BİR MUSİBET, BİN NASİHATE BEDELDİR
10 Kasım 2021, Çarşamba 09:09Yeryüzü alabildiğine uçsuz bucaksız ve maddeyle dolu bir boşluk. Bu boşlukta var olan her şey de, insanoğlunun edinim düşüncesiyle maddiyatla ölçülüyor. Bunun en acı tarafı da, maddeye değer vermek ve onun kölesi haline gelmek. Hep madde ve hep maddi. Küçücük bir sevginin, maneviyatın yeri yok ve insanın insana ihtiyacı da yok gibi. Molalara yer verilmeden, akıp giden zaman da maddeye tutsaklıkla geçen zaman ve âlemin sonu görülmekte.
Bugün insanoğlu, maddeyle ölçülen bu dünyanın bir gün herkes için sona ereceğini bildiği halde, maddeyle bir başkasını sömürmeye devam etse de, ölümün dayanılmaz varlığını hissediyor. Hissediyor, hissetmesine ama yine de, korkuyor. Bu sonu bilmesine ve korkuyu yaşamasına rağmen, sanki o an’a kadar “ne kopartırsam, kopardığım kardır” diye, ölüm ve sonrasını hafife alıyor.
Farz et ki istediğin gibi yaşadın, üzdün, kırdın ve hak yedin. An geldi öldün ama sana ve bir yakınına göre o kadar hazırlıksız ve zamansız(!) ölüm geldi ki, ağlayarak yalvardın, sana tek bir gün daha verilmesi için yakardın Yaradan’a. Sonra sana bugünü hediye ettiler. Sadece yirmi dört saat dendi. İşte o zaman anlayacaksın, bugünü kalan son gününmüş gibi yaşaman gerektiğini. Yine maddenin ve hırslarının peşinden koşar mısın? Artık an’ı değerlendirmen ve gerçekten nasıl yaşaman, neyi yapıp neyi yapmaman gerektiğini işte o zaman anlayacaksın. Farz et ki, bugün son günün. O zaman maddenin esaretinden kurtul, hızla tükenen zamanın için de senin de hızla tükendiğinin farkına var, hırsına kapılmadan mutlu ol, mutlu etmek için uğraş.
Farz et ki bugün öldün, dünyada ne gördüğünü sorsalar cevap veremeyeceksin. Çünkü maddenin peşinde öyle bir koşuşturma içerisindeydin ki, sadece bakıp geçtin, elde ettiklerinin değerini görmek ve anlamak için bile mola vermeye hiç vaktin olmadı. Çünkü madde, elde edilinceye kadar ve sonrasında kısa bir süre haz verdi sana. Maddenin bile derinliğine inip neyi ifade ettiğini, gerekliliğini veya gereksizliğini, görmek ve bilmek istemedin, eskidi attın ve tekrar yenisinin peşine düştün. Bu aslında insanın kendinden haberinin olmadığını göstergesiydi.
Öyle bencilce bir koşuşturma ki, kimseyi dinlemeden, kimseye aldırış etmeden, neye ihtiyacın olduğunu ve nereye koştuğunu bilmeden. Aslında yol ve zaman belli, koşsan da, yürüsen de, o yol da, zamanın da, mesafe de bitecek.
O kadar hızlı koşuyordun ki, hızından sadece bakıyor, baktığının insan olduğunun bile farkında değildin. Senin için ha madde, ha insan, fark eden bir şey yok. İnsana karşı da, duygu yok, düşünce yok. Bazen birinin acısına duygulandın ama ya güldün ya da vah dedin. Ama en çokta ona vah edişinin sebebi, merhamet duygundan değil, aynı acıyla karşılaştığın zaman “ben ne yaparım” diye düşündün. Yani onu değil yine kendini düşündün. Bundan bile ders almadın, var gücünle tekrar koşmaya başladın. Öyle değil mi, sana 24 saat verilmişti. Akıllanmadığın için koşmana devam ettin.
Ama öyle bir an geldi ki, nefes nefese koşarken bir anda durakladın. Dün bir deprem oldu ya, ölüm gözünün önüne geldi, bu sefer peşine düştüğün maddeden kaçmaya başladın, “benim, benim” diye sahiplendiğin evinden kendini dışarı attın ve etrafına boş boş bakarak, bazı gerçekleri görerek ölümü hatırladın. Korktun değil mi? Dün geceye kadar madde için savaşırken sanki o an, maddeden kaçarak uzaklaşmak, maneviyata sığınmak geldi aklına. Ama bugün, dünden hiçbir şey kalmadı, gör denileni yine görmedin, ders almadan bakıp geçtin.
“Bir musibet bin nasihate bedeldir” derler ya, insanoğlu işte, artık musibette kâr etmiyor, kendine gelmeye, ölümlü olduğunu hatırlamaya.
Yorum Yazın
E-posta hesabınız sitede yayımlanmayacaktır. Gerekli alanlar ile işaretlenmişdir.
Yorumlar
ahmet öztemel
10-11-2021 10:01sN. üSTADIM; ELİNİZE SAĞLIK