BATININ KİRLİ SAVAŞI
03 Şubat 2018, Cumartesi 08:49
Savaş ve yaşanılan kaos ortamlı felaketin ardından umulan barış; kavram itibariyle yeryüzünde en çok kullanılan hafızamızda yer alan hususlardandır. Yeni doğan çocuklarımıza bile isim olarak verdiğimiz bu kavramlar özü birbiriyle zıttır. Mesela barış bize daha sempatik ve çekici olarak gelir. Aksinin ifadesi olan savaş’ta; korkunç bir yüzün habercisi tescili ve ürkütücü bir ortamın yerleştiği belki uzun süreli insanlığın bir felakete sürüklendiği anlardır. İlk bakışta savaş gayri insani diye nitelendirilir.
Savaş tarihi bir vakıadır ve hep varola gelmiştir. Habil ve Kabil’den beri insanlık kıyamete dek sürecek bir savaşın tarafları olarak inanan inanmayanlar nezdinde ayrışmaya gideceklerdir. Gerçi şu hususu da akl delim ki; savaş sadece mümin kâfir arasında cereyan eden bir hadise değil, inanan insanların kendi aralarında bile çekişmeleri savaşı son neticede çözüm olarak tercih ettikleri de görülmüştür.
Savaşla insanlık yorgun düşmüştür. Savaşın olmadığı hemen hemen tarihte hiçbir dönem yoktur. Demek oluyor ki; savaş insanın başvurduğu ve çözüm için aradığı en son sunulan bir çare reçetesidir. Her bir şeyi denersin ama sonuç alamazsın sonunda son bir tercih hakkı olarak topyekûn bir vakıanın geri dönülmez bir sürecine adım atarsın, işte bu durum safları ve düşünceleri de netleştirir.
Savaş peki insani mi? Tabiki bunun cevabı savaşın amacı ve niteliği ile ilgilidir. Önce şu soruları cevaplandırmamız lazım. Niçin savaş? Kimin için savaş? Saldırgan için mi yoksa zorla dayatılan için mi savaş? Emperyalist bir gaye için mi savaş? Yoksa Hak uğruna ezilenler uğruna insanlıktan dışlananlar hakir görülenler uğruna verilen bir var olma yok olma mücadelesi mi?
Mesela Büyük Selçuklularla Gazneliler arasında cereyan eden dandanakan savaşı. Babasının izinden yürüyemeyen halkına zulmeden içki ve kadın sefahatine kurban yakın devlet adamlarını küstüren ve halkını ezen Gazne Hükümdarı Mesut ile ayağa kalkma ve islamın sancaktarlığına talip Büyük Selçuklular arasında 1040 yılındaki bu büyük mücadelede Allah’ın yardımıyla galip gelen Selçuklular nizamı âlem adına ulaşmadıkları coğrafya bırakmadılar. Burada gazne devleti yıkılışı hızlanırken Selçuklular ise yeni bir heyecanın fitili ateşleyerek hızlı bir ivme ile batıla galip geliyor ve ilayı kelimetullah uğruna her yere Allah’ın kanununu hâkim kılmaya çalışıyorlardı. Ki en büyük emelleride hak ve adalet kavramıyla varlıklarının bütünleşmesi olmuştur.
Savaş; Zalimane mi? Yıkıcı mı? Ölçüsüz mü? Yahut ilkeli ve yapıcı mı? Saldıran ne yapmak istiyor? Savunan neyi savunuyor? Bunda başkalarının çıkarları ne? Günümüzde bölgesel coğrafyamızda savaş hiç eksik olmamıştır. Bölge üzerindeki emperyalistlerin daha doğrusu batılı emperyalist şeytanların dünyevi ihtiraslarına gem vuramayıp bunu siyonizmin dayatıları ile süsleyen İsrail gibi suni devletlerin adına arzı mevud dedikleri idealleri ve kamplaşmaları, bölgenin yer altı kaynaklarının zenginliği ve dinsel motif gibi nedenler, bölgesel platforma egemen güçlerin savaş sahnelerine zemin hazırlamış tarihin en büyük emperyalist ideali ve kamplaşması olan Haçlı seferlerinin burayı kendine nihai amaç olarak belirlemesi tarihsel bir bakış açısı olarak batılı küffarın nezdinde amacını işlevini yitirmeden hep sürdürülebilirlik maksadına dönüştürülmüştür.
Eğer durduk yere zalimane bir tavırla seni yok etmeye veya bağımlı hale getirmeye köleleştirmeye yüzü dönük yahut gizliden kuyunu kazmaya çalışanlar varsa burada meşru müdafaa hakkını kullanıp hayatta kalabilme için gerekli adımları atmak gerekir. Saldırgan tutum geliştiren sana hayat hakkı tanımak istemeyenlere karşı elbette savaşı tercih etmek gerekir. Çünkü bu barış olmaktan çıkmıştır artık. Zalim zulmünü hakim kılmak adına haksız yere insanlığı yok etmek için tutum geliştirmişse senin kendini koruma ve kollama hakkın vardır. Gücün yettiğince bunu durdurmak ve bertaraf etmek zorundasın. Değilse kısa zamanda başkalarına yem olmaktan kurtulamazsın. Bir devletin bağımsız olması demek kendi içinde özgürce haklarını kullanması ve başka devletlerin egemen olmasına izin vermemesi esastır.
İslam aktif bir şekilde varlığının hayatta kalmanın mücadelesini ön görür. Yani saldırgan değildir asla. Bilakis kendine saldıranlara karşı hep meşru müdafaa hakkını kullanmıştır ve buna mecbur bırakılmıştır. İslam haksızlığa zulme ve adaletsizlik yapılmasına izin vermez. Menfaatperest insanların diğerlerini sömürmesine izin vermez. Kimseyi kayırmaz ayrıcalık yapmaz koruyup kollama yerine adalet terazisine bakar. İslam en doğru yolun Allah’a karşı kulluk görevini ihlâs ve samimice yerine getirmeyi öngörür. Bütün insanların kul olduğunu kimsenin kimseye zulmetmesi gerektiğini söyler.
Ama batı yani Hıristiyan dünyası öylemidir? Hayır. Yakın bir zamandaki geçmişine baktığımızda günümüzle ilişkilendirmek adına şunu söyleyebiliriz. Batı hiçbir zaman savunduğu demokrasiyi insan hak ve hürriyetlerini yenidünya düzeni safsatasını hiçbir zaman gerçekleştirmemiş hatta bu kavramlar adına gittiği her yere teknolojik üstünlüğün vesayet anlayışı ile insanlığın kökünü kazımak için silahlar geliştirmiş, bilimsel çalışmaları fayda yerine zarar arşivlerine eklemiş ve icraatları hep gözyaşı ile süslenmiştir. Burjuvazi coğrafi keşifler sanayi inkılâbı derken sömürge yarışı batıyı insanlıktan uzaklaştırmış buna Hıristiyanlık inancının da payanda yapılmasıyla batı eski çağdaki Roma Barbar düzenine bu meyanda bugün geri dönmüştür. İki büyük dünya savaşını hırs ve tamahkarlık anlayışı ile dünyaya reçete diye sunan batı sözde silahsızlanma dönemlerinde bile soğuk savaş rüzgarları insanların beyinlerini ruhlarını bedenlerini hep arızalı hale getirmiş güven ve itimat duygusu kalkmış insanlığı öldürmüş bireysellik ve ferdiyetçilik enaniyet canavarlığına dönüştürülmüş, her şey karşılıklı çıkar ve menfaat ilişkileri şeklindeki ilişkilendirilme ile; başta bu düzenin akıl hocaları olmak üzere, filozofları veya siyasetçileri hep bu malzemeyi diğer insanlara ve insanlığa karşı bu açıdan bakarak kullanmıştır. Kıta Avrupa’sı teknik üstünlüğü ele geçirdiğinde diğer insanları insan olarak ta kabul görmeyip gittiği her yerde köleleştirmeyi zorla çalıştırmayı zorla alıkoymayı aileleri birbirinden koparmayı ölçü bilip kendi dışındaki her şeyi affedersiniz insan yerine koymamış ve ona kendine hizmet eden köleliği salık vermiştir.
Hep bir istismar hep bir sömürü hep bir aldatmaca ve emperyalist hayat standardı peşinde koşmalar insanlık adına korunması gereken değerler manzumesi aldatmamak ve aldatılmamak anlayışı artık değer olarak batının lügatinde yer almıyor. Çocukları bile doğal tehlike olarak gören, güven duygusu örselenmiş yalnızlık kabristanına itilen bir anlayış ve sahipsizlik duygusu umarım batının yıkılışını hızlandıracaktır. En teknik devlet olan ABD bile haysiyet ve şeref namına her şeyini ayaklar altına aldığı gibi güce dayalı itibarını bile artık koruyamaz ve güvenilemez hale getirmiştir.
Bugün buram buram ırkçılığın felsefi yapısını savunduğu demokratik standartlarda uygulayan ve insanları ayrımcılıkla ayrıştıran en iyi Kızılderili ölü olandır felsefesini kendi dışındaki tüm toplumlara reva gören bir anlayışın temsilcileri insan olabilirler mi acaba? Asla diyorum asla olamazlar.
Dünya batının elinde zindandır. Sömürgecilik köleleştirme ekonomik ve ticari bağımlılığa mecbur kılma, etnik temelli ırkçılık, insan inancını yok sayma temayülleri, Darvin saçmalığını tutmaya gayret etme ve istilacı soykırımcı asimilasyon, batının çirkin yüzü ve uygulamalarıdır. Batı sistemiyle kendi insanını bile sömüren bir yamyamdır.
Yorum Yazın
E-posta hesabınız sitede yayımlanmayacaktır. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişdir.