Bu bir İtiraftır: Ben ve Asperger
04 Nisan 2023, Salı 00:01Bu yazıyı kaleme aldığımda kırklı yaşlara merdiven dayamış bir yetişkinim. Yazıyı yazma nedenim artık Aspergerli olduğumu kendime söyleyebilecek kadar cesur olmam. Evet, gençliğimde ve erken olgunluk dönemlerinde birçok kez diğer insanlardan farklı olduğumu farkettiğim zamanlar oluyordu. Ancak bu farklılığa bir sınıflandırma ya da bir teşhis getiremiyordum. Sadece farklı olduğum için farklı olduğumu düşünüyordum. Yaşım ilerledikçe Asperger diye bir otizm türü ile tanıştım. Hemen otistik bireylerin hayatını anlatan filmler izledim. İzlediğim karakterlerde kendimden çok şey bulsam da farklılardı. Ben otizmli değildim. Bu başka birşeydi.
Çocuk yaşlardayken, gözlük takan akranlarıma biraz özenmiş olacağım ki, anneme gözüm bozuk diye uyduruvermişim ve annem beni göz doktoruna götürmüş. Göz doktoru mercekleri olmayan gözlükle iyi gördüğümü anlayınca, anneme bu çocuğun gözü sağlam, canı gözlük istiyor demişti. Acaba yine benzer bir durum mu söz konusu idi? Acaba ben, bugüne kadar başımdan geçen zaman zaman tuhaf olaylara bir kılıf mı arıyordum? Peki ya gerçekten Aspergerli isem? İşte bu ihtimalin üzerine gitmeyi seçtim.
ASPERGER SENDROMU NEDİR?
Öncelikle Asperger Sendromunun ne olduğunu düzgün tarif etmemiz gerekiyor. Asperger Sendromu bir sendrom değil. İsminin sendrom kelimesi ile zikredilmesi demode bir tarif. 1944 yılında bu kişilik türünü tanımlayan Hans Asperger, onu bir sendrom olarak, otizmin bir alt türü olarak ele almış. Ancak psikoloji biliminin gelişimi ile sendromun teşhisi de tarifi de sonradan ismi de değişmiş. Günümüzde Hastalıkların ve İlgili Sağlık Sorunlarının Uluslararası İstatistiksel Sınıflaması isimli belgede bir bozukluk olarak tarif edilmiş. Konuya girmeden önce bu bozukluk tanımına dikkat çekmek gerektiğini düşünüyorum. Örneğin ayağınızın boyutu diğer insanlardan büyük olabilir. Bu durumda hızlı koşamazsınız, iyi futbol oynayamazsınız vs… Ama bu sizi iyi bir yüzücü yapabilir. Dolayısı ile ayağı büyük olma durumu bir bozukluk değil, bir farklılıktır. Eğer ayağınızın büyük olduğunu biliyorsanız, iyi bir koşucu olamayacağınızı bilirsiniz. Ancak eğer bunu bilmiyorsanız ve ölçe şansınız yoksa işte başınızın bu durumda belaya girmesi çok muhtemel.
Asperger sendromunun ne gibi durumlar ihtiva ettiği günümüzde psikologlar arasında bile halen tartışmalı bir konu. Klasik otizmden farklılığı ya da benzeştiği durumlar psikologtan psikoloğa göre değişiyor. Bu yüzden bu konuya girmeden çocukluğumdan itibaren başımdan geçen durumlardan bahsetmek istiyorum.
Asperger sendromunun dünya nüfusunda görülme sıklığı binde dörtmüş. Yani bu bir milyon kişinin yaşadığı Lizbon şehrinde 4000 kişinin Aspergerli olabileceğini gösteriyor. Çocuk ve yaşlı olanlar derken kendi yaş diliminde kendine benzeyen insan sayısının epeyce düşük olduğunu gösteriyor. Ama yok değiller. Ve genelde böyle insanları ilk görüşte tanıyabildiğimi düşünüyorum.
ÇOCUKLUK DÖNEMİM
Ben çocukken, genelde çirkin yazılı bir çocuk olarak bilinirdim. Kalemi hatalı tuttuğumu söylerler. Yazı yazdığımı gören kişi ilk başta sen solak mısın diye sorar, sonra da sağlaksın peki niye böyle yazıyorsun diye sorardı. Derslerimde vasat bir öğrenci sayılırdım. Evde ders çalışmayı hiç mi hiç sevmezdim. Ancak dersi dinleyerek öğrenirdim ve kabul edilebilir notlar alırdım. Hiç Teşekkür Belgesi aldığımı bile hatırlamıyorum. Sürekli Takdir Belgesi almıştım. Ancak okulda şöyle durumlarla çokça karşılaşıyordum. Hocanın verdiği ödevi anlayamazdım. Bizden istenenin ne olduğunu anlayamazdım. Ödevi yanlış yapıp getirirdim. Ve genellikle de bizden istenenden çok daha müşkül, zorlu bir şey yapıp getirirdim. Sınavlarda soruyu anlamakta zorlanırdım. Sorunun cevabını bilirdim. Ancak bu kadar kolay olamaz, bunda başka bir iş var diyerek genellikle cevabı yanlış yapardım.
Çocukluğuma dair çok fazla detay hatırlamıyorum, ancak genelde ödevlerde bu şekilde yanlış yapma durumları olduğu için ödev kontrollerinden korktuğumu hatırlıyorum. Ancak lise yıllığımda arkadaşlarımın hakkımda yazdıklarını okuduğumda asperger durumunu destekleyici net anahtar kelimeler bulduğumu fark ettim. Beni en iyi tanıyan ve birlikte dört sene geçirdiğimiz bazı arkadaşlarımın benimle ilgili yorumları şöyle olmuş;
–Sınıfta her ne kadar boş konuşmaların olsa da bu bizim hoşumuza gidiyor. İyi edebiyat parçalıyorsun.
-Çok açık sözlüdür, ama bu açık sözlülük ona pek yaramıyor, Aklından ne geçiyorsa orta yere döküverir.
-İbo’ya en olmadık zamanda en olmadık teklifi yap, kesin kabul eder. (Genellikle bu fikirler de onun
başının altından çıkar zaten)…Ayrıca ibo garip sualler üretmekte bir numaradır. Hiç boş bırakmaya gelmez. Hemen üç beş tane sual saydırıverir. Afallar kalırsın.
-Hiç kimsenin farkına varmadığı görmek için çaba sarfetmediği olayların ince noktaları ilgini çeker.
-Sendeki tezatları farkettim. Yazının aşırı çirkin olmasına rağmen harika resimler ve karikatürler çıkarman, benden iyi kompozisyon yazıp sayısalcı olman kırk yıl düşünsem aklıma gelmezdi. Türünce diyeceğim o hiç kimsenin bakmadığı o çok farklı açılarla olaylara yaklaşımın…
En belirginlerini seçtiğim bu alıntılarda Asperger sendromunun bazı yönlerine açık göndermeler var.
BELİRLİ ŞEYLERE AŞIRI İLGİ – BAZI ŞEYLERE KARŞI İLGİSİZLİK
Bunlardan birisi Aspergerlilerin sıradan şeylere karşı beklenenin altında ilgi düzeyi yaşamalarına karşın bazı şeylere karşı beklenenin çok üstünde ilgi göstermeleridir. Örneğin el işi dersinde bir makrome örneği hatırlıyorum. Makromeye o kadar çok kendimi kaptırmıştım ki, kendi işimi bitirip, sıkılıp yakın arkadaşlarımın işlerini de ben örmüştüm. Age of Empires oyununda yaşıtlarım arasında kimseye yenilmemiş olduğumu, hatta bu oyunda çok başarılı olduğunu öne sürerek 7 ye karşı 1 bahse giren bir dershane hocasını bir arkadaşımın yerine geçerek yenmiş olduğumu hatırlıyorum. Yine müzik derslerinde çok başarılı olduğumu ve notalara bakmadan her şarkıyı flütle taklit edebildiğimi, aynı şekilde çok iyi ıslık çalabildiğimi ve ıslıkta şarkıları gerçek notalarına çok yakın şekilde taklit edebildiğimi hatırlıyorum. Bunların yanı sıra örneğin herkesin ilgisini çeken futbola karşı aşırı ilgisizdim. Liseden sonra takım bile tutmadım. Buna karşın örneğin daha lisede kendi kendime ayın evrelerinin nasıl olduğunu, hangi gün hangi saatte ayı nerde görebileceğimi önceden bilecek kadar gökyüzünü takip ettiğimi hatırlıyorum.
EMPATİ ZORLUĞU
Diğer taraftan birkaç kişi iğneleyici derecede açık sözlü olduğumdan bahsetmiş. Aspergerlilerin en tipik özelliklerinden birisi empati eksikliğidir. Bariz bir örnek vermek gerekirse, bir ortamda sevilmeyen kişi isem bunu genelde oldukça geç fark ederim. Ve artık kavga çıkacak bir düzeye gelmiştir. İnsanların yüz hatlarından ya da tavırlarından hoşnutsuz olduklarını kırılma noktasına gelinceye kadar anlayamam. Bu durumun yüzlerce örneği olsa da temel olarak iş hayatında büyük bir sorun yarattığından ve zamanla toplum fobisine dönüştüğünden bahsedebilirim. Benzer bir örnek vermek gerekirse bir keresinde hocamız yazılı kağıtlarını dağıttıktan sonra sınav başlayana kadar soruları açmamamız gerektiğini söylemişti. Ben de kağıdın yalnızca üst kısmını katlayarak ismimi yazıp, geri kapatmıştım. Durumu gören hoca beni herkesin içinde tokatlamıştı. Bense kurallara aykırı davranmadığımı, kâğıdı çevirmediğimi söylemiştim. Adamın psikopatlığı bir tarafa ben gerçekten, bunu herkesin yapacağını düşünerek yapmıştım. Benden başka kimsenin aklına böyle bir şey yapmanın gelmediğini hiç düşünmemiştim.
KARŞI TARAFI SIKAN MONOLOGLAR
Başka bir arkadaşım boş konuşmalarım olduğumdan bahsetmiş. Bu benim asperger hipotezine iten en belirgin özelliklerden birisi. Çünkü ben insanlarla konuşurken genellikle monolog şeklinde konu ilerliyor. Karşı taraf bazen bundan hoşlanır ve keyifle dinler ancak karşı tarafta da konuşmak isteyen birisi varsa genelde onu dinlemekte başarılı olamam. Anlattıklarının çok az bir kısmını anlarım. Aspergerin tanımında genellikle karşı tarafı sıkan monologlar halinde konuştukları yazmaktadır. Lisede bir arkadaşımın benimle ilgili, İbrahim konuşmuyor, İbrahim aktarıyor dediğini net şekilde hatırlıyorum. Yine lisede bir kıza aşık olduğumu ama onun dışında başka hiçbir kızla ilgilenmediğimi hatırlıyorum. Zaman içerisinde başka kızlarla ilgilenmeyi denesem de başaramayıp bırakmıştım.
BULMACA-LEGO-PUZZLE
Gerek çocukluk gerekse yetişkinlik dönemimde baskın olan bir yanımın bulmaca ve puzzle çözmek olduğunu söyleyebilirim. Herşeyden önce aşırı vakit alan şeylerden çok hoşlanıyorum. Yani sıradan bir insanın birkaç saat içinde sıkılabileceği bir aktivite bana sıkıcı gelmiyor. Örneğin belki de bu yüzden yılmayarak rubik küp ismi verilen küple saatlerce oynayarak nasıl çözüldüğünü öğrendim. Hatta üşenmeden nasıl çözüldüğünü anlatan bir internet makalesi yazdım. Örneğin karman çorman olan bir çekmeyeceği ya da kileri ya da alet çantasını dizmeye ve düzenlemeye bayılırım. Herşeyi dışarıya çıkarıp baştan dizerim. Orada bulunan tüm aletlerin nerede durduğunu öğrenmeden oradaki hiçbir aleti kullanamayacağım hissine kapılırım. Örneğin bir vida kutusundaki tüm vidaları boylarına göre itina ile dizerim. Kesinlikle yanlış boydaki vidanın yanlış göze koyulmasına tahammül edemem. Sürekli dizici ve düzenleyici bir dürtü vardır içimde. Bana göre sözlükçülüğüm de bu dürtüden geliyor. Sözlük de kelimeleri dizme işidir.
Olaylara karşı genel yaklaşımım genellikle tümden gelim olmuştur. Tüme varım yapmakta çok zorlanırım. Bu da genellikle olayların detaylarında çok fazla boğulmama yol açar. Örnek vermek gerekirse bir filmi anlamak için ondaki bütün detayları incelemem gerekebilir. Ondan sonra film hakkında tam bir bilgi sahibi olduğumu düşünürüm. Filmi, müzikleri, dekoru, kostümü, senaryosu, tamamen teferruatlı incelemeden yeterince anlayamadığımı düşünürüm.
YETİŞKİNLİK DÖNEMİ
Çocukluk olaylarından hatırladığım olaylar aşağı yukarı böyle, yetişkinlik dönemine gelecek olursam, dikkat çekmem gereken konular farklılaşıyor. Bunlardan ilki dört sene mimarlık eğitimi alıp, çok da başarılı bir mimar olmama rağmen bazı yönlerimin mimarlığımın önüne geçebilmiş olmasıdır. Örneğin eğitimini almadan bir usturlabın nasıl çalıştığını anlayıp kendi usturlabımı yapmış olmam, yazılımcı olmamama rağmen Türkçe fiilleri çeken bir yazılım yazmış olmam, seyahat ettiğim yerlere karşı çok hızlı adapte olmam,harita kullanarak ya da kullanmadan çok kolay yönümü bulmam, Portekizce alanında eğitim almamış birisinden beklenenin çok üstünde bir yere gelmiş olmam sıralanabilir. Bunların hepsini tek tek ele alacak kadar uzun bir yazı yazmak istemiyorum ama bu Portekizce konusu ele alınmaya değer bir örnektir. Ona geçmeden önce bahsetmek istediğim bazı şeyler daha var.
FARK ETME VE KENDİNİ KAPTIRMA
Misafir olduğum bir evde koridorda bulunan elektrik düğmeleri dikkatimi çekmişti. Koridora girerken ışığı yakıyorsunuz, koridorun sonunda başka bir düğme var ama çalışmıyor. Dolayısı ile ışık açık kalıyor. Söndürmeye giderseniz de karanlık bir koridordan geçerek salona ulaşıyorsunuz. Bu evde 20 senedir yaşayan insanların bu sorunu fark etmediklerini anlamıştım. Bu sorunun nasıl çözüleceğini anlayarak vavien şemaları öğrenmiştim. Ve kendimi tutamayıp misafir olduğum bu evde elektrikçiliğe giriştiğimi ve bu koridordaki vavien bağlantıyı doğru şekilde yapmayı başardığımı hatırlıyorum. Artık koridorun başından yakılan ışık koridorun sonunda söndürülebilir hale gelmişti. Yine benzer bir şekilde misafir olduğum başka bir evde bulaşık makinesi olmaması nedeniyle yaşlı bir kadının sürekli bulaşıkları elle yıkamak zorunda kalması konusunu düşünmüştüm. Tesisat bağlantısının uygun olmaması nedeniyle evde bulaşık makinesi olmadığını öğrendiğimde ikna olmamış ve gerekli parçaları alarak oraya bulaşık makinesini bağlayabileceğimi iddia etmiştim. Bu iddia sonucunda insanlar ikna olmayınca o parçaları gidip bir yapı markette aramıştım. Ararken yapı markette çalışan insanlar bile ne yapmaya çalıştığımı anlayamıyor ve hala makinenin bu şekilde monte edilemeyeceğini savunuyorlardı. Gerekli parçaları kendi imkanlarımla bulup satın almış, sonra da bulaşık makinesi alıp oraya montajını yapmıştım.
Buna benzer çok inşaata girişme işi hatırlıyorum. Sanırım 3 kere yapı marketten hazır mutfak satın alıp montajını kendim yapmak zorunda kaldım. Ama benden başka kimsenin o mutfakları satın alarak kendi kendilerine monte etmediğini biliyorum. Genellikle bir iş aklıma gelince ve onun etkisi altına girince yaptığım diğer işleri unutuyorum. O sorunu çözene kadar diğer sorunları erteliyorum.
DİL VE ASPERGER İLİŞKİSİ
Erasmusa gittiğim senelerde Portekizce öğrenmeye başlamıştım. Portekizce konuşmaya aşağı yukarı 2010 yılında başladığımı düşünürsek, 2015 yılında Türkiye’deki en kapsamlı Portekizce Dilbilgisi Kitabını yayınlamıştım. Portekizceyle olan ilişkim tam bir asperger durumudur. Yani bir şeye karşı duyulan orantısız bir ilgidir. Çünkü ben Portekizceyi nerde bırakmam gerektiğini hiçbir zaman kestiremedim. Bu dili bazı açılardan Portekizlilerden bile fazla öğrendiğimi fark ettiğimde artık çok geçti. 2021 senesine geldiğimizde Portekiz Edebiyatının en önemli eseri kabul edilen Lusitanyalılar eserinin çevirisini yaptığımda çok garip durumlar ortaya çıktı. Bunlardan ilki, bu eserin benim ilk Portekizce çevirim olmasıydı. Çünkü böyle bir eser insanın ilk değil son çeviri olmalıdır. Diğer bir gariplik ise 1200 dipnotu bulunan bu eserin çevirisini yaklaşık 6-8 ay gibi bir sürede bitirmiş olmamdır. Bu işi bitirdikten sonra diğer dillere çeviren insanlarla tanışmaya başladım. Ve örneğin eserin çince çevirisinin 5 sene sürdüğünü fark ettim. Portekizce konuşurken sürekli kelimeleri adeta bir takım yıldız gibi düşünürdüm. Onları birbiri ile ilişkilendirir ve gruplardım. Örneğim via,viar,desviar,desvio kelimelerinin tamamını takım olarak ezberlerdim. Ancak burada Türkçede bulunmayan, ön ek, ve geriye türetme bulunmaktadır. Normalde Türkçeden Portekizce öğrenen birisi olarak bu ilişkileri ilk dönemlerden itibaren kuramıyor olmam gerekirdi. Portekizce ile kurduğumu bu takıntılı ilişki beni Portekizce Türkçe sözlük yazma denemesine kadar götürmüştü. Bu durumda bile yine bir asperger durumu ile yazacağım sözlüğün detay düzeyini doğru kuramadığım için üç senelik bir yoğun uğraşla sözlüğümün sadece 15.000 kelimelik bir kısmını yazabilmiştim. Bu aşamaya geldikten sonra, hazırladığım sözlüğün detay düzeyinde, Türkçe’de sadece bir Fransızca-Türkçe sözlük olduğunu fark ettim. Ve bu sözlüğü yaklaşık 20 kişilik bir heyet yazmıştı. Ama ben başlarken sanki Türkiye’de bütün dillerde bu düzeyde sözlük zaten var, Portekizcesi eksik sanmıştım. İşin tuhafı, bu sözlüğü nasıl yazmam gerektiği ile ilgili de bir eğitim almadım. Sanki kırk yıllık sözlükçüymüş gibi açtım bilgisayarı ve yazmaya başladım. Yaklaşık 6 ay boyunca bir kelime bile girmemiştim. Çünkü bu sürede sözlüğü nasıl yazacağımın şablonunu yazdım. Sonrasında geri kalan sürede kelimeleri girmeye başlamıştım. Portekizce bahsi bitmez, ama bana göre bu kişilik türünün dil ile, kelime bilgisi ile ve çeviri bilimi ile ilişkilerinin çok derin incelenmesi gerektiğini göstermektedir.
SOSYAL HAYAT
Sosyal hayatımdan biraz bahsetmek istiyorum. Genellikle yalnız yaşayan birisiyim. Ancak bu yalnızlığa kendi kendime itildim. Yalnızlıktan çok hoşlanan birisi değildim. Ancak toplum tecrübesi beni yalnızlaştırdı. Ve artık yalnız yaşamayı öğrendiğimde artık hayatıma kendi isteğimle başkalarını almak istemedim. İnsanlarla ilişkimi daha çok insan daha çok problem şeklinde özetleyebilirim. Gerçekten anlaşabildiğim bir insanla karşılaşırsam da sanki kırk yıllık arkadaşmış gibi onunla irtibat kurmaya devam ederim. Benim için çok uzunca bir süredir örneğin sekiz kişilik bir arkadaş grubunun muhabbet ettiği bir ortama girmek son dere ürkütücü bir deneyim olarak görünmektedir. Bunun geçmişimde bazı örneklerini hatırlıyorum. Bir keresinde eski kayın pederim beni arkadaşları ile yaptıkları mangal partisine davet etmişti ve oraya zorlanarak götürüldüğüm için yaşadığım aşırı stres ve panik sonrasında bir “ya saldır ya kaç” durumuna düşmüş ve eski kayın pederimin patronuna kafa atmıştım. Evli olduğum zamanlarda da böyle ailevi çoklu ortamlarda bulunmayı hiç sevmezdim. Bu yüzden kendi etrafımda da çok kalabalık insan grupları yoktu, eşimin de sürekli başkaları ile görüşmesinden çok hoşnut olmazdım. Boşandıktan sonraki dönemlerde sevgililerimin benimle birebirde görüşmesini, onların arkadaşları ya da akrabaları ile tanışmak istemediğimi söylerdim. Eğer böyle bir tanışma ortamı kurgulanacak olsa ne yapar ne eder o buluşmayı iptal ettirirdim. İş yerinde düzenlenen iş dışı buluşmalar benim için tahammül edilemez ortamlardı. Gençlerin sosyalleşmek için Cuma Cumartesileri dışarı çıkıp birşeyler içmeleri ve boş boş konuları saatlerce konuşmaları bana çok garip gelirdi. Bir kafeye, bara gitmek hayatımda hiç yer vermediğim bir şey oldu. Bunun yerine arkadaşlarımla yeni bir yerler gezmeyi ve öğrenmeyi veyahut bir konsere gitmeyi daha tutarlı bir sosyalleşme aracı olarak gördüm. 8 sene süren bir evlilik yaşadım ve boşanma ile sonuçlandı. Aslında boşanma değil terkedilme ve bir kaçış, hatta çocuk kaçırma. Bu yazıyı yazmamın amacı özel hayatımdaki eski defterleri açmak veya kişileri yargılamak değil, ama aspergerin aile hayatı ile ilgilisini anlamaya çalışıyorum.
Bana göre bizim boşanma nedenimiz birçoklarının tahmin ettiği gibi kültür farklılığı değildi. Benim eski eşimle hiçbir kültürel farklılığım yoktu ki. Ya da başka bir soru, günümüzde Diyarbakır’da doğmuş birisi ile İzmir’de doğmuş büyümüş birisi arasında hiç mi kültürel farklılık olmaz. Bana göre evliliğimizin başarısız sonuçlanmasının tek nedeni eşimin bendeki bu farklılıkları okuyamamış olması ve ona karşı kasti olarak ilgisiz bulunduğumu sanmasıydı. Ben evime, aileme karşı ilgisiz bir baba veya koca değildim ama belirli alanlara karşı duyduğum aşırı ilgi eşimin kendini ilgisiz hissetmesine neden oluyordu. Örneğin hayatımda 3 sene profesyonel anlamda ebru sanatı ile ilgilenmiştim. Ama eşim sürekli bu ilgimi kıskanırdı. Bana sürekli Portekizce “as tuas coisas”, yani “sen ve senin ilgilerin” türünden sitemlerde bulunurdu.
İŞ HAYATI
Hayatımın bir bölümünde özel sektörde bir bölümünde ise kamuda çalıştım. Özel sektörde nispeten daha az sorun yaşadığımı söyleyebilirim. Ancak yaşadığım en temel sorun bana verilen işler üzerinde beklenenden fazla oyalanmam olduğunu söyleyebilirim. Mükemmeliyetçi kılı kırk yaran ve asla tatmim olmayan bir yapım vardır. Bu nedenle projeyi çözmüş olsam da acaba daha iyi şekilde çözebilir miyim diye daha fazla uğraşmak isterdim. Aşırı güvenilen bir personel olurdum ve diğer personellerden daha sonra işe başlamış olsam da bana her zaman daha fazla güvenilirdi.
Kamu hayatımdan kısaca bahsetmek istiyorum. 8 sene bir kamu kurumunda görev yaptım. Tabi ki aspergerli birinin tekdüzeliğin kurumsallaşmış hali olan memurlukta başarılı olmasını bekleyemezsiniz. Kamuda sürekli ne yaptığımızı ve benden ne beklendiğini anlayamama durumu yaşıyordum. Benden istenen işin küçük bir parçası iken ben işin tamamını yapıp getiriyordum. İdarecilerimi bu durumumla tedirgin etmiş olduğuma eminim. Proje üretmeye dayalı bir kurum olduğu için oldukça orijinal projeler ürettiğimi düşünüyorum. Bu sefer de ürettiğim projeler alışılmadık oldukları için kabul görmedi. Sürekli daha sıradan çalışma alanları bulmam konusunda uyarılar alıyordum. Bense bulduğum çalışma alanının zaten çok sıradan olduğunu zannediyordum. Benden başka kimsenin aklına gelmeyecek bir şey olduğunu kriz çıktıktan sonra fark ediyordum.
DURMAYAN ELLER-TEMPO
Sürekli ellerimle birşeyler yaptığımı fark ediyorum. Örneğin bir yemek siparişi verdiğimde bana verilen fatura ile origamiler yaptığımı fark ediyorum. Bir otopark fişi ile hiç farkında bile olmadan iki saat durmadan oynayabilirim. Ellerimle örneğin araba sürerken sürekli tempo tutarım. Kafamda çalan bir müziğin bateristiymişim gibi sürekli bir şeyler çalarım. Müziğe karşı derin bir ilgim vardır. Müzik dinleyerek uyuyabilirim. Ve ruh halime göre müzik seçerim. Bir şarkıyı arka arkaya sürekli dinlediğim çok olur. Bir filmi de sürekli arka arkaya izlediğim ve defalarda ayrıntılarına dikkat ettiğim çok olur. İyi bir kitap kurdu değilim. Çok iyi kitap okuyamam. Genellikle yirmi dakika içinde uyuya kalırım. Ancak bir kitabı alıp baştan yazarsam ya da örneğin çevirirsem o kitabı yazan kişiyle tartışabilecek kadar konuya hakim olabilirim. Ve genellikle izlediğim filmlere, kitaplara kendimi kaptırırım.
Sonuç:
36 yaşında, günümüzde geldiğim noktada birçok farklı psikoloğa danıştıktan ve birçok test çözdükten sonra ben de hafif de olsa bir düzey Aspergerli bir birey olduğuma ikna oldum. Bunu paylaştığım insanlardan alay vari tepkiler alıyorum. Entel hastalığı buldu kendine, ya da Celal Şengör gibi görünmeye çalışıyor gibi şeyler duydum. Şunu belirtmem gerekir ki ben bu yazıyı kendimin aspergerli olduğuna kimseyi ikna etmek için yazmadım, ancak hayatımda farklı, uyumsuz olduğum için çok acı çektim. Belki fark etmeden çevremdekilere de çok acı çektirmiş olabilirim. Bunun çokça örneği var. Bildiğim tek bir şey var ki o da bu çağdan sonra ülkemizde oldukça düşük olan asperger farkındalığının artırılması ve insanların böyle bir durumu varsa bunu çocuk yaştan itibaren keşfetmelerine katkı sağlamaktır. Bendeki olası Asperger şüphesini Türkiyede kendi ailem ve psikologlarım dahil kimse farketmedi. Ancak Portekizdeki psikoloğum bunu daha ilk buluşmada bir olasılık olduğunu söyledi ve beni bir derneğe yönlendirdi. Bu derneğe gittiğimde Portekizde Asperger konusunda müthiş bir duyarlılık ve farkındalık olduğunu öğrendim. Hatta bana şöyle söylendi
”-Siz bu yaşınıza kadar bir şekilde gelmişsiniz. Bu saatten sonra Aspergerli olduğunuzu öğrenseniz bile yapabileceğiniz çok bir şey yok. Bunu çocuk yaşta öğrenseydiniz, size ve hayatınıza vereceği hasarları azaltabilirdiniz.”
Bu yüzden lütfen çocuklarınıza karşı oldukça dikkatli ve gözlemci olun. Eğer çocuğunuzda belirli davranışsal farklılıklar görüyorsanız mutlaka profesyonel destek alın ve çocuğunuzu doğru alanlara yönlendirin. Unutmayın Asperger bir hastalık, zeka geriliği ya da zihinsel engel değil bir davranışsal farklılıktır. Ve bu farklılık çocuğunuza benim de hayatımda olduğu gibi büyük başarılar getirebilir. Önemli olan bu farklılığın ona zarar vermemesi için gerekli önlemlerin vaktinde alınmış olması.
Yorum Yazın
E-posta hesabınız sitede yayımlanmayacaktır. Gerekli alanlar ile işaretlenmişdir.
Yorumlar
Bir anne
13-06-2024 15:38Sanatçı ismi ile yorum yazan beyefendi ya da hanımefendi umarım bir gün oğlumu da sizin kadar gayretli birisi sever
Gülşen
22-03-2024 22:23Benim de çok sorum var. Keşke tanışabilseydik...
Sanatçı
05-01-2024 02:15Bu yazınız o kadar aydınlatıcı oldu ki… Biriyle tanıştım bir süre önce, gerçek anlamda çok hoşlandığım biri ama başından beri bir gariplik vardı. Başta narsist bir kişilik mi acaba diye düşündüm ama bu konuda da çok okuduğum için örtüşmeyen şeyler vardı. Öncelikle manipülatif biri değildi, oldukça doğal olduğu gibiydi, çok masum hatta saf denebilecek tatlı bir tatafı vardı. Evet çok konuşuyordu, bahsettiği konular çok ilgi çekici olsa da tekdüze bir ses tonu ile aktardığı için ve karşılıklı bir sohbete bir türlü dönüşemediği için dinlemeyi çok seven biri olarak ben bile konudan kopuyordum bir süre sonra. Bir taraftan ukala bir tarafı da vardı, sanki insanlara ve bazı olaylara üstten bakıyormuş gibi ama zamanla aslında olanın üstten bakmak değil de yine tek bir pencereden bakmak olduğu farkettim, esneklik payı azdı… bir gün sohbet sırasında psikoloğunun, kendisi için aspergerli olabileceğini söylediğinden bahsetti. Konu hakkında hiçbir fikrim yoktu, sıfır. Çok da üzerinde durmadık o sırada zaten ama tabii ki ben daha sonradan uzuuuun uzun araştırdım okudum, nasıl olurmuş neymiş bayağı bir fikrim oldu bu konu ile ilgili ve onunla ilgili tüm taşlar yerine oturdu. Gelelim aşk mevzusuna. Öncelikle başta arkadaş olarak başlayan daha sonradan da aramızda bir etkileşim olduğunu düşündüğüm bir boyutta devam eden bir ilişkimiz oldu. Çok güzel seven, aslında çok düşünceli olan, karşı tarafı kırmaktan çok korkan, farketmeden kırdıysa üzdüyse sonradan bunu kendisine dert eden birisiydi. Ama benim standart algılarımın ötesinde bir yaklaşımı var belli ki ilişkilere ve ben çok bocalıyorum. Sevgili boyutunda bir ilişkimiz yok ama benim ne yaşadığımıza ve onun hissettiklerine dair hiçbir fikrim yok. Aralıklarla konuşuyoruz, biliyorjm birşey var ama boyutu hakkında sıfır fikre sahibim. Telefonla konuşurken tekdüze ses tonundan, mesajlarındaki düzlükten hiçbirşey anlayamıyorum. Diyorum ki tamam adamın benimle alakası yok sonra bir mesaj atıyor hoş sayılabilecek veya arayabilir miyim diyor tekrar aklıma giriyor. Evet genel olarak ilgisiz biri, değer verdiğini biliyorum ama belki de bundan ibaret kendisi bilemiyorum. Bu kadar uzun uzadıya anlattıktan ve sizi sıktıktan sonra sorum şu; bir aspergerli nasıl aşık olur, nasıl sever, sevdiğinde ne yapar, nasıl belli eder? Ben son derece anlayışlı biriyimdir mantıklı açıklaması olan herşeyi anlamak için oldukça çaba harcarım. Ama anlayacağım diye de olmayan birşey varsa ortada boşa kürek de çekmek, aklımı be kalbimi meşgul etmek istemiyorum… umarım bu uzun yazıyı okumaya sabrınız olur. yorumunuzu ve cevabınızı bekliyorum…