ÂLİM
17 Eylül 2016, Cumartesi 09:58İslâm ilim ve irfan dinidir. Cehli takbih eden ve ilk ayeti “Oku”([1]) ile cehalete savaş açan bir dindir. “Bilenlerle bilmeyenler bir olur mu? Elbette bir olmaz”([2]) buyuran bir dindir. Âlimi: Diriye, görene, ışığa, sıcağa benzeten, fakat cahili: Ölüye, a’maya (köre), soğuğa, karanlığa benzeten([3]) ve “sakın cahillerden olmayın”([4]) diye emreden bir dindir.
İslâm ilim sahibi olanlardan da irfan sahibi olanları tercih eder. Yani bilen ve bildiğini yaşayan, hayatına tatbik eden kişileri makbul tutar. Aksi halde olanları, İmam Gazâlî’nin dediği gibi; başkalarını giydirdiği halde, kendisi çıplak olan iğneye benzetir. Gerçek İslâm’ı da irfan sahiplerinin anlayabileceğini Niyâzî Mısrî şöyle dile getirir:
Zât-ı Hak’da mahrem-i irfan olan anlar bizi
İlm-i sırda bahr-ı bî-pâyân olan anlar bizi
“Sadece ilim öğrenmek, cehaleti kaldırır ama, eşeklik bakı kalır” diye de bir söz vardır. Âlim olmak başka, arif olmak daha da başka bir şeydir. Şeytan âlimdi ama arif değildi, yani irfan sahibi, işin inceliklerini, esrarı ilâhiyyeyi bilen birisi değildi. Şeyhül âlimîn (âlimlerin hocası) olabilir ama şeyhül arifin olamamış ve Âdemin sadece toprak tarafını görmüş ve isyan etmiştir. Gördüğünü bilmek başka şey, bildiğinin neticesini takdir ve tahmin edebilmek irfan sahiplerinin işidir. Onun için şâir şöyle der:
Sorma aslın her kişinin izzetinden bellidir
Sohbet-i irfan görenler, hizmetinden bellidir
Hizmet deyince tarihte şöyle bir olay vuku bulmuştur: Endülüs İslâm Devletinin zayıfladığı dönemlerde, meşhur Müslüman tabib ve âlim er-Rakûtî, Hıristiyan kral Alfonso’nun hizmetindedir. Kral Rakûtî’yi çok seviyor ve takdir ediyor ve illâki Hıristiyan olması için baskı yapıyor, ama âlim Müslüman kalmakta ısrar ediyor. Sebebini sorduğunda şöyle manidar bir cevap alıyor: “Tek Allah’a olan görev ve yükümlülüklerimi bile hakkıyla yapamıyorum, üç ilâh’a nasıl hizmet veririm?”([5])
Mevlânâ Hazretleri de şöyle bir âlim hikâyesi anlatır: Övüncek âlimlerden birisi deniz yolculuğunda kaptanın yanına oturmuş, kaptana soruyor: “Sarf bilir misin?” Cevap; “hayır”, “Nahiv bilir misin?”, hayır. “Cami, Izhar okudun mu?” Hayır… hep hayır cevabı alınca: “Evladım senin ömrünün yarısı boşa gitmiş” demiş. Kısa bir müddet sonra müthiş bir fırtına çıkmış, gemi sağa-sola secde etmeye başlayınca bu sefer kaptan sormuş: “Hocam yüzme bilir misin?” Cevap “hayır” olunca; “İşte şimdi senin ömrünün tamamı boşa gidecek.” Demiş.
Eski zamanlarda Tekke ve Türbelerde ikamet eden ve gelenlere bilgi veren, tasavvuf terbiyesi almış, belki cahil ama menkul ilimlerle mücehhez insanlar olurmuş. Mevlana üzerine eser yazan Murice Barres Mevlana’yı ziyarete gelir. Dergâhta ihtiyar bir piri fani ona o kadar güzel bilgiler verir ki, adam hayret eder ve “senin görevin nedir?” diye sorar. O; “ben buranın süpürgecisiyim” deyince adam: Buranın süpürgecisi böyle âlim ve fazıl olursa diğerleri ne olsa gerek diye düşünür ve hayret eder.([6]) Gelelim fıkramıza:
Konya ya vali tayin edilen inançlı birisi gelir gelmez Mevlanayı ziyaret etmek ister ve karşılayanlarla beraber gidip Hz. Pir’e arz-ı hürmet eder. Bu esnada boşboğazlardan biri; “vali hazretleri biz buralıyız, senelerdir burada yaşarız ama ilk defa sayende buraya gelip girdim” deyince Türbenin hademelerinden birisi hafif bir sesle “burası ahır değilki” demiş.([7])
Osmanlının son dönemlerinin meşhur simalarından İbnülemin Mahmut Kemal bey, yanında başkalarının övülmesine tahammül edemezmiş. Bir gün yanına bir müsteşrik (Avrupalı) gelir ve: “Ben Almanya’dan Türkiye’ye geleceğimde bilgin ve âlim kişi olarak iki kişinin adını verdiler” deyince hemen: “Kimmiş o pezevenkler?” der. Alman da: “Biri Fuat Köprülü biri de siz demiş.”([8])
Dipnotlar:
[1]- Alak Sûresi,1.
[2]- Zümer Sûresi, 9.
[3]- Fâtır Sûresi, 21.
[4]- En’âm Sûresi, 35; A’raf Sûresi, 199.
[5]- Mehmet Özdemir, “Endülüs Müslümanları-İlim-Kültür ve Sanat” TDV Yay.Ank.1997,s.71.
[6]- Refi Cevad Ulunay, “Mevlânâ, İhtifaller ve Konya Yazıları”, Hazırlayan Mustafa Özcan,
Konya 2003, s. 38.
[7]- Abdülaziz Mecdi Tolun Beyden Seçme Hatıralar, Haz. Erdem Memişoğlu, Kalkan Mat.
Ank. 2004, s.80.
[8]- Hilmi Yücebaş, “Hiciv ve Mizah Edeb. Antolo.”, L & M Yay. İst. 2004, s. 405.
Yorum Yazın
E-posta hesabınız sitede yayımlanmayacaktır. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişdir.