AVRUPALILARDA TÜRK KORKUSU VE DÜŞMANLIĞI (1)
30 Mart 2021, Salı 09:107. Asrın başlarından itibaren Müslümanlarla Türkler arasındaki temaslar başlamış, münferit ve bölgesel ihtidalardan sonra, Miladî 920 tarihinde Satuk Buğra Han’ın Müslüman olması ve Türk oymaklarına İslâmı telkin etmesi neticesi toplu ihtidalar (İslâm’a girişler) başlamış, Karahanlılar, Gazneliler, Büyük Selçuklular, Harzemşahlar başta olmak üzere irili ufaklı birçok Müslüman Türk devleti kurulmuştur.
Bunlardan Büyük Selçuklular Bağdat’ı alıp Ortadoğu’ya sahip olunca, Bizans’la temaslar başlamış, birçok savaşlar yapılmış ve Malazgirt Savaşı ile doruğa ulaşmış ve Bizans’ın bel kemiği kırılmıştır. Bu zaferden sonra Anadolu’ya akınlar hiç durmamış, Anadolu Türkleşmiştir. Büyük Selçukluların zayıflamasından sonra Anadolu Selçukluları Haçlılarla olan bu kutsal mücadeleyi devam ettirmişler, İstanbul’un fethi bütün Türk boylarının ideal ve mefkûresi olduğu için önceleri İznik’i başşehir yapmışlar, İstanbul surlarının dibine kadar akınlar yapmışlar, bilahare Konya başşehir yapılmıştır.
Türklerin Anadolu’nun tamamını almaları ve Avrupa’yı hedef yapmalarından ürken, Türklerin Balkanlara atlamasından kaygılanan Papalık, yukarıda da zikredildiği gibi Haçlı Seferlerini başlatmışlar ve bazılarını Anadolu üzerinden yani karadan gerçekleştirmişlerdir.
Anadolu Selçukluları Haçlılara karşı büyük mücadeleler vermiş, milyonluk orduları erite erite çok az bir sayıya indirmiş, ancak onlar Kudüs’e ulaşabilmişlerdir. Bazı tarihçiler; “İslâmiyet varlığını Türklere borçlu, ama Türklerde İslamiyet sayesinde benliklerini muhafaza edip zaferler kazanmışlardır.” sözleri mübalağa değildir. Eğer Selçuklu ve Osmanlılar Haçlı ittifakı karşısında yıkılmaz abideler gibi durmasalar, onların tekerine taş koymasalar bugün belki Anadolu ve Ortadoğu’da İslâmiyet diye bir din olmayacaktı. Cenâb-ı Allah “onu indiren ve koruyacak olan benim”(1) buyurduğu dinini elbette koruyacaktı ama, belki başka bölgelerde.
Selçuklularda, Osmanlılarda velhasıl bütün Türklerde sönmeyen bir ideal, bitmeyen bir mefkûre, kaybolmayan bir hedef vardı; İstanbul’un fethi. Bu fetih, 8,5 asırlık dinî, 4,5 asırlık millî bir idealdi.(2) Ama son değildi, ötesi de vardı Kızılelma. Özetin özeti olarak söylemek gerekirse Kızılelma; “İstanbul’u almak, Balkanlardan eğilip, Endülüs Müslümanları ile birleşip, İslâm’a hayat hakkı tanımak istemeyen ve bunu Haçlı Seferleri ile ispat eden Hıristiyanlığı ortadan kaldırmak, Avrupa’yı İslâmlaştırmak.” Bu gaye neticesi Selçuklular İstanbul Surlarının dibine, Osmanlılar da Baltık Denizine kadar vardılar ama, Moğol, Timur ve İran gaileleri yüzünden maalesef hedefe ulaşamadılar.
Bu bağlamda Avrupa ile en uzun soluklu mücadeleyi Osmanlılar yapmıştır. Asırlarca sürmüş ve Mehmet Akif merhumun:
Delikanlı incitme ceddini Allah’ı seversen
Milyarla şehidin ebedi varisisin sen
Dediği gibi birçok şehide mal olmuş ama maalesef hedefe varılamamıştır. Fakat asırlar süren bu dönemde de tabir caizse Avrupa dokuz doğurmuş, bu korku neticesi oluşan fobi, Haçlıların zihin altına, hücrelerine, genlerine yerleşmiş, kemikleşmiş, kronikleşmiş, günümüzde bile “İslâmafobi” diye kendini göstermektedir.
Bu korkunun boyutunu anlamak için şu da çarpıcı bir misaldir: 1471-1484 yılları arasında Papalık yapan 4. Sikstus, Türklere karşı açtığı Haçlı Seferlerinin finansmanında kullanılmak üzere Roma’da hem kadın, hem de erkeklere yönelik genelev açmış, çalıştırmış ve 26 bin Venedik altını kazanmıştır.(3)
O dönemin Avrupa’sı ile Osmanlıyı, bilim, teknoloji ve sosyal imkânlar açısından kıyaslamamız gerekirse, Avrupa bugünkü Afrika konumunda, Osmanlı ise bugünün Avrupa’sı gibi.
Yani statü tam ters, onlar ilim ve irfan sahibi kişileri Engizisyon mahkemelerinin kararları ile diri diri toprağa gömüyor,(4) ateşe atıp yakıyor, yıllarca zindanlarda çürütüyor, “Dünya dönüyor” dedi diye Galile’ye neler neler yapıyor,(5) Osmanlı ise ilim ve ilim adamını baş tacı ediyor, İstanbul’a gelmek isteyenlere adım başı akçeler veriyor,(6) padişahlar onların camide bile ayağına kalkıyor(7), ilim adamına öyle bir güvence ve garanti sistemi getirmiş ki, suçlu bile olsa, idam edilemiyor, hapsedilemiyor, sürgün edilemiyor, suçu çok büyükse sadece ve sadece görevinden azledilebiliyor.(8)
Dipnotlar:
1- Hıcr Sûresi, 9.
2- Münevver Ayaşlı, “Dersaadet”, Timaş Yay. İst. 2005, s. 52.
3- İbrahim Refik, Tarih Şuuruna Doğru-5, Albatros Yay. İst. 2007, s.136.
4- Tarih ve Düşünce Dergisi, Temmuz 2002 Sayı 30, s. 25.
5- Bernard Rusell, “Bilimden Beklediğimiz” Çev: Avni Yakalıoğlu, Varlık Yay. İst. s. 30,130.
6- A. Enes Demirağ, “Bir Zihin Sapıklığı”, Tar. Med. Der. Temmuz, 1997, sayı 40, s. 21; Batı eserlerde de menzil başına bin akçe yolluk dendiği zikredilmektedir ki, bu da büyük bir servettir. “Ufukların Sultanı Fâtih Sultan Mehmed”, Mustafa Armağan,Timaş Yay. İst. 2007, s. 185.
7- A. Ragıp Akyavaş, “Üstad-ı Hayat-2”, TDV Yay,Ankara 2005, c.2, s.9.
8- Erol Güngör, “İslâm Üzerine Düşünceler”,s.71; Yılmaz Öztuna, “Tarih Sohbetleri”, Ötüken Yay. İst. 1988, s. 245. Son zamanlarda bu gelenek bozulmuş ve bu cezalara uğrayan Şeyhül İslâmlar olmuştur.
Yorum Yazın
E-posta hesabınız sitede yayımlanmayacaktır. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişdir.