Belâ ? Musibet
03 Ocak 2016, Pazar 11:39Musibetten belâdan ibret aldık Ya Resûlallah
Uyandık şimdi, evvel hâba daldık ya Resûlallah
Acep dergâh-ı Hak’dan biz ne çaldık Ya Resûlallah
Meded kıl biz bu ellerde nasıl kaldık ya Resûlallah
Bu günlerde bunaldıkça bunaldık ya Resûlallah
Filozof Rıza Tevfik diye maruf (bilinen) kişi; hayatı boyu Sultan Abdülhamid merhumun aleyhinde konuşmuş, İttihat ve Terakki’yi kurtuluş güneşi gibi beklemiş, fakat onlar gelince eski dönemi mumla aratıp, her tarafın korku ve zifiri karanlığa büründüğü günlerde Hz. Peygamber’e böyle iltica etmiş, pişmanlık ve nedametini şiir diliyle birçok defalar dile getirmiştir. Din düşmanı, zalim, şerir, gaddar biri için Şâir Dertli şöyle demiş:
Cana yetti ettiğin, ey münkir-i davay-ı din
Bir belâ gelmez mi dersin, Cânib-i Hak'tan sana
Bu hayalperest ve sergerde İttihatçılara da bir değil bin bir türlü belâlar gelmiş, hepsi hak ettiğini bulmuş ama “Ba’de harabül Basra”([1]) yani koskoca Osmanlının cellâd-ı habis’i olmuşlar, Devlet-i Aliyye’yi mezara gömmüşlerdir. Fakat şöyle de ibretli sözler vardır:
Kula belâ gelmez hak yazmayınca
Allah belâ yazmaz kul azmayınca
Bu sözde her halde bir ayet mealinden mülhem olsa gerek. Çünkü Rabbimiz şöyle buyurmuştur: “...Şüphesiz ki, bir kavim kendi durumunu değiştirmedikçe Allah onların durumunu değiştirmez…”([2]) Yani hak etmeyenlere belâ gelmez, hatta hak ettikleri halde bile defalarca Allah onlara merhamet eder, affeder, mühlet verir, ama kötülükte ısrar edilirse Rabbimizin “Âdil” sıfatı tecelli eder, nitekim şâir bunu veciz bir şekilde şöyle ifade etmiş:
Müktaza-yı hükm-i kanun-u tabiat böyledir
Düşmek üzre yıldırım dâim muallâ tâk arar
Çok mu nâmerdin felâketten rehayâb olması
Herkese gelmez belâ, erbab-ı istihkâk arar
“Tabiat kanunlarının hükmü şöyledir ki; yıldırımlar düşmek için yüksek yerler arar. Belâ da her namerde gelmez, onu gerçekten hak edeni arar ve ona gelir.”
Bir zamanlar Allah’ın ayetleri ile övdüğü ve Resulüne övdürdüğü bu millet, yani Osmanlı; dejenere olmuş, tefessüh etmiş ve bu belâları hak etmiş ki, onların başına yağmur gibi yağmış. Balkan Faciası, Çanakkale Savaşı, Birinci Dünya Harbi, İstiklâl Muharebesi ve daha başka başka belâlar, musibetler…
Bunlar Allah’dan gelecek ama, birilerinin eliyle gelecek, sebep lâzım, fıkrada olduğu gibi:
Bizim meslektaşlardan birisi kürsüye çıkmış ve “De ki: Bizim başımıza ancak, Allah’ın bizim için yazdığı şeyler gelir…”([3]) mealindeki ayet üzerinde bir hayli konuşmuş ve netice olarak şu mealde sözler söylemiş: Her şey Allah’dan gelir, O dilemezse hiçbir şey tahakkuk etmez, ama Allah intikamını birilerinin elleri ile alır, aracılar kor, sebepler halk eder,
Görev bitmiş, namaz kılınmış, kapıdan çıkarlarken Hoca’nın ense köküne müthiş bir tokat inmiş, tabiî ki hoca hışım ve hiddetle dönünce, vuran kişi; “hocam ne bakıyorsun? Ne kızıyorsun? Sen demedin mi her şey Allah’dan gelir diye.” Hocada bu sözler üzerine ona vurmamak için kendini firenler ama şöyle der; “evet dedim, doğru her şey Allah’dan gelir, ama ben hangi deyyusun eliyle geliyor? Ona bakıyorum”
İşin bir başka vechesi daha var. Bir Hadis-i Şerifte: “Belâların en şiddetlisi Peygamberlere gelmiştir”([4]) buyurulur. Hakikaten onların hayatlarını incelediğimizde ne belâlar, ne cevr ü cefalar, ne stres ve sıkıntılar… Peki onların kabahati ne?, onlarda kullar gibi büyük günahlar hak ettiler de ondan mı bu musibetlere duçar oldular? Hayır ama Allah onları da imtihan etmiş, denemiş, sabırlarını test etmiş, ümmetlerine örnek ve ibret olmaları, onlarında insan olduklarının unutulmaması ve benzeri sebeplerden dolayı birçok belâlara müptela edilmişlerdir.
Dünyada çekilen hastalıkların, belâ ve musibetlerin günahlara keffaret olduğunu belirten hadislerde vardır. O zaman Allah’dan gelen bu tür gam ve kasavetleri; Kahrından gelenler, lütfundan gelenler diye ikiye ayıran ulema haklıdır. Fakat bu hususta da çok dikkatli ve uyanık olmamız gerektiğini Meşhur mutasavvıf Cüneyd-i Bağdadî Hazretleri şöyle tembih ediyor: “En büyük belâ; belânın nerden ve niçin geldiğini bilmemektir.”
Yine Ehlûllahın büyüklerinden Feridüddin-i Attar şöyle dermiş: “Rabbime itaatte mi isyanda mı olduğumu eşeğimin bana karşı davranışından bilirim. Ben Halik’ıma itaat edersem o da bana itaat ediyor, sözümü tutuyor, deh deyince gidiyor, ama ben asi isem o da bana daha fazla eziyet ediyor.” Hani derler ya: “Hakikate seve seve gelmeyenleri musibet döne döne getirir.”
Mevlânâ Hazretlerine kulak verip konuyu bitirelim:
“Allah’ın rahmeti, gazabını ve kahrını geçmiştir. Ondan dolayı bir kimseyi belâlara uğratması O’nun merhametindendir (bu sayede günahlarını azaltır ve ahirete kalmaz)”(11819). Şâir Nev’î’de Hz. Mevlânâ’yı teyid ediyor ve şöyle sesleniyor:
Ârifin gönlün Huda gamkin eder şad eylemez
Bende-i makbulünü Mevlâsı azad eylemez
Dipnotlar:
1-Süleyman Nazif 1914 de Bağdat Valiliğine atanınca, Fazıl Ahmet Aykaç şu beyti yazmıştır: Zîb-ü fer vermek için Devlet-i Buhtunnasara Gitti Bağdat’a fakat (Bâ’de harabü-l Basra)
2-Ra’d Sûresi, 11.
3-Tevbe Sûresi, 51.
4-Heysemi, Mecmau’z-Zevâid, 1224(4024), İ. Canan Hadis ANS. 17/559.
Yorum Yazın
E-posta hesabınız sitede yayımlanmayacaktır. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişdir.