Osmanlıda Kitap Aşkı ve Kütüphâneler (1)
15 Aralık 2020, Salı 08:26Bir medeniyetin ilimsiz, kitapsız ve kütüphânesiz olması mümkün değildir. Osmanlı Medeniyetinin muharrik gücü (hareket kaynağı) de bu malzemeler olmuştur. “Sahâbeden sonra İslâm’ı en iyi anlayan ve hayata tatbik eden Osmanlılardır’ diyen âlimler olduğunu daha önce yazmıştık.(1) Hal böyle olunca ilmin, âlimin, kitap ve kütüphânenin kıymetini de en iyi anlayan onlar olmaları gerekir.
Kâğıt, ilim malzemesi olduğu için Osmanlı’da kutsal sayılmıştır. Eskiden yokluğu da çekildiği için son derece hürmet görmüş, mezbeleliklere, çöplere atılmamıştır. Benim çocukluğumda bile yâni 1960’lı yıllarda bile ihtiyarlar yerde bir kâğıt parçası gördüler mi, hemen onu alırlar, üstüne akıtılmayacak bir yere kaldırırlar ve “kâğıdın üstüne abdest bozanı şeytan çarpar” derlerdi.
Müslümanlar arasında ilim ve öğrenme, doğar doğmaz çocuğun kulağına ezan okumak suretiyle başlar, helal süt emzirmek, iyi örnek olmak suretiyle devam eder, 5 yaşına gelince “Âmin Alayı”(2) diye çocuğun ömür boyu unutamayacağı, herkesin maddî durumuna göre görkemli bir törenle hocanın önüne gönderilirdi. Her hususta bozulduğu son zamanlar hariç tutulursa, Osmanlı milleti muasırlarına göre okuma oranı daha yüksek, daha bilgili ve aydın insanlardır. Peygamberimiz “İnsanlar meliklerinin (idârecilerinin) dini üzerinedir”(3) buyurduğuna, yâni onlar nasılsa, halk da öyle olur dediğine göre, kısacası halkın ölçüsü idârecileri olduğuna göre, onlardan birkaç örnek sunalım:
Bâzıları Türkleri at ve kılıçtan başka bir şey tanımayan, ilim ve irfânla alâkası olmayan, “Etrak-ı bî idrak-İdraksiz Türkler” olarak tanıtır. Bu Haçlı fanatiklerin iftira ve tezvirlerinden başak bir şey değildir. Yukarıda da zikrettik. Şu bir realite ki; ilimsiz medeniyet olamaz. Osmanlı medeniyeti diye bir medeniyet varsa ki vardır, bunun ilimsiz olması mümkün değildir. Eğer öyle olsa, bugün hâlâ ayakta olan medreseler, dâru’l-hadisler, daru’l-ilimler, daru’l-kurralar, daru’l-fıkıhlar… Süs için mi yaptırılmıştır.
Bugün dünyâ üzerinde ilmi olmadan, temâyüz eden, ilerleyen, yükselen, yücelen, bir millet gösterilemez. Osmanlı cihan devletinin kurucusu evlatlarına “beni kırın, ama sakın Edebali’yi kırmayın” derken, onun kara kaşına, kara gözüne hayran olduğu için mi söylüyordu? Onun ilmine ve irfânına hürmet ediyordu.
İlmi, ilim adamını, okumayı, araştırmayı çok seven Fâtih, Mânisa’da şehzâde iken bir kütüphâne oluşturmuş, Sultan olunca bu kıymetli hazînesini başkentine yâni Edirne’ye getirmiş, İstanbul’un fethinden sonra da İstanbul’a taşımıştır.(4) Savaşa giderken bile atın üzerinde, ilim erbâbını etrafına toplayıp, ilmi müzakereler yaparak giden bir Sultandır.(5)
Devrinin meşhur eserlerini okuduğu gibi, Homeros’un İlyada Destanını ve diğer Yunan klasiklerinden birçoğunu okuduğu, yeni yeni arşiv araştırmaları netîcesi ortaya çıkmaktadır. Fetihten sonra Fâtih, Hristiyan din görevlisi patrik ve papazlara bile, ilim sâhibi oldukları için, o kadar iyi davranmış ki, Avrupa’da onun Hristiyan olacağına veya gizli Hristiyan olduğuna dâir söylentiler çıkmış, bundan cesaret alan Papa ll. Pius, Fâtihe Hristiyanlık teklif eden bir mektup yazmıştır.(6)
1365 Girit doğumlu ama Trabzon Pontus Rum imparatorluğunda uzun müddet görev yaptığı için Trabzonlu Georgios; olarak tanınan kişi, yazdığı eserlerde Fâtih hakkında o kadar güzel şeyler kaydetmiş ki, bâzı Avrupalılar onu, Papalık sarayında bir Osmanlı casusu diye tanımlamışlardır. Bu zat, Hristiyanlığın ezelî ve ebedî arzu ve isteği olan “tek dünyâ imparatorluğu” tahakkuk etse (gerçekleşmiş olsa) o devletinbaşına Fâtih’i lâyık görmüş ve kitaplarına öyle yazmıştır. Çoğu Bizanslı için Türklerin zuhuru, günahlarından dolayı Hristiyanların cezalandırılması için, Tanrının görevlendirdiği kırbaçlardır.(7)
Fâtih’in Kendi özel kütüphânesinde 5 binden fazla kitap bulunduğu tespit edilmiştir.(8) Fâtih ayrıca sarayına, Latince ve Yunanca gibi yabancı dillerdeki eserlerden müteşekkil özel bir kütüphâne de kurmuştur.(9) Fâtih’in hocalarından Molla Fenârî’nin ölümünden sonra kütüphânesinde 10 binden fazla kitap bulunduğu kayıtlara geçmiştir.(10)
Dipnotlar:
1- Erhan Afyoncu, “Osmanlı’nın Hayâleti”, Yeditepe Yay. Ekim 2005, s. 67.
2- M. Nuri Yardım, “Edebiyatçılarımızın Çocukluk Hâtıraları”,Timaş Yay. 3. bas. İst. 1998, s. 53.
3- İbnü’l-Cevzî, Menâkıbu Emîri’l-Mü’minin Ömer b. El-Hattâb, Thk. Ali Muhammed Ömer, Kahire 1997, s. 223.
4- Dursun Gürlek, “Çınaraltı Kitap Sohbetleri”, Timaş Yay. İst. 2011, s. 248.
5- Faik Reşat, “Eslaf”, Tercüman 1001 Temel Eser, s. 64.
6- Mıchel Balivet, a. g. e. s. 157-161.
7- Mıchel Balivet, a. g. e. s. 186, 196.
8- İbrâhim Refik, “Târihin Meçhul Tanıkları” Kaynak Yay. İst. 2008, s. 120.
9- Halil İnalcık, “Rönesans Avrupası”, İş Bankası Yay. 2011, s. 300.
10- İskender Pala, “Tavan Arası”, Kapı Yay. İst. 2008, s. 177.
Yorum Yazın
E-posta hesabınız sitede yayımlanmayacaktır. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişdir.