Asr-ı Saâdette İlim ve Ashâb-ı Suffe (1)
12 Haziran 2020, Cuma 08:57Nübüvvetin (peygamberliğin verilişinin) ilk senesinde, Erkam b. Ebi’l-Erkam Müslüman olunca, Safâ Tepesi yanındaki evi, Müslümanların ilk gizli buluşma yerleri olmuş, burada toplanan Müslümanlara Peygamber Efendimiz İslâm’ı anlatmıştır. Risâlet’in 6. Yılında Hz. Ömer Müslüman oluncaya kadar bu evdeki toplantılar devam etmiş, ondan sonra Müslümanlar namazlarını, toplantılarını açıktan yapmaya başlamışlar. Dolayısıyla İslâm âlimleri, ilk medrese olarak bu evi, bilâhare Medîne Mescidi yanındaki Suffeyi gösterirler.
Suffe: Gölgelik mânâsınadır. Hz. Peygamber Medîne’ye gelir gelmez bir mescid inşa ettirmiş, buraya bitişik ayrı bir bölüm yaptırarak ilim tahsil etmek isteyenlerin hizmetine sunmuştur. Müslüman olduğu için âilesi tarafından kovulan, Medîne’ye gelince gidecek bir yeri olmayan ilim heveslisi gençlerin barınacağı bir yer olmuş, buranın iâşe ve ibâtesini (her türlü ihtiyaçlarını) Allah Rasûlü (s.a.v.)Beytül Malden (devlet hazînesinden) karşılamış, gelen zekât ve sadakaları buraya aktarmış, böylece her türlü ihtiyacı devlet tarafından karşılanan ilk üniversitenin temelini atmıştır.
Allah ve Rasûlü bu ilim ve irfân yuvasına öyle önen ve ihtimam göstermişler ki; buraya yenmesi için bozuk hurma gönderen birini Yüce Allah şöyle ikaz etmiştir:
“Ey îman edenler! Kazandıklarınız ve yerden sizin için çıkardığımız nimetlerin iyilerinden Allah için infak edin. (Size verildiği takdirde) gözünüzü yummadan alamayacağınız (basit, bozuk ve değersiz) şeyleri hayır diye vermeye kalkışmayın. Allah’ın müstağni ve övülmeye lâyık olduğunu bilin.”(1)
Hz. Peygamber sık sık bu insanların yanına uğramış, onları teşvik etmiş, ilmin kadrini, kıymetini, fazîletini dile getiren şu aşağıda vereceğimiz sözleriyle onları motive etmiştir:
“En hayırlı sadaka, Müslüman kişinin ilim öğrenmesi, sonra onu başkalarına öğretmesidir.”(2)
“İlmi ya öğreten ol, ya öğrenen ol, ya da dinleyen ol. Dördüncü gruptan olma, helâk olursun. İlmin fazîleti nafile ibâdetin fazîletinden üstündür. Az ilim çok ibâdetten hayırlıdır.”(3)
“Bir kimse ilmî bir konuyu insanlara öğretmek maksadıyla öğrenirse, kendisine yetmiş sıddîk sevâbı verilir.”(4)
“Ya Ali; Senin sâyende Allah’ın bir kişiyi hidâyete erdirmesi, senin için bütün varlığı ile dünyâdan daha hayırlıdır.”(5)
Bilal-i Habeşî, Selman-ı Farisi, Ebû Hüreyre, Ammar b. Yâsir, Abdullah b. Mes’ud gibi sahâbenin ünlüleri bu ilim yuvasından yetişmiştir. Burası ashâb nazarında öyle sevimli bir mekân hâline gelmiş ki, evi barkı olan, hâli vakti yerinde olan insanlar bile bu ilim yuvasında bulunmayı, oradan feyz almayı, onların içinde yatıp kalkmayı istemişlerdir. Hz. Ömer’in oğlu Abdullah da bunlardan biridir.(6)
Sayıları zaman zaman 400’lere varan bu insanları onore etmek ve İslâm’ın ilme ve âlime verdiği değeri göstermek için Hz. Peygamber,(7) kabilelere ve devletlere göndereceği, elçi, münzir, mürşid, mübelliğ, vali, öğretmen, kumandan, diplomat gibi görevlileri bunların içinden seçmiştir.
Bunların hepsi okuyoruz diye, başkalarının sırtından geçinen insanlar olmamışlar, fizikî gücü yerinde olanlar, odun taşımak, zenginlerin bağ ve bahçelerinde çalışmak sûretiyle rızkını, kendi alın terleri ile temin etmişlerdir.(8) Bunlar çok zühd, takva, ilim ve irfân sâhibi olarak yaşadıkları için, İslâm tarîkat ve tasavvufunun nüvesini (mayasını) teşkil ettiklerine dâir kanaatler de vardır.
İslâm dünyâsında araştırmalar yapan Fransız ilim adamı Roshental şöyle demiştir: “Hiçbir inanç sisteminde İslâm’da olduğu ölçüde, din-ilim uygunluğu, ayrılmaz bir biçimde gerçekleşmemiştir.”(9)
Cenâb-ı Allah’ın âyetleri, Allah Rasûlü’nün (s.a.v.)hadisleri ve ilk Müslümanların üstün gayretleri ile başlatılan bu ilim seferberliği, kısa zamanda netîcesini vermiş, Mekke’de yanmaya başlayan bu meş’ale (ışık), ortaçağın cehâlet karanlığını aydınlatmaya başlamıştır.
Bu sebeple Emevîler ve Abbâsîlerin ilk dönemlerinde okuttuğu ilme karşılık para almak, maddîyat talep etmek, menfaat gâyesiyle ilim öğretmek, ulema için zül kabul edilmiş, buna tevessül ve teşebbüs edenler dışlanmış ve aşırı tenkide uğramıştır. İlim Allah rızası için öğretilmiş ve bu gâyeye binâen ilim tahsil edilmiştir.(10)
Dipnotlar:
1- Bakara Sûresi, 267; O. N. Topbaş, “Vakıf İnfak Hizmet”, Erkam Yay. İst. 2002 s, 92.
2- İbni Mâce, Mukaddime 20.
3- Tergîb ve Terhîb Tercümesi, Hikmet Yay. yıl 1984, c. 1, s. 99.
4- Tergîb ve Terhîb Tercümesi, Hikmet Yay. c. 1, s. 133.
5- Ebû Dâvûd, İlim,10 (3661); Müslim, Fadâilü’l Eshâb, 34 (2046).
6- Bekir Karlığa, “Ah Endülüs”, Derin Târih Dergisinin özel sayısı, 2015, s. 132.
7- H. Tahsin Emiroğlu, “Esbâb-ı Nüzûl”, Elif Ofset, İst. 1978, c. 1, s. 275.
8- Müslim İmâre, 147.
9- Mehmet Bayraktar, “İslâm ve İlim” Millî Kültür Dergisi, Eylül 1990, sayı 76, s. 70.
10- Ahmet Çelebi, a. g. e, s. 235.
Yorum Yazın
E-posta hesabınız sitede yayımlanmayacaktır. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişdir.