OSMANLIDA HURÂFELER, BİD’ATLAR (5)
08 Aralık 2017, Cuma 07:451789 yılında Balkan cephesinde yenilgi üstüne yenilgiler alınır. Askerin durumu hiç iyi değildir, ordudan firarlar olmakta, kaçmayanlarda da o eski dinî ve millî gayretlerden eser görülmemektedir. Sadrâzamın değişmesine karar verilir. Sultan 3. Selim ile Şeyhülislâm istihareye yatarlar. Ertesi günü Şeyhülislâm bir şey göremediğini söyler, hakan ise üç defa Gâzi Hasan Paşayı gördüğünü söyleyerek mühr-i hümâyunu (Başbakanlık mührünü) ona gönderir.
Bir yıl sonra Hasan Paşa vefat eder. “İstanbul’da şaşkınlık vardır, kim Sadrâzam yapılacak? Rumeli’de bulunan vezîrlerin isimleri kâğıtlara yazılıp bir torbaya konulur ve Hırka-i Şerif odasında kura çekilir. Rusçuklu Şerif Hasan Paşa Sadrâzam çıkar. Ordu içinde bu iş hayra alamet sayılmaz. Çünkü 1768 seferinde Hasan Paşa’ya vezîrlik verilmiş, fakat “kör mangıra yaramadığı ve bir iş göremediğinden” rütbesi geri alınmıştır. Bu harpte yeniden vezîrlik rütbesi verilir ve Sadrâzam olur.”(1)
Yani koskoca cihan devleti Osmanlının işi, rüyalarla, istiharelerle, tombala ve kuralarla atanan Sadrâzamlara kalmıştır!..
Sultan 2. Mahmud devrinde bazı devletlerde çıkan veba salgınından korunmak için limanlarda uygulanacak karantina için bir kısım ulemâ Hıristiyanlık âdetidir, bid’attir diye karşı çıkmışlardır.(2)
Kavalalı Mehmed Ali Paşa’nın ordusu ile Osmanlı ordusu Sultan Mecid döneminde Urfa Nizip yöresinde karşılaşır. Osmanlı ordusunu modernleştirmek üzere Sultan 2. Mahmud tarafından görevlendirilen Alman General Helmuth Karl Bernhard von Moltke (d.1800 – ö. 1891), ordu içindedir ve çok uygun pozisyon bulunca hücum emri verir. Fakat başkomutan durumundaki Çerkez Paşa müneccimlerinin söylediği“eşref saat daha gelmedi” diye hücumu durdurur ama sonunda büyük bir hezimete uğrar ve Mısır ordusu İstanbul kapılarına dayanır.(3)
Osmanlının son dönemlerinde yani cehaletin kol gezdiği dönemlerde, hattâ bizim çocukluk yıllarımızda bile o kadar mânâsız ve mantıksız işler yapılırdı ki; şimdi düşündükçe hayret etmemek mümkün değil. İnsanlar yapacakları her işe, her harekete, her fiile bir kılıf bulur, hurâfelere dayandırır, falan gün yola çıkılmaz, iki bayram arasında nikâh kıyılmaz, falan gün temizlik yapılmaz, yeni doğan çocuğa melekler onu sular diye su verilmez, tırnakları hırsız olur diye kesilmez, evlerde ve kişilerin üzerinde katiyen resim bulundurulmaz, resimli kitaplar okunmaz, bulunursa imha edilir, demir kaşıkla yemek yenmez,(4)
Kara kedilerin geçmesinden, baykuşların ötmesinden, köpeklerin havlamasından (ürmesinden) mânâlar çıkarılır, olmadık senaryolar uydurulur, akşamları cin ve şeytan çarpmalarından başka sohbet yapılmaz, çocuklar hastalanmasın, nazar değmesin diye kaplumbağa yavrusu kabuğu, Hind karıncası boynuzu, yedi delikli mavi boncuk, altın veya gümüşten Maşallah, üzerlik tohumu, çörekotu, yedi dükkân süprüntüsü, çitlembik dalı, hurma çekirdeği takılır, ümmüsıbyan duası okunur, aydaş ocaklarına götürülür(5)ve şöyle dua edilirdi:
“Üzerlik, yüz binerlik, yüz bin ihlas, sen yetiş ya Hızır İlyas, Altmış yetmiş, dağlara taşlara çıkmış gitmiş, Nazara nazara, nazar edenlerin gözü bozara, Hayırlar feth ola, şerler def ola, nazar edenler çatım çatım çatlaya” Tabi bunlar bir çırpıda aklıma gelenler, yapılanların yüzde biri bile değil.(6)
Eskiden hastalara kurşun dökerlerdi. Bir demir kepçenin içine kurşun konur, mangal üzerinde eritilir ve hastanın başı üzerinde içi su dolu bir tasın içine cass diye dökülür, bu döküşler esnasında “Benim elim değil, Fatma anamızın eli” denir ve o mübâreklerden istimdat edilir.
Bu işlem hastanın başı, göbeği ve ayakları üzerinde ve dördüncü seansta oda kapısında tekrarlanır. Tastaki suyun bir kısmı hastaya içirilir, bir kısma ile hastanın ağrıyan yerleri ovulur, bir kısmı da dört yol ağzında içine ekmek doğranıp köpeklere yedirilir.(7)
Salı günü eski Türkler arasında uğursuz gün sayılır, o günde yola çıkılmaz, önemli bir iş yapılmaz, mühim kararlar alınmaz, sanki insanlar inzivaya çekilir, böyle bir gelenek vardır. Bu hurâfenin özüne inildiğinde; İstanbul bir Salı günü fethedildiği için Rumlar arasında uğursuz gün sayılmış bunun bize de geçmiş olduğu görülür.(8)
Dipnotlar:
1- N.Kösoğlu,Türk Dünyası Târih ve Medeniyeti Üzerine Düşünceler,Ötük. Yay.Ank.1997,s.429.
2- İbrahim Refik, “Târih Şuuruna Doğru-3”, Albatros Yay. İst. 2001, s. 150.
3- A.Ragıp Akyavaş, “Üstad-ı Hayat-1”, TDV Yay, Ankara 2005, c, 1, s. 261.
4- Bu hurâfelerin bazıları da ekonomik sebeplerden dolayı uydurulmuş. Meselâ bu demir kaşık meselesi: O dönemde tahta kaşık yapıp satan ve bu yoldan rızkını kazanan on binlerce esnaf vardır. Fabrikasyon demir kaşıklar yapılmaya başlanınca bunlar ekmeklerinden olmuşlar ve bu hurâfe uydurulmuştur. Mustafa Armağan, “Gerçek Târihin Peşinde”, Timaş Yay. 2011, İst. s.163.
5- Konya Kültürüne Hizmet Edenler, M. Ali Uz, Konya Büyükşehir Bel. Yay. 2003, s.- Konya da hurâfeler aydaşlık sarılık için yapılanlar 178.
6- Geniş bilgi için bkz: Ahmed Kemal Üçok, “Görüp İşittiklerim”, Okuyan Adam yay. Ank. 2002, s. 335; İskender Pala, “Şâirlerin Dilinden”, Kayı Yay. 2004, İst. s. c. 261.
7- A. Ragıp Akyavaş, “Asitane-ll”, TDV Yay. Ankara 2000, c. 2, s. 111.
8- İsmail Hâmi Dânişmend,“Târihi Hakikatler”,Tercüman Gazetesi Yay.1979, c. 2, s. 287.
Yorum Yazın
E-posta hesabınız sitede yayımlanmayacaktır. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişdir.