VAKIFLAR, CEMAATLER, TARİKATLAR, DERNEKLER VE DEVLETİMİZ?
15 Nisan 2016, Cuma 08:39Ak Parti iktidarı ile beraber dini ağırlıklı ve iktidara yakın cemaat, tarikat, vakıf ve dernekler hoşgörü ile karşılanmış, adeta bazı hataları görmezden gelinmiştir.
FETÖ örgütü buna örnektir. Biz şimdi bunlara ÖRGÜT damgası vuruyoruz ama bunlar iktidarla araları iyi iken CEMAAT adını alıyorlardı. 17-25 aralık hadiselerinden sonra o zamanki Başbakanımız bu cemaat için ne istediler de vermedik demişti.
İktidarın Cemaat, tarikat, vakıf ve derneklerle aşırı yakınlaşması devlet için tehlikeli oluşumlarla sonuçlanıyor. FETÖ dediğimiz örgüt cemaatken o kadar imtiyazlı idi ki kendilerine arsalar tahsil ediyor, okullar, hastaneler, dershaneler, üniversiteler, aklınıza ne gelirse imtiyazlı bir şekilde adeta cemaate teslim ediliyordu.
Düşünebiliyor musunuz? Memurluk sınavı-Üniversite sınavının soruları çalınıp cemaat mensuplarına veriliyor, hakimlik sınavları, tıpta uzmanlık sınavları, polislik sınavları adeta cemaate ikram ediliyordu. İşsizlik içinde kıvranan gençlerde adeta bu cemaatin kollarına itiliyordu. Belediyeler cemaatin hemen hemen her istediğini yerine getiriyordu. Bilgi, ilgi, ahlak yoksunu ama cemaatçi olan bazı öğretmenler, müdür, müdür yardımcısı oluyorlardı.
FETÖ’nün devleti ele geçirme operasyonu ortaya çıkınca, bu cemaat mensupları kendilerini gizleyip adeta başka bir cemaat görüntüsü vermeye başladılar. Silahlı Kuvvetlerin komuta kademesini perişan ettiler. Yargı tamamen bu örgütün eline geçti. İç işleri de bu örgütün eline geçti. Bu örgüt siyasete şekil vermeye başladı. Kaset dönemleri başladı…
Şimdilerde yargı ve emniyet bunlardan temizlenmeye çalışılıyor. Ama milli eğitimden, kültür bakanlığına kadar hala devletin içinde yer tutarlar ve kendilerini gizlemeye çalışırlar. Yine bunlar dindarlıklarını ön plana çıkarıp, kendilerini şimdilik kurtarmışlardır. Eğer siyasi iktidar bu örgütün kökünü kazımak isterse bütün bakanlıklara el atmalı ve özellikle üst düzey kadro ve bürokratlar hemen görevlerinden alınmalıdır.
O zamanki üniversite rektörleri ve akademisyenlerin de hala üniversitelerde olduğunu ve paralel yapıya yakınlıklarını hiç gizlemeden sürdürdüklerini bilmemiz gerekir.
Aslında devlet olarak, iktidar olarak henüz akıllanmış görünmüyoruz.
Karaman’daki vakıf olayı buna örnektir. Çocuk tacizcisi, sapık bir öğretmenin yaptıkları ortadadır. Bu öğretmen bozuntusu bu suçtan 2000 yılında komşusu tarafından ihbar edilmiştir. Sene 2016 vahim olay ortaya çıkmıştır. Bu öğretmen bir vakıf adına öğrencilere ders verir. Olay ortaya çıkınca başta muhalefetin tepki vermesi, vakfa yüklenmesi son derece doğaldır. Vakıfta kendini medya önünde, hukuk önünde savunacaktır. Aileden sorumlu bakanın vakfı korumaya çalışması anlamsızdır. Bırakın vakıf kendini savunsun. Her suç işleyen kimsenin mensubu olduğu vakfı, tarikatı, derneği, cemaati devlet asla korumamalıdır.
Toplumda vakıflara, dernek, tarikat ve cemaatlere girme konusundaki çabalarını da anlamakta zorlanıyorum. Aileler geçim sıkıntısı içinde bulundukları için evlatlarını bu cemaat, tarikat, vakıf ve derneklerin kendilerine sundukları cazip tekliflere hayır diyemiyorlar. Çocuklarını bunların yurtlarına, okullarına gönderiyorlar. Sonuç ortada…
Öyle vakıflar var ki bir kısım rantiyeciler oralardan besleniyorlar. Öyle dernekler var ki, kumar oynatıyorlar. İş hanları içinde yer kiralayıp her türlü kanunsuz işlemleri yaparlar. Bütün bunlar bir tarafa benim dikkat çekmek istediğim husus, bu durumdan hem ülkemin, hem de dinimizin zarar görmesidir.
Cemaat ve tarikatlar adeta dini kendilerine bent edip inanılmaz bir ayrımcılık yaşatmaya başlamışlardır.
İslam’da şucu-bucu olamaz. Eğer camiler bile ayrılmışsa kimse kusura bakmasın burada büyük sorunlar var demektir.
Cemaat ve tarikat mensubunun, başındaki takkenin renginden, kıyafetinden, dua ederken ellerinin şeklinden tanıyabiliyorsunuz. İşin acı tarafı camiye girdiğiniz de bunları görüyorsunuz. Alici, velici diyorsunuz. İslamın ruhuna aykırı bir durum söz konusu, dinimiz şucuyu, buyucu kabul etmez.
Yaşadığım örnek tarih 8 Nisan Cuma, Mevlana türbesi arkasında bir otoparka yakın, özel bir ismi olan küçük bir camide Cumamızı eda edeceğiz. Cuma günleri arkadaşlarla buluştuğumuz için bu küçük camide birleşiyoruz. İmamı çok iyi, Cumadan önce vaaz veriyor . Cami küçük olunca adeta bir sohbet havası var. 8 Nisan Cuma günü imam yok. Zaten müezzini yok. İşi talebeler üstlenmiş. Ses yayın cihazının ekosunu açıyorlar. 2-3 kişiler. İçimden hayırlısı ile Cumayı eda etsek diyorum. Zira bu gençler kendilerini göstermek için biraz aşırıya kaçıyorlar. Gençlerden biri imam oluyor, Cuma hutbesini okuyor. Hutbeden sonra ellerini birleştirip dua etmeye başlıyor. Ben dahil bütün cemaat aaa! Bu talebe imam şucuymuş diyoruz. Olmuyor beyler, olmuyor. Cemaat şucu bucu olsa bile imam şucu olamaz.
Ayrıca belki alışsın diye gençlere imam görevi veriliyor ama bunda da yanlışlık var. Adam sadece Cuma namazına geliyor. Cuma hutbesinden öyle şeyler öğrenecek ki teraziyi şaşırmasın, camiye tertemiz gelsin, anne-baba kıymeti bilsin vs. Ama bakıyorsunuz talebe imam heyecandan elindeki kağıdı zor okuyor. Siz hasta olunca kendinizi tıp öğrencilerine mi emanet edersiniz? Sizin ameliyatınızı tıp öğrencileri mi yapar?
İşte diyanetin, müftülüklerin bu noktada görevleri çok yoğun olmalıdır. Öyle imamlar var ki, insanı Cuma namazı dışında da camiye bağımlı kılıyor. Cemaati etkiliyor. Ama bir Cuma günü hutbeyi bir öğrenci okursa ve o öğrenci de şucu olduğunu yaptığı davranışla gösteriyorsa vay halimize…
Biz biliriz ki bazı cemaat ve tarikatlar birbirini hasım bellerler. Kendilerinin iyi olduğunu söyleyip, karşı tarafı suçlarlar. Kendi içlerinde de makam, mevki çekişmesi vardır. Yıllar önce bu hususta imam katledilmiştir.
Beyler! Bize şah damarımız kadar yakın rabbimiz var. Sünneti ile hadisleri ile muhteşem bir peygamberimiz var. (Hz. Muhammet Mustafa sav) hem bu dünya, hem ahirle ilgili rabbimizin yolladığı yüce kitabımız kur’an’ı kerim var. Söyler misiniz daha ne istersiniz? Onun bunun peşinden gidip, şucu, bucu olursunuz.
Şucu-bucu olmak size bir hava veriyor herhalde. Rabbimizi verdiği en büyük nimet aklımızı kullanmak zorundayız. Tarikat yol gösterici demektir. İslamın ilk çıktığı dönemlerde İslamın yayılması için tarikatların ne kadar önemli olduğunu biliriz. Ama teknolojinin doruk yaptığı günümüzde eğer siz dininizi öğrenmek isterseniz her türlü imkan var.
Devletimiz islama zarar verecek her türlü oluşumu engellemelidir. Bizi ayrıştıracak, şucu-bucu yapacak oluşumlardan biz de kaçınmalıyız.
Devletimiz dernek, vakıf, tarikat ve cemaatleri kontrol altında tutmalıdır. Zira bunun bedelini çok ağır ödüyoruz. Kime sorsanız onlar iyidir. İyi dindardır dernekleri tarikatları cemaatleri mükemmeldir. Devletin kurumlarında görev alınca mensubu olduğu oluşumlara göre hareket eden görevlilerde sıkıntı yaratmaktadır.
İslama yarar sağlamak gayesiyle iyi niyetle kurulmuş oluşumlar bizi birbirimize düşürmesin, bizi şucu-bucu yapmasın, dinimize zarar vermesin.
Önümüzdeki yazılarımda İslam alemini sıkıntıya sokan MESHEPÇİLİĞE’de değineceğiz.
Yüce devletim! Sizin göreviniz cemaat, tarikat, vakıf ve derneklerin kontrolünü yapmaktır. Onları kaderine terk edip kötü örneklerinde onları savunma durumunda kalınmamalıdır.
İslam adına katliam yapan örgütlerin bulunduğu şu dönemde bizi birbirimizden ayrıştıracak her türlü oluşumdan uzak durmalıyız. Rabbimize güzel bir kul olmalıyız. Peygamberimiz Hz. Muhammet Mustafa’nın (sav) iyi bir ümmeti olmalıyız. Kur’an’ı elimizden düşürmemeliyiz.
Esen kalın...
Yorum Yazın
E-posta hesabınız sitede yayımlanmayacaktır. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişdir.