NEDEN HİCRET
30 Kasım -1, Pazartesi 00:00
14 Ekim Çarşamba günü, 1 Muharrem 1437 Hicri yılbaşı. Hicrî yılın kabûl edilmesinden beri asırlardır İslâm âleminde 1 Muharrem yılbaşı olarak kabûl edilmiştir. İslâm davasının hedefe giden yolunda bir dönüm noktası olan hicret, tarihte yeni bir sayfa açmıştır. Her vesile ile birlik, beraberlik ve dayanışmayı vurgulayan dinimizin mesajlarının hayat buluşudur.
Hz. Ömer’in halifeliği döneminde, hicretin gerçekleştiği gün, Hz. Ali’nin teklifiyle hicrî takvimin başlangıcı sayılmıştır. O günden itibaren de İslam âleminde 1 Muharrem hicrî takvimin başlangıcı olarak kabul görmüştür.
Tarih sahnesine bakıldığı zaman birey ya da toplum olarak farklı nedenlerle nice göçlerin olduğu görülür. İslâm tarihinde de Hz. Peygamber ve O’na gönül veren insanların sadece Allah’ın dinini daha iyi yaşayabilmek için, yurtları olan Mekke’yi ve tüm imkânlarını bırakarak, Medine’ye göç etmelerine “Hicret” denir.
Hicret; İslam toplumunun teşkilatlanması, güçlenmesi ve çevresine kendini kabul ettirmesi sürecinin ilk adımı olmuştur. İmanın maddi güç karşısında kazandığı zaferin simgesidir. Hicret, Allah rızası için; anadan, babadan, yardan, diyardan, maldan, mülkten hatta candan, evlâttan vazgeçişin, ibretli ve meşakkatli kıssasıdır.
Hicret, İslâm devletinin temelindeki en önemli olaydır. Çünkü hicretle birlikte başlayan Medine döneminde, İslâm davetinin önündeki maniler birer birer kaldırılmış, Müslümanlara ve Müslümanlığa sevgi ve sempati duyan kimselere yapılan baskılar kırılmış ve böylece insanlara hür iradeleriyle dinlerini seçme fırsatı sağlanmıştır.
Âlemlere rahmet olarak gönderilen Peygamberimiz Hz. Muhammed (s.a.v.) insanları, şirki ve küfrü, vahşet ve zulmü terk edip sadece Yüce Yaradana ibadete, adalete, merhamete, insanî erdemlere davet etmekteydi. Ancak Mekkeli müşrikler bütün insanlığa rahmet olarak gönderilen bu Yüce Elçi’ye akla hayale gelmedik işkence ve zulmü reva gördüler. O’na kucak açma, O’nun la insanlık onuruna yeniden ulaşma yerine; O’nu dışladılar, hayatına kastetmek istediler.
Çünkü, Kelime-i Tevhid başta olmak üzere İslâm’ın hiç bir hükmüne razı değillerdi. Bu sebeple de, mü’minleri dinlerinden döndürmek için ellerinden gelen her zulmü yaparak onları kendi yurtlarını terke zorluyorlardı.
Müşriklerin, tahammülü çok güç olan bu zulümleri karşısında, Mekke'de Müslümanlar korunamaz hale gelmişlerdi. Bu sebeple Müslümanların Medine'ye hicret etmeleri kararlaştırılmıştı. Sevgili Peygamberimiz (s.a.v.) ; "Sizin hicret edeceğiniz yerin iki kara taşlık arasında hurmalık bir yer olduğu bana gösterildi..."(1) diyerek, Müslümanların Medine'ye hicretlerine izin verdi.
Ancak bugün de benzer zulümler İslâm âleminde, Müslüman ülkelerin başında ki zalim idareciler tarafından halkına reva görülmekte ve vatanlarını terk etmek zorunda kalmaktadırlar. Elhamdülillah Devletimiz; idarecilerimiz ve halkımız sayesinde, yardımlaşmayı ve dayanışmayı esas alan Belediyelerimiz, vakıf ve derneklerimiz ile birlikte, hicrette olduğu gibi Ensar-Muhacir ruhunu canlı tutma adına çalışarak, kalplerde var olan merhamet duygusunu tekrar harekete geçirerek, Esed zulmünden kaçan iki milyona yakın Suriyeli insanlara vatanımız ev sahipliği yapmaktadır.
Konumuza dönecek olursak, Peygamber Efendimiz, ashabıyla beraber, evlerini, mallarını, hatta ashabın birçoğu anne, baba, eş ve çocuklarını bırakarak Medine'ye hicret ettiler.
Yeryüzünün en kutlu yolculuğuna çıkarken Hz. Peygamber’in; Mekke’ye yönelerek, Beytullah'a baktığı ve Mekke'ye: “Senden daha güzel ve bana senden daha sevgili bir belde yoktur! Eğer kavmim beni çıkarmamış olsaydı, ben senden başka bir beldede oturmazdım!”(2) dediği rivayet edilir.
Böylece Peygamberliğin 13'üncü yılının ilk ayı 1 Muharrem'de (16 Temmuz 622) Hz. Peygamber’in Mekke'den Medine'ye hicretiyle yeni bir dönem başlamıştır. Mekke'li müşriklerin baskı, eziyet ve işkencelerine maruz kalan Müslümanlar, hicret sayesinde güvenli bir ortama kavuşmuşlar, güçlenmişler ve Hz. Peygamber’in önderliğinde temiz bir toplum oluşturmuşlardır.
Hicret; nurun hayat buluşu, karanlığın aydınlığa dönüşüdür. Bu büyük dönüşümün gerçekleşmesine katkıda bulunmuş olmanın Allah katında elbette bir mükâfatı vardır. Yüce Kitabımız Kur’an bu mükâfatı: “İman edip hicret edenlerin ve Allah yolunda mallarıyla, canlarıyla cihat eden kimselerin mertebeleri, Allah katında daha üstündür. İşte onlar, başarıya erenlerin ta kendileridir.”(3) ayetiyle dile getirmektedir.
Yüce Allah (c.c) Kur’an’da; imanları uğruna yurtlarını terk eden Muhacirleri ve kalplerini onlara açan Ensarı şu ayette övmektedir: “İman edip hicret eden ve Allah yolunda cihat edenler ve (hicret edenleri) barındırıp (onlara) yardım edenler var ya; işte onlar hakîkî müminlerdir. Onlar için bir bağışlanma ve bol bir rızık vardır.”(4)
Hicreti takip eden yıllarda da, hızla güç ve kuvvet kazanan devlet otoritesi İslâm’a duyulan ilginin artmasını sağlamış, çeşitli kabile ve aşiretlerle yapılan görüşme ve tebliğler sonrasında gerçekleşen toplu katılımlarla İslamiyet hızlı bir yayılma ve İslam coğrafyası hızlı bir genişleme sürecine girmiştir.Ayrıca İslâmiyet, Mekke şehri hudutları dışına Hicret'le taşmış ve bu güneş, dünyaya Medine ufuklarından yayılmıştır.
Müslümanlar olarak bizler de iyi bir kul ve şuurlu birer mü’min olabilmemiz için bu kutlu yolda yürürken rehberliğine her daim başvuracağımız sevgili Peygamber’imizin; “Hakiki hicret hataları ve günahları terk etmektir”(5) sözüne ve “Hakiki muhacir, Allah'ın yasakladığı şeylerden kaçan, onları terk eden kimsedir” (6) buyruğuna uyarak kötülüklerden ve günahlardan uzaklaşmalıyız ki; Allah’ın hicret edenlere vaad ettiği mükâfatlara nail olalım. İnşâAllah.
Gönülden Muhabbetlerimle.
Dipnotlar:
1-El-Buhârî, 4/255; Tecrid-i Sarih tercemesi, 10/86.
2-Ahmed b. Hanbel, c.4, s.305, Tirmizî, c.5, s.722-725
3-Tevbe, 9/20.
4-Enfal: 8/74
5-İbni Mace, Fitne :2
6-Buhari, İman 4
Yorum Yazın
E-posta hesabınız sitede yayımlanmayacaktır. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişdir.