BİR TÜRK İSLAM ÂLİMİ: HOCA AHMET YESEVİ ve DİNAN-I HİKMET’i
22 Ocak 2021, Cuma 09:24Türklerin İslamiyet’i kabulü tarihin önemli hadiselerinden biridir. Bir toplumun akşamdan sabaha, birdenbire topyekûn dinini değiştirmesi mümkün değildir. Türklerin İslamiyet’i benimsemesinde tasavvuf inanışının rolü büyüktür.
SûfilerHorasan üzerinden Türkistan’a girdiler. Türkler kendilerine ilâhîler, şiirler okuyan, Allah rızâsı için iyilikte bulunan, cennet ve saadet yollarını gösteren, sırları yoklayan bu hayırsever dervişleri, eskiden dinî bir kutsiyet verdikleri ozanlara, kamlara benzeterek hararetle kabul etmişler, onların dediklerini benimsemişlerdir. Bu suretle eski ozanların yerine Ata veya Baba unvanlı bir takım dervişler kaim olmuştur. Ozanlar pîri meşhur Korkut Ata, Çoban Ata, hem Şamanlara hem de velilere benzeyen taraflarıyla bunlardan kalmış birer hatırayı yaşatmaktadırlar. Türklerin keramet sahibi, her derde deva bulan, gaipten haber veren kamları yerine İslâm şeyhleri ve evliyası geçmiş oldu. Böylece sessiz bir kaynaşma gerçekleşti ve bu ihtidalarda ciddi bir zorluk hissedilmedi. Türklerin kendi alpleri/kahramanları da alp-eren şekli ile kutsiyet kazanmış ve İslâm’ın cihat mefhumu Türk gazilerin şahsında hayat bulmuştur.
Türkler arasında İslâm’ın geniş kitleler halinde kabul edilmesi hadisesinde Ahmet Yesevî’nin rolü büyüktür. Ondan önce de başka sûfilerin varlığı muhakkaktır. Ama Ahmet Yesevî’nin yeri başkadır. Diğer bir ifadeyle AhmedYesevî, İslâm ve Türk tarihi boyunca yaşamış binlerce sûfiden herhangi biri değildir. O yalnız Türk sûfîliğinin değil, bir bakıma Türk halk Müslümanlığı’nın da adı bilinen ilk öncüsüdür.
Ahmet Yesevi, Orta Asya Türklerinin dini-tasavvufi hayatında geniş tesirler icra etmiştir. Yesevi’nin şöhreti sadece Türkistan’a münhasır kalmamış, Türklerin yaşadığı çok geniş sahalara yayılmıştır. Ahmet Yesevi “hacegan” silsilesine (Sayram’da İmam Muhammed b. Ali neslinden gelenlere “hace” denildiği gibi, onlara bağlı olanlara da aynı isim veriliyordu) mensup olduğu için ona Hace (Hoca) Ahmet Yesevi de denilir.
“Bir vakit namaz kılmayanın domuzdan farkı olmayacağı”nı söyleyecek kadar Kur’an ve Sünnete bağlı olan Ahmet Yesevi, halka hitaben basit bir Türkçe ile dile getirdiği hikmetleri ile güçlü bir saltanat kurmuştur.
Yaşar Nuri Öztürk’ün “Tasavvufun Ruhu ve Tarikatler” adlı eserinde bildirdiğine göre; Ahmet Yesevi, büyük mutasavvıf Yusuf Hemedani’nin ilim ve irfanından feyizlenerek yetişti. Hemeda-ni’nin mürşidi ve feyiz kaynağı ise, aynı zamanda Gazali’nin mürşidi olan Ebu Ali Farmadi’dir. Farmadi ise ünlü Risale yazarı Kuşayri’nin şakirdidir. Bütün bunlar Yeseviliğin temel fikir ve ruh kaynaklarının Gazali’nin eserinde kristalleşen Sünni tefekkür olduğunu bize göstermektedir.
Ahmet Yesevi, daha çocukluğundan beri Hz. Peygamber’in (s.a.v) hiçbir sünnetine bağlılıktan geri kalmamıştır. Ahmet Yesevi’nin, şiirlerinin toplandığı “Divan-ı Hikmet”inde bir çilehaneden bahsedilir. Ahmet Yesevi, Hz. Peygamber’in sünnetine öylesine bağlıdır ki, altmış üç yaşına gelir gelmez—Hz. Peygamber (s.a.v.) altmış üç yaşında vefat ettikleri için—tekkenin bir tarafında mezara benzeyen bir çilehane yaptırır ve altmış üç yaşında buraya girerek ölümü burada karşılar. Divan-ı Hikmette: “Bir yaşında ruhlar bana hisse verdi/İki yaşta peygamberler gelip gördü/Üç yaşımda kırklar gelip halimi sordu/O sebepten altmış üçte girdim yere” gibi dörtlüklerle anlatılan bu hadise, Ahmet Yesevi’nin sünnete bağlılık derecesini gösteren örneklerden biridir.
Ahmet Yesevi, kendini aşan, bütün bir dünya için, bütün bir dünyanın güzel geleceği için kendini feda eden Hak yolcusudur. O, bir insanda bütün insanlığı kucaklamıştır.
Kulu görsem, kulu olup hizmet eylesem , Toprak gibi yol üstünde yolu olsam ,Aşıkların yanıp uçuşan külü olsam , Hem dem olup yer altına girdim ben işte(Divan-ı Hikmet, 27).
Filozof Paliard diyor ki ; “Zenginliğin ve şöhretin aşıkları vardır, ilmin aşıkları, güzelliğin aşıkları vardır, bir de aşkın aşıkları vardır...(Topçu , N, İrade Hürriyeti. s. 27)
Bize göre Ahmet Yesevi, aşkın aşığı yani ilahi aşkla kutsallık kazanmıştır:
Muhabbetin bahçesinde bülbül gibi O vakit de Allah`ımın cemalini , Mana gözü ile göresim gelir .(Divan- Hikmet, 50)
Hoca Ahmet Yesevi; Türk milletinin iradesini, ıstırabını aşk içinde mukaddesata götüren mana okulunun öncüsüdür ve Türk milletinin gönlünde yatan estetik, dini, ahlaki, felsefi duygu ve düşünceleri şuur altından, bilim yoluyla, akıl yoluyla ve ihlasla çıkarıp, ilahi aşka götürmenin öncülerinden olmuştur.
Türkistan bölgesinin Türk boyları, Ahmet Yesevî’nin üslûp ve damgasını taşıyan bir İslâm kültüründen beslenmişlerdir. Bu kültür, İslâm’dan önceki Türk gelenek ve yaşayış unsurlarını da kısmen içinde barındıran bir mâhiyete sâhiptir.
Yesevî’nin kabri günümüze kadar Özbekler, Kırgızlar, Kazaklar ve Taciklerce bir ziyaret makamı olarak kabul edilen ve sık sık gidilen bir yerdir. AhmedYesevî, XII. yüzyılda, Türk dilli ülkelerde pek çok örneği verilmiş bulunan ve XIII. yüzyılda Yunus Emre ile en yüksek noktaya ulaşmış olan dini-tasavvufi bir halk şiiri tarzının yayıcısı olmuştur.
Kemal Tahir’in dediği gibi, “Araplar mezhep kurucusu, Biz Türkler tarîkat kurucusuyuz. Tasavvufa göre dünyada her şeyden önce güzellik vardı. İbadet bu güzelliğe tutkunluktur. Bu sebeple Türk’ün bağlanacağı inanç, Allah korkusundan değil, Allah sevgisinden gelir. Bu tasavvuf anlayışını AhmedYesevî adına halîfeleri yaymıştır. Bunlar Anadolu’nun İslamlaşmasını, bir anlamda Türkleşmesini sağlamışlardır. Anadolu’da bu tohum öyle yeşermiştir ki, Yunus Emre gibi kocaman bir dâhi sanatçı yetiştirmiş”tir.
Yesevîliğin Anadolu’ya girişi Moğol istilası akabinde, yani 13. yüzyılın ilk çeyreği içinde olmuştur. Yesevî dervişleri, AhmedYesevî’nin vefatından sonra geçen yarım yüzyıllık bir süre içinde oluşan onunla ilgili bütün yazılı ve sözlü gelenekleri olduğu gibi buraya taşıdılar.Evliya Çelebi, Seyahatnamesi’nde 13. yüzyılda Anadolu’da yaşamış Yesevî şeyhlerinden bahseder. Kendini de AhmedYesevî’nin soyuna bağlayan Evliya Çelebî, gezdiği muhtelif memleketlerde AhmedYesevî’ye mensup sayılan birtakım velîlerin türbelerini ziyaret etmiştir. Onlar hakkında şunları yazmıştır: “Niyâz-âbâd’da türbesi ziyaretgâh olan Avşar Baba, Merzifon’da gömülü ve tekkesi bulunan Pîr Dede, Karadeniz kenarında Batova sahrasında muazzam tekkesi mevcut menkıbeleri olan Akyazılı, Filibe yolu üzerinde Adatepe’de medfun Kıdemli Baba Sultan, Bursa’da medfun Geyikli Baba, Abdal Musa, Unkapanı’nda gömülü Horos Dede hep Ahmet Yesevî halifelerindendir.”
Yesevîliği devam ettiren veya Yesevîliğin yerini alan iki tarîkat söz konusudur: Bektaşîlik ve Nakşibendîlik. Türklerce oluşturulan Bektaşîlik ve Nakşîliktarîkatlarının temel niteliklerini belirleyen Yesevîlik olmuştur. “Pîr-i Türkân”AhmedYesevî’nin tasavvuf anlayışı Sîr-Deryâ mıntıkasında (Yesi, Taşkent ve çevresinde) gösterdiği yayılma kuvvetini, Fergâna, Buhârâ, Semerkand, Hîve bölgelerinde ancak Nakşibendilik tarîkatinin genişlemesi ve yayılmasından sonra göstermiştir. Dolayısıyla bölgede Yesevî damgasının başlıca merkezleri Nakşibendî tekkeleridir.
13. yüzyılda Anadolu’ya taşınan AhmedYesevî ile ilgili geleneklere 15. yüzyıl sonlarında Bektaşîlikvâris oldu. 15. yüzyılda yayılan Rumeli fetihlerine paralel olarak BektaşîlikBalkanlar’a geçti ve onun aracılığıyla da AhmedYesevî gelenekleri buralarda tanınma imkânına kavuştu.
Diğer yandan yine 15. yüzyılda Nakşibendîlik’in Anadolu’ya, daha doğrusu Osmanlı İmparatorluğu sınırları içine girmesiyle birlikte, bu defa Nakşibendîliğin yapısına uygun bir biçimde iyice sünnîleşmiş bir AhmedYesevî imajı birincisine paralel bir şekilde gelişti. Böylece bir yanda Bektaşîliğin yapısına, diğer yanda Nakşibendîliğin karakterine uygun iki AhmedYesevî ortaya çıktı ve günümüze kadar geldi.
Cumanın feyzi ve bereketi üzerinize olsun inşallah.
“Ben, beni seven ümmetimi almadan cennete girmem.” diyen Sevgilinin (S.A.V) ümmeti olmanın hakkını verebilmek duası ile hayırlı cumalar dilerim.
Yorum Yazın
E-posta hesabınız sitede yayımlanmayacaktır. Gerekli alanlar ile işaretlenmişdir.
Yorumlar
Burak Can GÜLTEN
15-06-2021 17:26Başlık hatalı olmuş. Divan-ı Hikmet olmalıydı. Bilginize.