ADALET (2)
03 Haziran 2016, Cuma 08:53Aradan uzun yıllar geçmiş, Hz. Ömer halife olmuş. Adalet hususunda kılı kırk yararcasına bir uygulama içinde. Bu esnada eski arkadaşı Sa’d b. Ebi Vakkas’ı da kendine kumandan yapıp Mısırı fethetmek üzere göndermiş. Mısır alınmış ve Sa’d güzel bir sarayı kumanda merkezi yapmak üzere, sahibi olan bir Yahudi’den gönülsüz olarak zorla almış. Yahudi’ye Medine’ye gidip Halifeye şikâyet etmesini söylemişler. Yahudi tereddütler içinde Medine’ye gelmiş, Ömer’i sormuş, tarlasında çalışıyor demişler, oraya varıp derdini anlatmış. Ömer etrafına bakmış, bulduğu bir kemik parçasının üzerine: “Nuşirvan’dan daha az adil değilim” ikazını yazıp kadim dostu Sa’d’a göndermiş.
Yahudi işin ciddiyetini ve evveliyatını bilmediği için, içinden kızmış ve Halifenin bu işi hafife aldığı zannıyla tekrar Mısır’a gelip, kemiği Sa’d’a uzatmış. Yazıyı okuyan ve “Ömer” imzasını gören kumandan, sapsarı olmuş, hemen evin tahliyesi için emir vermiş ve Yahudi’ye çok fazla para vererek gönlünü almış, helallik istemiş.([1])
Hz. Peygamberin övdüğü Nuşirvan bu hususta o kadar hassa imiş ki; kapısına her gelen ile mutlaka görüşür, derdini dinler, haklıya hakkını alıverirmiş. Huzuruna girmek isteyenlere katiyen mani olunmamasını emredermiş. Her ne kadar emir veriyorsam da gece
Bu meşhur İran kisrası nuşirvan, şikayete gelenleri belki içeri katmazlar düşüncesiyle, saray duvarından dışarıya bir direk diktirmiş, oradan yatak odasına çektirdiği bir ipin ucuna zil bağlatmış, “derdi olan bu direği gece-gündüz sallasın, ben mutlaka balkona çıkar onu dinlerim” demiş. Bir gece geç vakit zil çalmış, hizmetçilere; “bakın ve içeri alın” demiş ama hizmetçiler kimse yok demişler. İkinci defa aynı şey, üçüncüde kendisi balkona çıktığında yaşlı bir eşeğin direğe sırtındaki yaraları, uyuzları kaşımak için sürtündüğünü görmüş. Eşeğin sahibini ertesi gün buldurmuş. Yirmi sene çamaşırcılık yapıp sırtında yük çeken kişi, onun ihtiyarlayınca sokağa terk etmiş, bakımıyla ilgilenmemiş ve yeni bir eşek edinmiş. Nuşirvan ölünceye kadar eşeğe çok iyi bir şekilde bakması, aksi takdirde şiddetle cezalandırılacağı hususunda adamı tehdit etmiş. Eşek, iyi bakım neticesi bir müddet sonra hem anırmaya, hem yellemeye başlayınca adam: “Sal ülen sal, arkamda benimde Nuşirvan gibi bir dayım olsa, bende aynısını yapardım” dermiş.([2]) Şairin temennisi de bu minval üzere yani hak yerini bulsun adalet tecelli etsin:
Zalimlere layık oldukları işkenceyi çektir
Mazluma da hakkını ver ki, adalet bu demektir
Allah adildir, adalet bir gün mutlaka tecelli eder ama Allahın emri vuku bulunca. Yani biz ister istemez oluvermez.
Yeniçeriler Osmanlının ilk kurulduğu dönemlerde kurulan askeri bir teşkilattır. Kuruldukları dönemlerde gerçekten çok yararlı işler yapmışlar, zaferler kazanmışlar, ülkeler fethetmişler, adil uygulamaları ile dünyada kendilerinden söz ettirmişler, “savaş makineleri” unvanını almışlar, Devlet-i Aliyye’yi yükseltip yüceltmişler.
Ama Osmanlının son zamanlarında halkın ve devletin başına belâ olmuşlar, sanki hepsi birer mafya elamanı gibi çalışmışlar, olmadık hıyanet ve denaetin altından çıkmışlar, akla gelebilecek her türlü kötülüğü icra etmişler…
Fakat şairin dediği gibi olmuş, bir belâya çatmışlar, ll. Mahmut döneminde Vak’a-yı Hayriye denilen olayla kışlalarında topa tutulmuşlar, memleketin neresinde görüldü ise öldürülmüşler, evleri yağma edilmiş, ocakları söndürülmüş, kabirleri tahrip edilmiş, gizlendikleri ormanlar ateşe verilmiştir.
Geçici değil temelli asker oldukları için her ortanın (bölüğün) balık, yengeç, akrep, aslan gibi işaretleri olur, bölük mensupları onu kollarına dövme yaptırırlarmış. Ölümden kurtulabilmek için bu dövmeleri kezzapla kazımaya çalışmışlar, bu seferde kolu sarılı olanları yakalayıp tetkik edip Yeniçeri olduğu anlaşılırsa öldürmüşler, yani bu derece bir kıyıma tabi tutulmuşlar, azgınlıklarının, taşkınlıklarının cezasını ve faturasını çok pahalı ödemişler.([3])
Fıkramızı anlatıp konuyu bitirelim: 2000’li yıllara doğru Konya’da İhsan Dede isimli bir valimiz vardı. Allah gani gani rahmet eylesin çok iyi bir insandı. Bir gün partiden, siyasetten konuşuluyordu o şöyle bir hatırasını anlattı:
“Mülkiyeyi yeni bitirdim, tıfıl bir kaymakam olarak bir ilçeye atandım. O dönemde de memlekette belli-başlı Adalet Partisi, Halk Partisi olmak üzere iki parti var. İlk günler birçok insan tebrike geliyor, hayırlı olsun diyor, çiçek getiriyor… Bir gün yine müstahdem içeri girdi ve “Sayın Kaymakamım adaletçiler geldiler” dedi. İçeri buyur ettik, hoş-beş, sohbet başladı ben büyük bir coşku ve samimiyetle bizim sülalemizin de memlekette adaletçi olduğunu, gönlümüzün orada olduğunu, memleketin istikbalinin de orada olduğunu falan söyledim, ama buz gibi bir hava estiğinin de farkına vardım. Bir hafta sonra başka bir ilçeye tayinin geldi. Çünkü gelenler benim zannettiğim ve boşboğazlık yaptığım gibi Adalet partililer değil, Adalet mensubu hâkimler, savcılar imiş. CHP de iktidarda olunca hemen işimi bitirmişler.”
Dipnotlar:
1- Muhammet Yusuf Kandehlevî, “Hayatü’s-Sahabe”, İslâmî Neşriyat, Konya; Kırk Ambar,
İskender Pala, Kapı Yay. 2. Bas. 2008 İst. s.111.
2- Nizâmü’l-Mülk, “Siyâsetnâme”, Mehmet Altay Köymen,Kültün Bak.Yay. Ank.1982, s.50.
3- A. Ragıp Akyavaş, “Çalar Saat-1” TDV Yay. Ank. 2010. s.25, 238.
Yorum Yazın
E-posta hesabınız sitede yayımlanmayacaktır. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişdir.