BİR SEYYAH EVLİYA ÇELEBİ
18 Aralık 2020, Cuma 08:32Seyahatnamesi ile meşhur bir Türk yazarı ve seyyahı olan Evliya Çelebi, 1611 yılında İstanbul Un Kapanı mevkiinde doğmuştur ve asıl adı “Derviş MehmedZillî”dir. Yaşadığı dönem Osmanlı’nın 1683 Viyana bozgununun hemen öncesidir. Evliya Çelebi, 1611’den 1682’ye kadar tam altı padişah görmüştür: I. Ahmed (1603-1617), I. Mustafa (1617-1623), II. Osman (1618-1622), IV. Murat (1623-1640), I. İbrahim (1640-1648) ve IV. Mehmed (1648-1687).
Tam da Osmanlı’da yönetim yozlaşmasının yaşandığı, ekonomik ve toplumsal sorunların baş gösterdiği, Anadolu’nun Celali İsyanları ile İstanbul’un da zaman zaman Yeniçeri çatışmalarıyla çalkalandığı yıllarda yaşamıştır. Evliya Çelebi 1635 yılında Ayasofya Camisinde, Dördüncü Murat Han’a takdim edilmiştir. Ayasofya Camisinde Dördüncü Murat’a sunulan Evliya Çelebi bu sayede ilim erbaplarının ve yüksek seviye devlet adamlarının eğitim gördüğü Enderun Mektebine girme imkânı bulmuştur. Burada aldığı dört yıllık eğitimden sonra, sipahi zümresine katılmıştır.X Evliya Çelebi genç yaşta seyahat etmek, yeryüzünde yaşayan insan topluluklarını, örf adet ve gelenekleri, farklı medeniyetler ve farklı mimari eserler görmek arzusuna kapılmıştır. Uzun bir dönem gezip görme hevesi ile yanıp tutuşan Evliya Çelebi, bu fikrini gerçekleştirmek için arayışlara girmiştir. Evliya Çelebi bir gece rüyasında, Ahi Çelebi Camisinde kalabalık bir cemaat içinde Peygamber Efendimizi (Sallallahü aleyhi vesselam) görmüş ve huzuruna çıkarak, “Şefaat Ya Resulallah”diyecekken, heyecana kapılarak, “Seyahat Ya Resulallah!” demiştir. Peygamber Efendimiz de tebessümü ile bu gence hem şefaatini müjdelemiş hem de seyahatini ihsan ederek orda bulunan Sad Bin EbiVakkas (Radıyallahüanh) da gezip ve gördüğü yerleri yazmasını nasihat etmiştir.
Şeyhi Abdullah Dede rüyasını yorumlar ve naçizane fikri ile ilk olarak İstanbul u gezip yazmasını tavsiye eder. Bundan sonra Evliya Çelebi 24 yaşında ilk olarak İstanbul u gezip yazmaya başlar ve Ünlü Seyahatname kitabının ilk cildi bu şekilde oluşturulmuş olur. Türk İslam Edebiyatının dünyaca tanınmış bir şahsiyeti olma yolunda ilerlemiştir. 24 yaşında başladığı gezilerine elli yıl boyunca devam ederek Osmanlı Devletinin sınırları içerisindeki bütün illeri gerek görevli olarak gerek gezi babında da olsa gezmeyi başarmıştır. Görev için gönderildiği bölgelerde belli savaşlara katıldığı da belirtilmektedir. Hiç evlenmediği ve çocuğu olmadığı söylenen Evliya Çelebi, zengin ve köklü bir aileden gelmesi ve gezi için gittiği bölgelerde dahi vazifeler aldığı bilinmektedir.
Evliya Çelebi; Anadolu, Rumeli, Suriye, Irak, Mısır, Girit, Hicaz, Ukrayna, Romanya, Slovakya, Transilvanya, Moldovya, Avusturya, Macaristan, Polonya, Almanya, Hollanda, Bosna-Hersek, Dalmaçya, Güney Rusya, Kırım, Kafkasya, İran, Mısır, Habeşistan ve Sudan’a kadar gitmiştir. Evliya Çelebi tarafından XVII. yüzyılda yazılan “Seyahatname”, 10 ciltten oluşur. Çelebi, okuyan herkesin anlayacağı şekilde yazılmış olan bu eserde olayları gerçekçi bir gözle izlemiş ve yalın bir şekilde anlatmıştır. XVII. yüzyılda yazılmasına karşın, 200 yıl sonra, 1896’da Arapça olarak basılabilmiştir. Eseri 1996’da bizim de anlayacağımız şekilde çeviren de Orhan Şaik Gökyay olmuştur.
Çelebi’nin külliyatı olarak da tanımlayabileceğimiz bu dev yapıt, UNESCO Türkiye Milli Komisyonu’nun başvurusu üzerine, Haziran 2013’te “UNESCO Dünya Belleği Listesi”nedahil edilmiştir.Avrupa Konseyi, Evliya Çelebi’yi “21. Yüzyılda İnsanlığa Yön Veren En Önemli 20 Kişiden Biri” ilan etmiş ve ilk sıraya da Evliya Çelebi’yi koymuştur.
Seyahatnâme“oraya gittim, burayı da gördüm” tarzı bir eser değildir. Âdeta istihbarat amaçlı bir çalışma titizliğinde hazırlanmıştır. Evliya’nın, kitabında verdiği bilgiler eşsizdir. Seyahatname, gezdiği yerlerin coğrafi konumunu, tarihini, halkının özelliklerini, dilini, dinini, giysilerini, sanatlarını, uğraşılarını, gündelik yaşamlarını, mutfak kültürlerini; gayrimüslim halkın ekonomik, sosyal durumlarını, inançlarını ve ibadet yerlerini içeren eşsiz bir eser olma özelliğine sahiptir.
Evliya Çelebi yurtdışında Türkiye’de olduğundan daha çok tanınmaktadır, hem de 1814 yılında Avusturyalı tarihçi ve Doğu bilimleri uzmanı Joseph vonHammer-Purgstall tarafından keşfedildiğinden beri. O zamandan beri birçok yabancı bilim adamı Çelebi hakkında araştırma yapmış, eseri birçok dile çevrilip yayımlanmıştır.
Ciltlerine göre Seyahatnâme’nin konuları şunlardır:
1. Cilt: 1630-1640 yılları arası İstanbul,
2. Cilt: Mudanya ve Bursa, Osmanlı Devletinin kuruluşu, Osmanlı padişahları ve Sinop, Trabzon, Karadeniz, Bolu, Amasya, Erzurum, Erzincan, Ankara gibi şehirler,
3. Cilt: Üsküdar’dan Şam’a kadar yol boyunca misafir olduğu bütün şehir ve kasabalar
4. Cilt: İstanbul’dan Van’a kadar gezdiği bütün şehir ve kasabalar,
5. Cilt: Tokat, Rumeli ve Sarıkamış’tan Avrupa’ya kadar çeşitli ülke ve eyaletler,
6. Cilt: Macaristan ve Almanya; Temeşvar, Koloşvar, Kaşav, Sibiv, Mohaç, Peç, Budin, Uyvar, Estergon, Belgrad, Dubrovnik, Mostar, Zigetvar, Kanije,
7. Cilt: Kırım, Dağıstan, Çerkezistan, Kıpçak diyârı, Belgrad, Viyana, Budapeşte, Krakow, Bahçesaray, Astrahan, Saratov, Kazan, Kalmukya, Azov,
8. Cilt: Azak’tan Kırım’a; Kefe, Girit, Dimetoka, Gümülcine, Drama, Selanik üzerinden bütün Yunanistan, Kandiye, Arnavutluk, Avlonya, Draç, İlbasan, Ohri, Resne, Manastır ve Edirne üzerinden İstanbul’a dönüş yolculuğu,
9. Cilt: Kütahya, Afyon, Manisa, İzmir, Sakız, Kuşadası, Aydın, Tire, Denizli, Muğla, Bodrum, Ege adaları, Isparta, Antalya, Alanya, Karaman, Silifke, Tarsus, Adana, Maraş, Antep, Kilis, Haleb, Lazkiye, Şam, Beyrut, Sayda, Safet, Nablus, Kudüs, Mekke ve Medîne,
10. Cilt: Mısır ve çevresi, Kahire, Tanta, İskenderiye, Nil, Funcistan anlatılmaktadır.
Evliya Çelebi belki de ilgi çekmek için kullanılmış abartılı bir üslupla eserini kaleme almıştır. Günümüzün edebiyatçı yazarlarından İskender Pala da onun bu üslubuyla ilgili şunları söylemiştir: “Evliya Çelebi’nin üslubunda bir mübalağa sanatı vardır, ancak o bunu asla hakikatleri çarpıtma yahut değiştirme sınırına vardırmaz. Çelebi’nin mübalağalı satırları ya okuyucunun ilgisini çekmek için söylenmiş sözler yahut da Çelebi’nin başkalarından duyduğu nüktelerden ibarettir. Bu yüzden mübalağalı cümleleri genellikle ‘…derler, …diye anlatırlar, …duydum’ gibi hükümlerle son bulur.”
Evliya Çelebi için şu özelliklerini sıralamak doğru olacaktır;
Bir Ressamdır:
Evliya Çelebi el sanatlarından daha çok dilsel yetenekleriyle ilgi çeker. Ancak, çizimlerinin iyi olduğu da yadsınamaz. Çizim ve resme yatkınlığı Abdal Han hazinesi kataloğunda görülür. Özellikle Avrupa işi gravürlere, oymalara ve İran minyatürlerine hayrandır.
Bir Haritacıdır:
Evliya Çelebi, Nil Nehri boyunca gerçekleştirdiği yolculuğundaki gözlemlerini altı metre uzunluğunda, bir metre genişliğindeki bir haritayla kalıcı kılmıştı. Haritanın tek nüshası bugün Vatikan Kütüphanesi’nde bulunmaktadır.
Bir Dilbilimcidir:
Eğitimini dilbilim üzerine odaklamamış olmasına rağmen Evliya, hem dili kullanmadaki yetkinliği hem de Türkçe ve yaklaşık değişik 30 dil ile ilgili aktardığı bilgilere bakınca amatör bir dilbilimci olarak da değerlendirilmektedir.
Bir Zanaatkâr ve Mimardır:
Babasının zanaatkâr olmasının Evliya’nın el sanatlarına ve zanaatkârlara ilgi duymasını güçlendirdiği ve estetik yönünü geliştirdiği görüşü hâkimdir. Seyahatname’de değinilen tarihî eserlerin tasvirindeki güçlü betimlemeler ve kullandığı terminoloji uzmanlara göre onun nitelikli bir mimarî bilgiye sahip olduğunu göstermektedir.
Bir Savaşçıdır:
Senelerce at üzerinde seyâhat eden, cirit oynayan, iyi silâh kullanan Evliya Çelebi’nin, çevik ve sıhhatli bir yapıya sahip ve birçok savaşa etkin biçimde katılmış bir savaşçı olduğu kabul edilmektedir.
Bir Gurmedir:
Gittiği yerlerin mutfak kültürüyle ilgili ayrıntılı bilgiler veren Çelebi, ağzının tadını bilen biridir. Bazı yemekleri “övülmeye değer” nitelemesiyle vurgulayarak hem katıldığı ziyafetlerde yediği hem de şöyle bir gördüğü birçok yemeğe eserinde yer vermiştir.
Ölümsüzlük suyunu arayanların serüveni en eski efsanelerde geçer. Hazreti Hızır'ın bu sudan içtiği söylenir. Abı hayat nedir, nerededir...Evliya Çelebi'ye bakarsanız,“âb-ı hayatAnadolu'dadır. Büyük İskender, bu suyu bulduğu yere cennet suyu manasına Çabakçur demiş ve buraya bir kale inşa ettirmiştir. Bir avcı, vurduğu kekliğin bu suya düşünce canlandığını görür; ama sırrı ifşa edince, su bin parçaya bölünmüştür. İşte Bingöl de böyle oluşmuştur” diyerek anlatır Evliya Çelebi.
Yorum Yazın
E-posta hesabınız sitede yayımlanmayacaktır. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişdir.