Borç, Köleliğin Başlangıcıdır
14 Mart 2017, Salı 07:04Hz. Ebû Bekir ve birçok sahâbe Mekke’den Hz. Peygamberin emri ile hicret edip Medîne’ye gelince Ensar onlara yardım etmek, yiyecek ve içecek getirmek, borç ve iâne vermek için yarışa girmişler, “mal ve mülkümüz sizinle ortak. İstediğiniz gibi tasarrufta bulunun” demişler ama onlardan başta Hz. Ebû Bekir olmak üzere birçok kimse, bunlara iltifat etmeyip; “Malınız ve mülkünüz size mübârek olsun, bize pazarın yolunu gösterin” demişlerdir.(1)
Müslüman’ın şiarı budur, bu olmalıdır. Nitekim Efendimiz s.a.v; “kişinin yediği en helâl rızık, elinin emeği olandır”(2) buyurur.
Meşhur Victor Hügo: “Borç köleliğin başlangıcıdır” der. Balzac da “Fazlaca borçlanmak dolandırıcılığın başlangıcıdır” der.
Ebû Zer Hazretleri son derece müstağni ve muttaki yaşayan bir insandır. Kimseden bir şey istemek şöyle dursun gönderileni de almaz, yokluk içinde yaşarmış. Peygamberimizin en samimi dostlarından olduğu için onun böyle bir hayat yaşamasına gönlü râzı olmayan Halîfe Hz. Osman bir köle ile birkaç altın gönderir ve köleye der ki; “ne yap yap bu parayı Ebû Zer’e kabul ettir, eğer bunu becerirsen seni âzâd edeceğim” der.
Köle ne yaptıysa bir türlü kabul ettiremez ve neticede der ki; “Ya Eba Zer, ne olur, lütfen kabul et, eğer kabul edersen Halîfe Osman beni âzad edecek, köleliğim bitecek lütfen…” diye ısrar edince Ebû Zer şöyle der: “olabilir, kabul edersem senin köleliğin bitecek ama benim köleliğim başlayacak olmaz” der.(3)
Eskiden borç veren biz, borç alan Haçlılar imiş ama şimdi tersine dönmüş, borç alır hale gelmişiz. Osmanlı Kanûnî döneminde Fransa’ya,(4) İsveç’e, Rusya’ya borç vermiştir.(5) 1533 yıllarında Fransa kralı, Osmanlı sultanından yalvarırcasına borç istemiştir.(6)
Hattâ şöyle bir târihî rivâyet vardır: Rus elçisi gelmiş Osmanlıdan borç istiyor ama Divandaki (bakanlar kurulundaki) vezîrler pek verme taraftarı değil, toplantıyı kafes arkasından izlemekte olan Kanûnî müdahale etmiş ve bağırmış; “verin verin, bugün borç alan, yarın emir alır”(7)
Eskiden Osmanlıdaki halet-i ruhiye bu idi fakat son zamanlardaki düştüğümüz zillet ve sefâleti de ileriki günlerde anlatmaya çalışacağım.
Osmanlı târihi boyunca 192 savaşa girmiş, 155 kesin zafer kazanmış, ekserisi son dönemlerde olmak üzere, 26 yenilgi almış ve 11 savaşta da berabere kalmıştır, yani kimin gâlip, kimin mağlup olduğu belli olmamıştır. Haçlı âlemi Osmanlıyı erkekçe, mertçe savaş meydanlarında yenemeyeceklerini târihî tecrübeleri ile test ettiler. Fakat gayelerine ulaşabilmek, dünyayı keyiflerince sömürüp hortumlayabilmek için illa ki, Osmanlının bertaraf edilmesi gerekiyor. Bunun için son zamanlarda tektik ve metot değiştirdiler. Bu hususta da en büyük ve etkili delilleri, rehberleri papa ve papazlar oldu.
2 Şubat 1821 yılında Mora İsyanını çıkartan ve binlerce insanın ölmesine sebep olan Papaz Grigorios'un, Osmanlıyı yıkabilmenin yol ve yöntemlerini belirleyen, Rus Çarı ve diğer Avrupalı idârecilere gönderdiği tavsiye mektubunu okuyucularıma arz ediyorum:
“Türkleri maddeten ezmek ve yıkmak mümkün değildir. Çünkü Türkler çok sabırlı ve mukavemetli insanlardır. Gâyet mağrur ve izzet-i nefis sâhibidirler. Bu hasletleri de dinlerine bağlılıklarından, an'anelerinin kuvvetinden, pâdişahlarına, kumandanlarına ve büyüklerine olan itaat duygularından ileri gelmektedir. Türkler zekidirler ve kendilerini müspet yolda sevk ve idâre edecek liderlere sahip oldukları müddetçe de, çok çalışkandırlar. Onların bütün meziyetleri, hattâ kahramanlık duyguları da an'anelerine ve ahlâklarına olan bağlılıklarından ileri gelmektedir.
Türklerde evvela itaat duygusunu kırmak, mânevî râbıtalarını kesmek, dinî metânetlerini zaafa uğratmak gerekir. Bunun da en kısa yolu, an'anat-ı milliye ve mâneviyelerine (Millî ve mânevî anlayışlarına) uymayan hârici fikirler ve hareketlere onları alıştırmaktır. Türkler hâricî yardımı reddederler. Haysiyet hisleri buna manidir. Fakat onlara sezdirmeden bunu yapmak şarttır. Mâneviyatları sarsıldığı gün Türkleri, kendilerinden şeklen çok kuvvetli, kalabalık ve zâhiren hâkim kuvvetler önünde zafere götüren asıl kuvvetleri sarsılacak ve maddî üstünlükle onları yıkmak mümkün olacaktır.
Osmanlı devletini dünya siyasî hayatından tasfiye için, onlara bir şey hissettirmeden bünyelerindeki bu tahribatı tamamlamak gerekir.” (8)
Dipnotlar:
1- Osman Nûri Topbaş, “Vakıf İnfak Hizmet”, Erkam Yay. İstanbul 2002. s, 217.
2- Buhârî, Büyu 15.
3- İbrahim Refik, “Hikmetler Kitabı-3”, Albatros yay. İst. 2005. s. 26.
4- Yılmaz Öztuna, “Büyük Türkiye Târihi”, Ötüken Yay. 1977, c. 4, s. 4, 36, 53.
5- Ersal Yavi, a. g. e. s. 34.
6- Halil İnalcık, “Osmanlılar”, Timaş Yay. İst. 2010, s. 33.
7- Târih ve Medeniyet Dergisi, sayı 6, s. 28.
8- Târih Konuşuyor Dergisi, c.1, s.1; Ahmed Uçar, Târih ve Düşünce Dergisi, Aralık-Ocak-Şubat 2005, s. 19.
Yorum Yazın
E-posta hesabınız sitede yayımlanmayacaktır. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişdir.