Allah Rızası
05 Aralık 2020, Cumartesi 09:01Ebu Hafs-ı Haddad, Ebu Bekr-i Şibli'nin evinde kırk gün misafir kaldı. Çeşit çeşit yemeklerini yedi. Ayrılıp giderken yanına vardığında;
"Ey Şibli! Eğer yolun Nişabur'a uğrarsa, yanıma gel! Misafirperverlik nasıl oluyormuş, sana öğretirim." dedi.
Şibli’de; "Ben ne yaptım ki?" deyince;
"Başka ne yapacaksın, külfete girerek çeşitli yemekler hazırladın, civanmertlikte bu yoktur. Misafir gelince öyle davranmalı ki, hizmet ederken üzerine bir ağırlık çökmemeli, gittiği için de ferahlamamalısın! Külfete girdiğinde, gelişi ağır gelir, gittiğinde de rahatlarsın. Böyle ev sahipliği olmaz." buyurdu.
Bir müddet sonra, İmam-ı Şibli kırk arkadaşıyla beraber Nişabur'a geldi. Ebu Hafs-ı Haddad'a uğradı. Ebu Hafs-ı Haddad o gece kırk bir mum yakmıştı. Şibli bunları görünce;
"Bu ne hâl böyle?" dedi.
Ebu Hafs-ı Haddad;
"Ne oldu?" buyurdu.
Şibli;
"Külfete girmeyin, demiştiniz. Bu mumlar ne böyle?" dedi.
Ebu Hafs-ı Haddad;
"Öyleyse onları söndür." buyurdu.
Şibli, kalkıp hepsini söndürmeye çalıştı, fakat, birini söndürebildi.
Bunun üzerine Ebu Hafs-ı Haddad;
"Sizi Allahuteala gönderdi. Ben de Allah rızası için kırk mum yaktım. Birini de kendim için yaktım. Benim için olanı söndürdün. Allah rızası için olanı söndüremedin. Sen ise Bağdat'ta her yaptığın şeyi benim için yapmıştın. Seninki külfet oldu, benimki ise külfet olmadı." buyurdu.
Türk milleti olarak dünyanın her yerinde misafirperver olarak biliniriz. Misafiri de hürmet etmeyi de severiz. Misafirin bereketiyle geldiğine inanır on rızıkla geldiğini ve birini yiyip dokuzunu ev sahibine bıraktığından hemfikiriz. Geçmişten günümüze kadar gelen en güzel düşüncelerden biridir bu. Fakat son zamanlarda her konuda olduğu gibi bu konuda da kendimizi kaybettik. Gösteriş meraklısı bir toplum haline geldik. Gelen misafire Allah rızası için ikramda bulunup hürmet etmek yerine arkamdan iyi konuşsun herkese beni övsün düşüncesine sahip olduk. Allah’ı da misafiri de unuttuk. Bizden nasıl bahsedeceklerine adapte olduk. Yani hürmetinde ikramında Allah rızasını düşünmeden kul düşüncesine kul olduk. Misafirin karnını doyurmak yerine gözünü doyurmaya çalıştık. Oysa insanın gözü açtır ve doymak bilmez. Bunu her fırsatta dillendirip düşünsek de uygulamada zayıf kaldık. Gittiğimiz yerde karın tokluğuna değil göz tokluğuna bakar olduk. Niye zahmet ettin, ne gerek vardı ile yüzlere gülüp daha kapıdan çıkar çıkmaz onlar da neydi öyle misafire böyle mi ikram edilir dedikodularına sarıldık. İşin aslı biz aslımızı kaybettik. Kişiliğimizi kendimizi bozduk. Şükrü, sabrı, iyi niyeti ve güler yüzü maske olarak kullanıp içimize fitne fesat tohumları ektik. Eee ekilen tohum toprakta illa yeşerir. Bizim fitne fesat tohumları da yeşerdi. Öyle bir yeşerdi ki tüm benliğimizi ele geçirdi. İyiye dair hiçbir şey kalmadı, kötülük zehirli bir sarmaşık gibi her yanımızı sardı ve bizi ele geçirdi. Sonuç; ortada işte durumumuz içler acısı. İyilikler çöp kötülükler baş tacı….
Yorum Yazın
E-posta hesabınız sitede yayımlanmayacaktır. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişdir.