AHLAKİ ÇÖKÜŞ HIZLANIYOR
13 Haziran 2024, Perşembe 09:16Bir toplumun direnç noktası hareket kabiliyeti ve onu yaşatan ayakta tutan en önemi unsur hepimizin
bilip tahmin ettiği dini değerleridir. Halkımız nezdinde çok büyük kıymet ifade eden ve anlam
kazandıran inancımız ve ahlaki bir yapıya bürünmüş geleneklerimiz toplumsal kulvarda asırlardır
milletimizin çimentosunu oluşturmuştur. Her insan yaşadığı bu iklimden haz duyar ve gereği gibi
beslenmeyi, istifade etmeyi akıl edip bilirse, bu hem onun için gurur kaynağı hem de bir kuvvet
macunu gibi bünyeyi, maddi manevi ayakta tutmayı gerektiren ve dahi titizlikle muhafaza edilmesi
gereken hem asli ve hem de sürdürülmesi gereken en kıymetlilerdendir. Asla ve kat’a bilinmelidir ki
üzerine basarak söylüyorum hatta altını çiziyorum ve diyorum ki; ayakta kalma ve neslin devamının
yegâne unsuru olan bu kuvvalar her ne suretle olursa olsun yıpratılırsa veyahut olmasa da olur
düşüncesiyle bile isteye ihmale açık hale getirilirse netice itibariyle bu toplumun cemiyetin gidişatı
iyiye yönelmez ve çöküş kaçınılmaz bir hal alır.
Bu ifadeler yersiz ve yurtsuz değildir. Tarihte bunlara lakayt kalmış ve başkasını taklide yönelmiş kendi
kimliğinden uzaklaşmış toplumların ayakta kalamayıp yıkıldıkları aşikârdır. Kadim Mısır, Yunan, Roma,
Doğu Roma (Bizans) ve dahi Osmanlı çöküş sürecine bakıldığında kendinden uzaklaşmanın değer
kaybına uğramanın körü körüne taklitçiliğin ve ruhi çöküntünün bir güherçile gibi toplumu her yandan
alttan üstten ve yanlardan kaplamasıyla ve yönetim elitlerinin maalesef buna ön ayak olmasıyla
kaçınılmaz sonu yaşamışlar ve şimdi sadece tarihin sayfalarında adları kalmıştır. Tarihin bu tozlu
sayfalarında satır aralarını iyi analiz edip bize düşen görev nedir? Diye soracak olursak ve hususen
kendimize böyle bir soruyu yöneltirsek vereceğimiz cevap bizi manen ve vicdanen tatmin etmeli ve
aradığımız doğru teşhisi rahatça koyabilmeliyiz. Lakin günümüzde olduğu gibi tek tipçiliğin ve resmi
ideolojinin zorunlu öğretilerine ve dogmalarına karşı vicdani bir hareketle değerlendirme yapmayıp
hiçbir şeyi süzmeden ve araştırmaya gerek duymadan olduğu gibi empoze edilmeyi alırsan o zaman
tarihin geçmişinde yaşanılan kaçınılmaz zorlukların bir gün senin de yakana yapışacağını asla
unutmayacaksın.
Avrupa Endülüs İslam medeniyetini alıp ve onunla tanıştığında bunu kendi halkına tanıtırken Yunan
ve Roma’nın eseridir diye açıklama getirmiş ve kendi toplumuna böyle kabul ettirmişti. Fakat o
dönemde bilhassa yönetici elitler ile Hristiyan din adamları direnmeler gösterdiler çünkü parya olarak
nitelendirdikleri diğer sosyal sınıflarla eşit olmak istemiyorlardı. Fakat batılı filozoflar İslam’ın
öngördüğü fikir olarak getirdiği eşitlik adalet ve hürriyeti kendi düşünce efkarından çıkmışçasına
anlatıp bunu demokrasi rüzgarıyla tüm batı toplumlarına modernizm diyerek açıkladılar ve
toplumuda buna uygun dizayn edip bir zamanların kudretli monarşi ve krallarını ve onların
meşrutiyetlerini sembolik bir kavrama dönüştürdüler. İmtiyazlarını kaybetmek istemeyen
yöneticilerde sembolikte olsa tarihi geleneklerini yaşatmanın hassasiyetiyle yollarına devam ettiler.
Bugün batıda kendi üslubuna kuvvetle bağlı bir geleneksel anlayış ve çalışma biçimi vardır. Kendi
misyonunu ne pahasına olursa olsun devam ettirme güç ve his birliği vardır. Amma velakin bizde ise
körü körüne bir batı taklitçiliği ve onların empozelerine açık kapı bırakmış bir zihni meleke vardır. Batı
ne derse doğrudur, batı ne yaparsa haklıdır diye buna inanan elit yönetici ve sanat camiasından bal
kaymağı yiyen bir tabaka vardır. Bunun nedenide şudur. Bu beslemeler şöyle ki Cumhuriyet ilan
edildiğinde batıdan binlerce Ermeni ve Yahudi vatandaşlarına Türk kimliği çıkarılması ve devletin en
önemli kademelerine mevkilerine bunların getirilmesi ve kendilerine ayrıcalıklı bir kurumsal
yapılanma makam ve mevki sunulmasıdır.
İşte bu sebepledir ki aslında Osmanlı Tanzimat döneminde hararetle ve kompleksle başlatılan batı
taklitçiliği, milli terbiye ve ahlaki yapımızla bağdaşmayan hatta sefahate dayanan zevki ve hazzı öne
çıkaran ihtiraslarla başlamış olup gerçek medenileşme yolunda yani asrileşme ile değil de tamamen
zafiyetlere dayalı batıyı sadece şeklen taklide heves eden yol usul ve yöntemlerle takip edilmeyi ısrar
ve baskı edince sonuçta halka dayatılan jakoben bir çok husus bizim kapımızdan içeri kolayca
giriverdi. Peki, Avrupa’yı maddi medeniyete kavuşturan ilim ve tekniği biz yurdumuzda neden inkişaf
ettiremedik?
Ettiremedik çünkü hem içeriden hem de dışarıdan Keçecizade Fuat Paşa’nın dediği gibi dış güçler
vardı, içimizde İrlandalılar vardı(Mustafa Denizli tabiriyle) ve biz bunlarla başa çıkamadık işte o özel
kendilerine Türk kimliği verilen kadrolar ellerine geçirdikleri bu devleti istedikleri gibi batıya uygun
hale getirdiler. Bilhassa tarihimizi yeniden kendi istedikleri gibi yazıp çizdiler. Ve bunu topluma mal
etmeyi zoraki de olsa başardılar.
Etrafınıza bir bakın neler görüyor sunuz? Tanzimat’ın açtığı kapıdan keler deliğine girer gibi içeri
dalanlar batının istediği dizaynı sağladılar. Mutlu bir azınlık şimdi Keriman Halis vb.ni piyasaya
sürmenin bugünde keyfini çıkarmakla meşguller. Oysa bizim, İbni Haldun’un Mukaddimesinden,
Kadim Mısır, Yunan, Roma, Bizans ve dahi Osmanlı’dan ders alıp kendimize pay çıkarmamız gerekmez
miydi? Neyi kaybettiğimizin peşine düşmemiz milli bir vazife değil miydi? Şuurumuz kapalı mı bizim?
Yorum Yazın
E-posta hesabınız sitede yayımlanmayacaktır. Gerekli alanlar ile işaretlenmişdir.
Yorumlar
Zanaatkar
17-06-2024 08:27???