BENİM GİBİ DÜŞÜNMÜYORSAN, DÜŞMANIMSIN!!!
28 Ağustos 2023, Pazartesi 00:02Sanıyorum, şimdilerde toplumumuzda hepimizin aşina olduğu bir cümle. Benim gurubumdan değilsen düşman, benim partimden değilsen düşman, aynı camianın içinde değilsen düşman… Maalesef maddeleri çoğaltabiliriz. Bir millet olarak hal-i pürmelalimizi tasvir eden cümleler. Nedendir bilinmez; bir şekilde böyle bir bencillik, bu millete musallat olundu. Nasıl bu kadar kendinden başkasını düşünemez olduk. Geçmişimize, medeniyetimize, ahlaki değerlerimize ve ecdadımızın yaşam hikayelerine baktığımızda maalesef birkaç ferdi olmsuzluklar dışında göremiyoruz…
Demokrasi ve insan haklarının sayıklandığı, başkasının farklı düşünmesinin bir zenginlik olarak kabul edildiği, görüş ayrılığının aynı yolda gidilemeyeceği anlamına gelmediği gerçeği; bütün berraklığıyla gözümüzün önündeyken… Herhangi bir insanın ve topluluğun, bizim gibi düşünmemesi; parti ve patırtımız, ait olduğumuz gurup, dernek çerçevesinde düşünmediğinde ne acı ki düşman ilan edilmekte ve bütün davranışları doğru dahi olsa; fikirlerinin hazmedilmediği ve düşman ilan edildiğini görüyoruz. Bu durum öyle bir hastalık ki, şimdi belirtileri ortaya çıkmakla beraber, sonunun çok acılar barındıracağı muhakkaktır…
Her zaman haklı olmak; bize yapacağımız her işi meşru kılmıyor. İnsaf ve vicdan terazisiyle hadiseleri ve olayları tarttığımız zaman; anlıyoruz ki, haklı olmak aynı zamanda insaf, vicdan, şefkat ve merhamet hislerinin de varlığını gerekli kılıyor. Çünkü insan fıtraten zulme ve merhametsizliğe yakın bir varlıktır. Haklı olmak bazen haddi aşmayı; hissi olarak gerekli kılabiliyor. İnsan bu hisse mağlup olmamak için; mutlaka merhamet ve şefkat gibi ulvî duygularını daima devreye koymak zorundadır…
Mazinin nasıl şekillendiğine bakılmaksızın; bugün biz bir millet olarak bu konuda sergilediğimiz ciddi ‘düşünce zaafları’ yaşıyoruz. Bunların en başında ‘siyah ve beyaz’ mantığıdır. Bu işin en ilginç tarafı ise, ‘Ya siyahtır, ya beyaz!’ denklemi, neredeyse her daim ‘siyah’ lehine işliyor. Maalesef bu durum genellikle farklılığa kapalı, dışlamaya açık bir zeminde gerçekleşiyor…
Hep kendi mantık süzgecimizden, fikri saplantılarımıza takılarak; adeta tek doğrunun mimarı gibi davranabiliyoruz. Yüzlerce doğrusu olan bir arkadaşımızı ve dostumuzu; bizce makul addedilmeyen bir davranışından dolayı, diğer bütün doğrularını adeta yokluğa mahkum eder bir edaya girişebiliyoruz. Maalesef, bizler böyle bir mantığı benimseyenlerin elinde, tek bir yanlışınızla, ‘beyazlıktan çıkıp simsiyah’ kılınmanız, üzerinize kara çalınması, üstünüzün çizilmesi pekâlâ mümkündür. Meselâ, binlerce gerçeği yazmış ve bu noktada gençliğe faydalı olmuş bir yazarımızı veya mütefekkirimizi, bize yanlış gelen tek bir cümlesinden dolayı tarafımızdan ‘sapmış’ muamelesi görebiliyor. Yine binlerce hakikatli davranışlarını gördüğümüz bir başka mü’mini, yine gördüğümüz tek bir yanlış davranışı yüzünden siler geçeriz…
Böyle bir davranışı sergilerken; sanki doğru bizim tekelimizdeymiş gibi davranıyoruz. Oysa doğrunun ‘mihenk taşı’ biz değiliz. Aslolan da farklılıktır ve farklı düşüncelere saygıdır. Zira doğru bir olsa bile, bir veçheli değildir. Aynı binanın farklı açılardan farklı gözükmesi gibi, aynı hakikatler farklı açılardan farklı gözükebilir veya farklı değerlendirilebilir. Dolayısıyla bilinen hakikate dair binlerce farklı yorum ve görüş zuhur edebilir. Hatta, bu hakikate dair yanlış yaklaşımlar ve yorumlar da yapılabilir. Bu yorum ve yaklaşımların saygıyla ve evrensel insani değerler çerçevesinde bakmak gerekmez mi?..
Tarihimizin asli sayfalarına baktığımızda başta Peygamber Efendimiz olmak üzere; diğer büyük insanlar hep farklı düşüncelere gerekli bütün saygıyı göstermişler ve insanlığın yolunu açmışlar. Yaşanan bütün sıkıntılarda, insanların tercihlerine ve düşüncelerine saygı gösterilerek hayatta yol alınmıştır. Doğrular bir inhisara tabi tutulmadan, herkesin doğruyu kendi anlayış penceresinde yorumlamasına imkân tanımışlar. Sadece bir noktaya saplanarak; diğer bütün anlayış ve yorumları, sahiplerini yok saymamışlar. Bu durum ilim ve irfanın gelişmesine, yeni ufukların açılmasına sebep olmuştur.
Dolayısıyla aslolan, ‘aynı düşünmek’ değildir. Aslolan, herhangi bir konu hakkında farklı düşünmek ve yorumlayabilmektir. İnanın bu şuur ve anlayışla genç neslimizi yetiştirmezsek, gelecek adına tarifi imkansız problemler yaşarız. Gençliğimizi bu tür evrensel değerlerle daima hemhal etmek zorundayız. Yoksa, sadece egoist, bencil ve hiçbir fikre ve değere açık olmayan bir gelecek kurmuş oluruz. Bu durum hiç insanlığın yararına olmayacaktır…
Bir toplum, eğer gelecek adına dünya sahnesinde, olması gereken yerde olmak istiyorsa; öncelikle her yönüyle özgür, dinamik, aynı zamanda bütün fikir ve düşüncelere evrensel insani değerler çerçevesinde saygı duyan ve kendi düşüncelerini korkmadan ortaya koyan bir neslin varlığıyla mümkündür. Yoksa hep yerinde sayan ve kısırdöngü şeklinde dünyayla hesaplaşmadan tarihin tozlu raflarında yerini alır...
Velhasıl görüş ve fikir ayrılıklarının zenginlik bilmekle beraber; aynı zamanda bir fırsat telakki etmek gerekir. Zaman ve zemin bütün avazıyla bu işin böyle olması gerektiğini haykırıyor. Ne mutlu o insana ki, farklılıkları bir zenginlik bilir ve hayata öyle bakar…
Yorum Yazın
E-posta hesabınız sitede yayımlanmayacaktır. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişdir.