TEVAZU
23 Ocak 2016, Cumartesi 09:49Al bende benlik kalmasın
Kimseler halim bilmesin
Nam u nişânım olmasın
Pinhanın olayım senin
Lâedrî
Allah’ın kuvveti, kudreti, azameti yanında kendimizin bir hiç olduğumuzu bilmek, dünya ve içindekilerin hepsinin fani ve geçici olduğunun farkına varmak, üstünlüğün ancak takva ile olduğunu idrak etmek, dünyanın en aciz, en zayıf, en küçük varlığı olduğunu düşünebilmek tevazu sayılmıştır. Daha öncede yazdık ama, konunun en güzel özeti olduğu için yine Yunusu konuşturalım:
Hani Kârun malı netti
Hani Lokman canı netti
Hani Cengiz şanı netti
Yalan dünya yalan imiş.
“Kim mütevazı olursa, onun şan ve şerefini yüce Allah’ın yükseltip yücelteceğini”([1]) Peygamber Efendimiz haber veriyor.
Mağrurun, kibirlinin hasmı, rakibi Allah’tır, iflâh olması mümkün değildir. Tarih bunun örnekleri ile doludur. Bunun iyi farkına varan Osmanlı Sultanları her sabah içtimasında balkona çıkarlar, askeri selâmlarlar ve onların; “mağrur olma sultanım, senden büyük Allah var” sözlerini kafalarına inen bir balyoz etkisiyle dinler, ona göre mesaiye başlarlarmış.
Bu durumu düşmanları bile takdir ediyor ve şöyle diyorlar: “Türkler güçlerinin zirvesinde oldukları Kanuni döneminde bile sade bir halktı.” ([2])
Osmanlı bilim ve sanat adamları da eserlerinin altına imza atıp isim koymayı kibir telâkki eder, ya hiç yazmazlar, ya da “abdi âciz” ibaresinden sonra yazarlarmış. Bugün birçok eserin sahipsiz oluşu bu felsefenin mahsulüdür. Hattatların piri kabul edilen Şeyh Hamdullah eserlerine “kendi küçük günahı büyük Hamdullah” diye imza atarmış. Bu zat kabir taşına bile isminin yazılmamasını vasiyet etmiş.([3])
Hz. Mevlânâ’nın şu sözleri ne kadar ibretli:
“Kılıç, boynu olan insanı keser. Gölge ise yerlere döşenmiştir; boynu ve bedeni olmadığı için onun yaralanması ve kesilmesi de yoktur. Zemin ile müsavi olan bir şey, oklara hedef olur mu?” Yani mütevazı ve alçak gönüllü olan kişiler belâ ve musibetlerden uzak olurlar. (15148-15150).
“Su tevazusundan dolayı yüksekten aşağıya akar da Allah onu tekrar yükseltir (Buhar olur), Buğday tevazusundan dolayı toprağa iner de Allah onu yine başak halinde yukarı çıkarır.” (8187)
Herkes yahşi ben yaman
Herkes buğday ben saman
Avlarlı Efe Haz.
Bir buluttan denize bir damla düştü. Denizin büyüklüğü yanında ben ne olurum ki diye tevazu gösterdi. Sedef onu kaptı, nazla besledi, inci oldu, padişahların taçlarına takıldı.
İmam-ı Azamın talebesi İmam Ebu Yusuf Bağdat Kadısı iken birisi gelir soru sorar, o “bilmiyorum” der. Adam; “bilmiyorsun ama dünya kadar maaş alıyorsun” deyince büyük imam şöyle cevap verir: “Aldığım maaş bildiklerimin karşılığı, bilmediklerimin karşılığını da alsam, halifenin hazineleri iflâs eder.”
Tarık b. Ziyad Beş bin mücahit ile, Doksan bin kişilik Hıristiyan ordusunu yenip İspanya’yı fethedince, Kraliçenin hazine sandıklarının üstüne basmış ve “Allahım dün kulağı küpeli bir köle idim, bugün Endülüs Fatihi oldum, bana gurur ve kibir verme” diye hem ağlamış hem de dua etmiştir.([4])
Moğollar Nişabur’u işgal edip herkesi esir ederler. Büyük mutasavvıf Feridüddin Attar hazretlerini de bir asker esir almış, pazara satayım diye çıkarmış, onu tanıyanlar büyük paralar teklif etmişler ama o hep; “bu benim değerim değil” demiş. Nihayet onu tanımayan birisi Moğol askerine; “bu 90’ına yakın ihtiyarı ne yapacağım, satarsan atına bir torba saman vereyim” deyince Attar; “hah işte benim değerim bu” demiş, bunun üzerine Moğol askeri gazaba gelip onu öldürmüştür.([5])
Ali Ulvi Kurucu rahmetli anlatmıştı: Şeyh Şamil’in torunlarından birisi Medine’ye hicret edip gelmiş, orada ihtiyarlayıp vefat etmiş. Bu zat ilerlemiş yaşına ve hasta olmasına rağmen her gelen kişinin, -genç olsun, ihtiyar olsun- mutlaka ayağına kalkarmış. Kalkmaması için ısrar edenlere “ben yeminliyim” der başka bir şey anlatmazmış. Öleceğine yakın ısrar etmişler bu yemin meselesini anlatması için. O şöyle anlatmış:
Dedem Şeyh Şamil Ruslara esir düşmüş, arkadaşlarından bazıları katledilmiş, bazıları hapsedilmiş ve Şamil ailesi de büyük zulümler görmüştür. O günlerde Osmanlı Sultanının delaletiyle 15 yaşındın küçük erkek çocukları ile kadınların Rusya’yı terk etmesine Çar izin vermişti. Ben o zaman 14 yaşlarında bir çocuktum.
İstanbul’a geldik, ailenin başında benden büyük erkek yok. Baş Kumandan vekili Enver Paşa ile görüşüp, Medine’ye gelebilmemiz için yardımını istemek maksadıyla saraya vardım. Ama çocuğum, çıkacağım makam koskoca Osmanlı Devletinin ikinci adamı. Kapının önüne varınca her tarafım titriyor, tüylerim diken diken, dizlerimin bağı çözülmüş çok perişan bir durumdayım.
Geleceğim daha önce kendisine haber verilmiş ki, makamın kapısı açılır açılmaz, hemen ayağa kalktı, kapıya kadar geldi, bana öyle bir hüsnü kabul gösterdi ki, bütün o stres ve sıkıntılarım bir anda söndü, duruldu, itminana ulaştı, o kadar rahatladım ki, içimden bundan sonra ben de, kim yanıma gelirse gelsin mutlaka onu böyle ayakta ve güzel bir şekilde karşılayayım diye yemin ettim.
Dipnotlar:
1-Heysemi, Mecmau’z-Zevâid, 10/325.
2-Hester Donaldson Jenkins, a. g. e. s. 4.
3-İ. Refik, “Tarihin Meçhul Tanıkları” Kaynak Yay. İst. 2008, s.31, 33, 80.
4-M.F.G.a. g. e. c. 1, s. 383.
5-Tahirül Mevlevî, a. g. e. c. 3, s. 811.
Yorum Yazın
E-posta hesabınız sitede yayımlanmayacaktır. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişdir.