AHLÂK ? EDEP ? HAYA
30 Kasım -1, Pazartesi 00:00
Gerçi “eşref” lafzının mevsufu olmuştur beşer
Lâkin onda her nevi şer eylemiştir i’tilaf
Sorsalar benden “nedir insanda vasf-ı muteber”
“Hulk-ı ahsendir” derim ben gayrisi laf-ü güzaf
İsmail Hilmi Soykut“Gerçi Allah Âdemoğlunu yeryüzünün en şerefli varlığı olarak yaratmıştır ama, her türlü kötülük onda mevcuttur. Bana sorsalar insanın en muteber vasfı nedir diye; güzel ahlak derim, gerisi boş laftır”
Yüce Allah; kâinatı hatır ve hürmetine yarattığı Peygamberi Muhammed’e hitaben: “Şüphesiz ki sen yüksek bir ahlâk üzeresin.”([1]) buyurmaktadır.
Resûlullah Efendimize sormuşlar, İmanı en üstün olan kimdir? diye, O: “Ahlâkı en güzel olan”([2]) kimsenin imanıdır demiş ve “ben güzel ahlâkı tamamlamak üzere gönderildim”([3]) buyurmuştur.
İslâm dini ve onun özü mesabesindeki İslâm tasavvufu Edep, Ahlâk, Haya saç ayağı üzerine oturmuştur. Konunun önemine binaen eskiden nerdeyse her evde, her dükkân ve insanların temaşa edeceği her yerde “Edeb Yâhu” levhaları görülürdü.
Arapça EDEB kelimesi üç harften müteşekkildir. Bunu ehl-i irfan şöyle yorumlamış: E: Eline sahip olacaksın. D: Diline sahip olacaksın. B: Beline yani nefsine ve namusuna sahip olacaksın. Tarikat ve tasavvufun birinci ilke ve umdesi budur. Osmanlı devlet ve millet sistemi bu üçlü ahlak felsefesi üzerine bina edilmiş, neticede; dünyayı kendine hayran bırakan ve hâlâ bırakmakta olan bir hayat sistemi tecelli etmiştir. Şâir bunu şöyle tezahür ettirmiş:
Ehli diller arasında aradım, kıldım talep,
Her hüner makbul imiş, illa edep, illa edep,
Antik çağda Yunanlıların meşhur hatibi Çiçero; “milletler parasızlıktan değil, ahlâksızlıktan çökerler” demiş, bu realite hâlâ günümüzde de geçerliliğini korumaktadır.
Rivayetler malumdur: Şeytan Allahın emrine isyan etmiş, Âdem Peygamber ve Havva Anamız ona uymakla, Allah’ın “yaklaşmayın, yemeyin”([4]) emirlerine muhalefetle aynı kabahati işlemişlerdir. Ama insanlığın atası bu iki kişinin tövbesi kabul olmuş, Şeytanınki reddedilmiştir. Çünkü Âdem babamız, edep ve terbiye kurallarına uyarak; “Rabbimiz, biz nefsimize zulmettik, emirlerine uymadık, bizi affet”([5]) diye dua ettikleri halde, Şeytan: “Rabbim, sen beni azdırdın…”([6]) diyerek haşa suç ve kabahati Allah’a havale etme edepsizliğini göstermiştir.([7])
Bu ahlâk prensiplerinin hüküm sürdüğü dönemlerde, Dünyanın en kalabalık şehri olan İstanbul’da mesela Kanuni’nin 46 yıllık saltanatı esnasında bir tek cinayet olayı vuku bulmuştur. 1900’lü yıllara doğru gelindiğinde bile bu büyük şehirde polis sayısı 400’ü bulmuyordu.([8]) Salnâme-i Osmanî’ye göre 1896 tarihinde koskoca İzmir’de rütbeli rütbesiz hepsi dâhil 86 polis varmış.([9]) Şimdi ise bu büyük şehirlerimizde on binlerce polis görev yapmaktadır.
Osmanlının en fakir, en yoksul, en zayıf olduğu dönemlerde bile bir elçilik görevlisi olan yabancının şu tespiti ne kadar enteresan: “Türkiye’deki hırsızlık ve eşkıyalık, Avrupa’dakine nazaran çok daha küçük çapta oluyor. Aslında etrafta görülen fakirlik böyle bir havayı hazırlamaya oldukça müsait. İstanbul’da polis o kadar az ki. Buna rağmen bu şehirde Paris’de olduğundan daha çok emniyette sayılırız.”([10]) Macar tarihçi de aynı gerçeği itiraf ediyor ve; “Osmanlı diyarı Avrupa’nın her tarafından daha emniyetlidir” diyor.([11])
Osmanlı edep ve terbiye sistemini beğenmeyip, inkâr edip, küçümseyip, terakkiye mani deyip, her şeyimizle Avrupa’ya benzemeye çalıştığımız, tam manasıyla Batılı olduğumuz veya büyük bir iştiyakla olmaya çalıştığımız şu günlerdeki ahlâk seviyemizin tespit ve takdirini siz okuyucularıma bırakıyorum. Ama yine de Seyranî’den bir yorum dinleyelim:
Kartallar yurdunu tuttu yarasa
Baklava yerine geçti pırasa
Şimdi rağbet deyyus ile terese
Zamane bunlara rağbet ediyor
Buğday unu beğenmiyor köpekler
İplikten aşağı düştü ipekler
Dip sedire geçti avam köleler
Hanedan ayakta hizmet ediyor
Günümüz terbiye sistemiyle neşv ü nema bulan (büyüyen) bir çocuktan babası su istemiş, o da “kalk kendin doldur ve iç” diye ters bir cevap verince baba; kahırlanarak, söylenerek kalkmış suyunu içerken, öbür oğlu; “baba sen o terbiyesizin, o edepsizin kusuruna bakma, fakat ayaktasın bir bardak su da bana koy gel” demiş. Şâir ne güzel söylemiş:
Ademiyyet dâd-ı Haktır herkese olmaz nasip
Sâd hezâr terbiye etsen bed asîl olmaz edîb
“Ahlaklı, edepli, erdemli insan olmak bir Allah vergisidir, her kula nasip olmaz. Allah mayasına bu cevherleri koymadıysa, yüzbin defa terbiye etsen o insan edepli olmaz.”
Dipnotlar:
1- Kalem Sûresi, 4.
2- İbn Mace,Zühd,31
3- Beyhakî, “Sünenü’l Kübrâ”, c.10, s.191.
4- Bakara Sûresi, 35.
5- A’raf Sûresi, 23.
6- A’raf Sûresi, 16.
7- Tahirül Mevlevî, “Mesnevi Şerhi”, Selâm Yay. Konya 1966, c.3, s. 670.
8- İbrahim Refik, Ulu Çınarın Gölgesinde, Albatros Yay. İst. 2004, s.77.
9- A. Ragıp Akyavaş, “Çalar Saat-1” TDV Yay. Ank. 2010. s.25, 204.
10- La Baronne Durand De Fontmagne, “Kırım Harbi Sonrasında İstanbul” Tercüman 1001
Temel Eser, 1977 s. 259.
11- Sandor Takats, “Macaristan Türk Aleminden Çizgiler”, MEB Yay. 1000 Temel Eser, İst.
1970, s. 42, 47, 48.
Yorum Yazın
E-posta hesabınız sitede yayımlanmayacaktır. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişdir.