BALKANLAR VE OSMANLILAR (2)
28 Şubat 2017, Salı 07:22Yaz, kış isyan bastırmak peşinde çadırsız, açık ordugahlarda kıtalar, taburlar, alaylar eriyip gitmiştir. Kendi müşahedeme atfen söylüyorum ki; 72. Alayın üçüncü taburunun mevcudu Ayancık’tan getirilen yeni efrat ile 1100 kişiye iblağ edilmiş iken bir buçuk sene zarfında 950 ölü vererek mevcudu 150’ye kadar inmiş ve her günkü ölüleri kaldırmak hizmetini yapacak efrat bulunamayacak hale gelmiştir.
Bunun sebebi bakımsızlık idi. Meselâ: Karadağ hududunda, artık dilim dilim olan ve yama tutmayan pantolonuna bir parça yamalık çuval parçası için çarşı dükkâncılarına başvuran askerlere sık sık rastlanırdı.”(1)
Gerçekleri görenlerde olmuş ama söz dinletememişler, savaşa girmeye mâni olamamışlardır. Balkan Savaşı yaklaşınca gerçekleri gören ve hayalperest olmayan bazı bürokratlar, Sadrâzam Kamil paşa’ya “bu ordu ile savaş yapılmaz, ne yapıp yapıp sulh yolunu tutalım” demiş ama hayalperest ittihatçılara mâni olamamışlardır.(2)
Balkan savaşında Osmanlı idârecileri düşmanı çok küçümsemiş, hiçbir hazırlıkları, çalışmaları, organizasyonları, yeni teçhizatları olmamasına rağmen Başta Harbiye Nâzırı Nazım Paşa olmak üzere askerlerine konuşmalar yaparken; “yanınıza tören elbiselerinizi de alın çünkü birkaç gün sonra Sofya’da törende bulaşacağız lâzım olacak!” gibi Osmanlının eski güç ve kuvvetini ve Balkan milletlerinin de o pejmürde halini zannederek konuşmalar yapanlar olmuş ama neticede Bulgarlar Çatalca’ya kadar gelmişlerdir.(3)
O günlerde savaş muhabiri olarak cephelerimizi gezen İngiliz Gazeteci Bartlett şöyle yazar: “…Yunanlılarla yapılan savaşta artık bir müfrezeyi bir örnek üniformayla görmek çok nâdir rastlanan bir şeydi. Askeri gören, düzenli bir ordunun cepheye gittiğini değil, işsiz güçsüz adamların protesto yürüyüşü yaptığını zannederdi. Kimi adamlar postal, kimileri çarık giyiyordu.
Kimileri ayağına bir bez parçası sarmıştı, kimileri de çıplak ayak yürümeyi tercih ediyordu.”(4)
Aynı gazeteci, târihlerinin en büyük krizini yaşamalarına rağmen Osmanlı Sadrâzam ve bürokratlarının mesaiye saat 2 de (14’de) gelip birkaç saat sonra ayrıldıklarını yazar.(5)
Yine bu esnada Balkanlardaki hareketliliği, azınlıkların savaş hazırlıklarını, silâhlanmalarını görüp i’kaz eden aydınlar da kâle alınmamış, bunlar dile getirilince Hariciye Nâzırı Asım Bey; “Balkanların atisinden (geleceğinden) imanım kadar eminim” diyecek kadar gaflet ve dalalet içinde olmuşlardır.(6)
Osmanlı Balkanları ve kendisini târihteki gibi zannedip, Sırp, Yunan ve Bulgar milletlerinin kendisini yenip, rezil ve sefil edeceğini aklının kenarından bile geçirmemiş, her şeyin târihteki gibi tekerrür edeceği gurur ve kibrine kapılmıştır. Böyle en kritik bir dönemde Dışişleri Bakanlığı, Maliye Bakanlığı gibi en önemli bakanlıklarımızın başında azınlıklardan Ermeni, Rum ve Yahûdi asıllı nâzırlar vardır.
Batının ve Rusya’nın desteklediği ve her türlü imkânlara sahip Balkan milletleri ile bu şartlar altında savaşa girmişiz. Askerlerimiz 20 gün ağzına sıcak bir lokma düşmeden savaşmışlar. Üç gün midelerine hiçbir şey indirmeden savaşmışlar.(7) Atacak mermisi ve süngüsü olmadığı için düşmanla girdiği mücâdelede onu ısırarak öldürmeye çalışan askerler olmuş. Kum torbası bulamadıkları için şehit arkadaşlarının cesetlerini kum torbası yerine kullanmışlar.(8)
İngiliz Gazeteci Bartlett’in yazdığına göre Başkomutan Abdullah Paşa bile gazetecilerin verdiği bir miktar yiyecek sayesinde hayatta kalabilmiştir.(9) Midelerine indirecek hiçbir şey bulamayan askerler at, katır, köpek, kedi, ölü-diri ne buldularsa yemek mecburiyetinde kalmışlar, düşman mermileriyle ölen at, katır, eşek vb. hayvanların leşlerini bile ölmemek için yemişlerdir.(10)
Şehit ve gâzi olan askerlerimiz de Balkan ve Rodop dağlarında vahşi hayvanlara, kurtlara, sırtlanlara, kartallara ve kargalara yem olmuşlar, bir kabirleri bile olmamış, bir künyeleri, bir nişaneleri bile memleketlerindeki sevdiklerine ulaşmamıştır.
Geriye kaçarken subayların tehditlerine hattâ bazılarını kurşunlamalarına rağmen, “cepheye dönün” i’kazlarına “bir dilim ekmek ver döneyim, açlıktan öleceğimi hiç olmazsa kurşunla ölürüm” diye cevap vermişlerdir.(11)
Bazen kaçan askerleri subaylar vurmuş, bazen de bu askerler subayları parçalamışlardır.(12) Özellikle Sırplar bu savaş esnasında öyle bir tedhiş ve terör uygulamışlar ki, Balkanlardan göç eden Türk ailelerin bazıları çocuklarını geride unutup yola çıkmışlardır.(13) Balkanlarda Osmanlı târihinin en büyük felâketi yaşanırken ve Evlad-ı Fâtihan denen Balkan Türklerine soykırım uygulanırken, Anadolu da içimizde yaşayan ve olmadık taşkınlıklar yapan insanlara bir şey yapılmaması hayrete şayan bir durumdur.
Dipnotlar:
1-Süleyman Külçe, Mareşal Fevzi Çakmak, Askeri, Siyasî, Hususi Hayatı, 1. Kitap, Ticâret Basımevi, İzmir 1946, s.16.(Yazar; O dönemde 18. Tümene bağlı 72. Alayın 3. Tabur komutanı).
2-Cemil Koçak, “Geçmiş Ayrıntıda Gizlidir”, Timaş Yay. İst. 2012, s. 93.
3-Ellis Ashmead Bartlett, “Türklerin Rumeli’ye Vedası” İz Yay. İst. 2012, s. 94.
4-Ellis Ashmead Bartlett, a. g. e. s. 68.
5-Ellis Ashmead Bartlett, a. g. e. s. 29.
6-Mustafa Armağan, “Gerçek Târihin Peşinde”, Timaş Yay. 2011, İst. s. 248.
7-Mahmud Muhtar Paşa, a. g. e. s. 111.
8-Ali Vehbi Aykota, “Târihçe-i Harp (Üçüncü Alay)”, T. T. Kurumu Yay. Ank. 2011, s. 60.
9-Ellis Ashmead Bartlett, a. g. e. s. 176.
10-Cihangir Akşit, “Çiğiltepe, Doğan Kitap Yay. İst. 2009, s. 86.
11-Mahmud Muhtar Paşa, a. g. e. s. 585; Ellis Ashmead Bartlett, a. g. e. s. 111.
12-Mahmud Muhtar Paşa, a. g. e. s. 568.
13-Mahmud Muhtar Paşa, a. g. e. s. 427, 494.
Yorum Yazın
E-posta hesabınız sitede yayımlanmayacaktır. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişdir.