BAYRAK (HİLÂL) SEVGİSİ-2
10 Mart 2016, Perşembe 08:33Mehmet Akif Ersoy İstiklâl Marşında:
Korkma, sönmez bu şafaklarda yüzen al sancak
Sönmeden yurdumun üstünde tüten en son ocak.
O benim milletimin yıldızıdır parlayacak!
O benimdir, o benim milletimindir ancak!
derken, bu derûnî manaları kastetmekte, tevhidin Allah tarafından bizzat muhafaza edileceğini müjdelemektedir.
Bizim milletimizin ruh ve fikir dünyasındaki yeri fevkalâde önemlidir. Başka milletlerde görülmeyen bir coşku ve heyecan kaynağıdır. Kahramanmaraş ve Gaziantep gibi illerimiz Fransız işgali altında iken, Cuma namazı için toplanan cemaate imam efendinin: "Kalesinde Fransız bayrağı dalgalanan bir beldede ben cuma namazı kıldırmam" deyince bir kıyam başlamış ve düşman sürülüp kovulmuştur.
Bütün milletlerin bayrakları değerlidir ama yukarıda zikredildiği gibi bizim bayrağımız çok çok daha farklıdır, kutsaldır, mubarek ve mükerremdir. Osmanlılar 15. yüzyıldan itibaren kırmızı bayrak, Barbaros kardeşler devrinde de hilâlli yeşil bayraklar kullanmaya başlamışlardır. 1842 de Sultan Abdülmecid döneminde tek hilâlli ve beş köşeli yıldız şekilli bayrak resmen kabul edilmiş, 29 Mayıs 1936 da 2994 numaralı Bayrak Kanunu ile muhafaza altına alınmıştır.
Şanlı ecdadımızın bayrağımızdaki ay ve yıldızı bilinçli, şuurlu ve ince manalara işaretle kullandığını arz etmeye çalıştık. Dolayısıyla biz; bayrağında devamlı “Kelime-i Tevhid” dalgalanan necib bir milletiz. Ondan dolayı bayrak yere atılamaz, ayak altına konamaz, pejmürde yerlerde muhafaza edilemez, çünkü o, teşbihte hata olmasın sanki Kur’an gibi muazzezdir. Bir de işin efsanevi yönü vardır. Onu da arz edelim:
Bazı kaynaklarda Kosova Meydan Muharebesinde (28 Temmuz 1389) binlerce Mehmetçik şehit olmuş, hayatlarının baharında Allah için, Dini için, Bayrağı için canını feda, kanını sebil etmiş ve bu şehitlerin kanlarında bir gölcük oluşmuş, akşam namazı sıralarında gökteki Hilâlin önüne bir yıldız (Jüpiter) yaklaşmış ve onların kan gölüne yansıması, oradaki görüntüsü bizim bayrağımızın oluşmasına ilham olmuştur. ([1])
Bütün devletlerde devletin şahsı manevisine, bayrağına, cumhurbaşkanına vb. sövenler şiddetle cezalandırılır. Bununla ilgili kanunlar vardır. Eskiden Fransa’da Bayrağa hakaretin cezası el-ayak atlara bağlanır ve zıt istikametlere sürmek suretiyle uzuvları ayırtılırmış...([2])
Avrupalılar kendileri bu kutsallarına dokundurtmuyor ama; bizde bu cezayı veren maddenin (301. madde) kaldırılmasını ısrarla istemektedirler.([3])
Osmanlı-Rus savaşı sırasında Çarlık donanması Karadeniz’de Mersin vapurunu batırır. l.Meşrutiyet meclisinde Aydın mebusu Yeneşehirlizâde Ahmet Efendi, Bahriye Nazırı’ndan bir takrirle hadisenin nasıl meydana geldiğini, geminin nasıl battığını ve kimler tarafından batırıldığını sorar. Bahriye Nazırı’nın cevabı: “...Zaten eski bir tekneydi” olunca Ahmet Efendi kızar ve şöyle der: “Ben geminin eskiliğini değil, bayrağımızın şerefini soruyorum.”([4])
Dipnotlar:
1- İpekyolu Dergisi, Ekim 2009, sayı 260, s. 60; İbrahim Refik, “Ulu Çınarın Gölgesin
de”, Albatros Yay. İst. 2004, s. 54-55.
2 - T. T. sayı: 8, s. 60.
3 - Banu Avar, “Hangi Avrupa”, Truva Yay. İst. 2008, s. 155.
4- İbrahim Refik, “Boğaziçi Notları 1”, Albatros Yay. İst. 2001, s. 35.
Yorum Yazın
E-posta hesabınız sitede yayımlanmayacaktır. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişdir.