NEDEN KENDİMİZ DEĞİLİZ (2)
09 Şubat 2021, Salı 09:01Teslimiyetçi ve kolaya kaçan bir alışverişle bu uyumluluğun getirdiği uyuşmalar ile elimizin kolumuzun bağlandığını neden görmezden geliriz? Kitlesel savrulmalar tüm İslam coğrafyasında almış başını gidiyor bizler başsız kalmış ya da bırakılmış vaziyette gâvurun insafına terk edilmiş iken hangi Müslüman iklim kendi coğrafyasında hakikat güneşini yansıtabiliyor? Yok ki yansıtsın. Niye yok? Çünkü kaleyi İslam kalesini terk ettik. Endülüs 8 asır boyunca dünyayı ışık tutan eserler verirken gâvurun güç ile sahne almasıyla ve İslam coğrafyasında gâvura benzemek gibi adetlerin çoğalmasıyla alt üst olan değerlerimizi saçıp savururken bağnaz batı Hıristiyanlık misyonun acımasız temsilcisi olarak birleşiyor ve Müslümanları kılıçtan geçiriyordu. Sadece ölümle cezalandırsa iyiydi. İffetli kardeşlerimizin suçsuz masum bebelerinde namus ve bedenlerine halel getiriyorlardı. Bu ne dayanılmaz bir acı idi. Siz hiç Endülüs mersiyesini okuyup düşündünüz mü?
İslam toplumlarının ekonomik sosyal kültürel çöküşleri ideolojilerin esiri haline gelmeleri yersiz sloganların bariyer haline getirilmesi, politik ve ihtirasların ideolojik rekabetlerin jakobenizm ve dayatmaların amansız hastalığı bir anofer gibi her tarafımızı sardı sarmaladı, gözlerimizdeki feride götürdü. Toplumlarımız artık batıya açılan kapı, onların hareket alanı at oynatılan bir kördüğüm coğrafyası ve insafına terk edilen masum insanlar topluluğu idi. İfadesizlik sessizlik baskı altında suskunluk ve bunları kabullenme artık hayatımızın kaçınılmaz halleri oldu. Direnme denilen bilinç kırıldı. Üsttekiler ne söylerse haklı oldular. İrademiz insanların iki dudağına köpürtüldü. Ağızdan çıkacak her şey bizim için emir telakkisi idi. Ve biz bunları her gün taksit taksit yudumluyor içimizin bir köşesinde biriktiriyor belki de artık duyarsızca manasız bir yaşamanın fitilini ateşliyorduk. Biz artık emir eri idik.
Bize yani Müslüman toplumlara başta gâvurlar olmak üzere hep ön yargı ile yaklaştılar. Bugünde değişen bir şey yok. Medyanın yayınlarına bir bakın. Süreli yayınlar veya günlük ajanslar gündem ya Filistin’dir. Ya Kâbe’dir. Ya da başka bir yerdeki İslam mensuplarıdır. Bizleri ezici ve kalıcı bir baskı altında tutmanın yolu olarak teknolojiyi sindirme olarak kullanan batı bizlerin azıcık palazlanmasına bile tahammül etmemekte, kendisine yapılan kendi içlerinden gelen bir saldırıyı İslam dünyasına mal etmeye çalışırken kendisi İslam coğrafyasına kene gibi yapışarak tüm çirkinliğiyle ve pişkince zulmünü sürdürmektedir.
Biz bunu hayatın tüm sahnelerinde görmekteyiz. Katı ve taşlaşmış anlayışı ve ön yargısıyla bize yüklediği ideolojik manalar ile kafamızı karıştıran ve kavramlara hapseden batı kendi ürettiği teoriler ile de bize kompleksli bir kimliğe bürünmemizi ve kendimizi aşağılamamızı bile ön görmektedir. Nitekim bunun meyveleri yüz elli yıldır alınmaktadır. Yanıltıcı tahripkâr ve sorunlu çözülemeyen yumaklarla adeta bizi kedi yumak ikileminde oyunda oynaşta hale getiriyor biz bunlarla enerjimizi harcarken kendi taze emellerini uygulama alanı buluyordu. Çünkü önünde onu engelleyecek hiçbir kuvvet kalmamıştı.
Derin istikrarsızlıklar ve toplumsal çatışmalar ve bitmeyene gerilimler tüm İslam coğrafyasının batı nezdinde kendine yüklenen ortak kaderleri haline getirilmiştir. Etnik sorunlar artan anarşi ve terör ekonomik istikrarsızlık daha düne kadar bizde de at başı gidiyordu. Şimdi IMF’ye bile borç verir hale geldiğimizde batı buna inanmak istemiyor ve elindeki yağlı böreğin kaçmakta olduğunu biliyordu. Bu nedenle artık ne pahasına olursa olsun batının bizlere dikte ettiği zoraki uygulamalara iktidar ve muhalefet birlikte yaklaşımıyla karşı koymalıyız diyeceğim lakin bugün muhalefetin unsurlarına baktığımızda hastalıklı kafaların hala batıya endeksli bir sömürü çarkının içinde olmayı yeğlediklerini görüyorum. Gidişatı onlara bağlanmakla bulan eş tutan bir muhalefetin ülkenin hayrına olumlu bir referans olmasını beklemek olabilir mi?
Kötümser olmakta istemiyorum lakin zihni tekâmülü teslimiyet tarlasına dönüştürülen bir arazide bağımsız kendine yönlü araştıran ve bağımsız aşklı kendi değerlerine dayanan bir kimliğin olmadığını da görüyorum. Yönetim babında yer alan kafaların gerçekleri çarpıtan bir anlayışa sahip olmaları ve olayları yorumlama biçimlerine baktığımızda gitsin de ne olursa olsun aynen Abdülhamit dönemindeki gibi bir anlayışı taşıdıklarını ve bağnaz bir düşmanlık beslediklerini anlayabiliyorum.
Sonuç olarak toplumları ideolojik klişelerle baskılamak, güdümlemeye çalışmak, düşünce melekelerini zayıflatmak, aklı kullanmayı bir nevi engellemek, yetkinlik kıvamını kaçırmak, kendimizi tanımamıza da en değil midir? Kendini hesaba çekmeyen alışkanlıklarına mahkûm olmaz mı? Bugün olduğu gibi.
Yorum Yazın
E-posta hesabınız sitede yayımlanmayacaktır. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişdir.