
Henüz okula gitmediğim için para hesabını bilmezdim. Dedeme sorardım paranın üstü var mı diye. Var derdi bende kendime birkaç bisküvi veya sorma şeker alırdım.
Bir gün yine sordum dedeme, paranın üstü var mı diye, dedem var dedi.
Dedemin dediklerini alıp, bakkala da üzerine bana şeker ver dedim. Bakkal bana paranın üstü olmadığını söyledi. Israr ettim, dedem söyledi paranın üstü varmış dedim. Sen git dedene söyle dedi. Bakkala çok kızdım. Dedeme gelip bakkalı şikayet ettim.
Dedem rahmetli sürekli gülüyor. Yoksa üstü yokmuydu dedim. Dedem hala gülüyor. Elimdeki ekmekleri yere bırakıp, eski tütünü dedeme fırlatıp ağlayarak eve döndüm. Gururum incinmişti.
Ertesi sabah rahmetli annem uyandırdı, haydi gecikme dedengile git seni kahvaltıya beklerler dedi. Gitmeyeceğimi evde kahvaltı edeceğimi söyledim. Annem bir şey mi oldu diye sordu, cevap vermedim.
Annem dedemgilin evini derleyip toplamaya gidince, dedem beni sormuş, kahvaltıya da gelmedi demiş, epey beklemişler.
Dedem anneme, havuzun kenarında ki tahta üzerine, sarı yirmi beş kuruş koyduğunu, gelip almamı söylemiş. O zaman sarı yirmi beş kuruş büyük para.
Annem eve gelince, durumu anlattı. Ertesi sabahı zor ettik. Gittim baktım para orada. Parayı alırken dedem çıkıp seslendi. Sarıldık, şaka yaptığını söyledi.
Dedemi anlatırken, roman yazsam yeridir. Bu arada amcam Hamdi Balatekin Ereğli’de istasyonda depo müdürü. Yengem Kadriye Balatekin hasta, böbreklerinden. Çok sık Konya’ya geliyorlar tedavi için. Üç erkek evlatları var. 18,17,11 yaşlarında üç evlat. Dedemde rahatsız o günkü durumuna bakıp, bugün KOAH hastası olduğunu düşünüyorum. Zira büyük oksijen tüpleri geliyor. Bir aparatla oksijeni burnundan çekiyor.
24 Mart 1963, Kadriye yengem vefat ediyor. Dedemin yıkıldığı an. Üç erkek evlada bakıp, için için ağlıyor, üzülüyor.
Dedemin eski neşesinden eser yok. Yengemin ölümünden iki ay sonra 23 Mayıs 1963 te de dedem vefat ediyor.
Kanadımın kırıldığı yıl. İnanılmaz bir boşluğa düşüyorum. Dedem ilk okula başladığımı da görmüyor.
18 ŞUBAT 1979…
Bu tarih benim babamın, Hacı İbrahim BALATEKİN’in vefat tarihi. 42 yıl olmuş. Harbokulunu bitirip, teğmen olarak 30 Ağustosta (1978) göreve başlamamı müteakiben yaklaşık beş buçuk ay sonra babam vefat etti. Ne kol kaldı ne kanat. Ben size bu yazımda BABAMI anlatacaktım. Dedemi anlattım. Babamın babası bu kadar iyi insansa, acaba babam nasıldır diye aklınıza gelebilir.
Ciltlerle roman yazılır. 7 yıl yatılı okuduğum için babama pek doyduğum söylenemez. Cennet mekanın olsun benim yiğit babam. Tüm ölenlere rahmet diliyorum. Ne olur sağken anne baba kıymetini bilin. Giden geri gelmiyor.
Not: Tüm Müslüman aleminin Regaip Kandili mübarek olsun. Rabbim bizi nice kandillere sağlık sıhhat içinde eriştirsin. Selamlar…. Esen kalın…
Yorum Yazın
E-posta hesabınız sitede yayımlanmayacaktır. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişdir.