ÇALIŞMAK İBADETTİR
04 Ağustos 2015, Salı 00:00Kendinin ve yakınlarının rızkını meşru yollardan temin etmek maksadıyla, kişinin göstereceği bu say ü gayret, İslâm nazarında ibadet telâkki edilip, karşılığında sevap ve mükâfat vaat edilmiştir.
Sevgili Peygamberimiz; "Tembellikten ve cimrilikten Allah'a sığınırım" buyurarak kimseye yük olmamış, zekât ve sadaka almamış, yakınlarına da aldırmamış, ticaret yapmış, ganimetlerden hissesine düşen arazileri işletmiş, gereğinde bir işçi gibi çalışmış, düğmesini kendi dikmiş, yırtığını kendi yamamış, hatta bir yolculuk esnasında, konakladıkları yerde yanındakiler: "ben su getireyim, ben erzakı çıkarayım, ben ateşi yakayım..." diye iş bölümü yapınca O büyük insan: "Bana da odun toplamakdüştü" diye odun toplamış, kimseye yük olmamış, başkalarını kullanmamış, "kendi işini kendin göreceksin" prensibini ümmetine fiilen göstererek; bugün "ben şuyum, ben buyum" diyerek ayaklarını bile başkalarına yıkatan riyakârları asırlarca önceden ikaz etmiştir.
Bahçesiyle uğraşan birini Resûlûllah ziyarete gelince, o sahabe çamurlu ellerini arkasına saklamak ister. Peygamberimiz: "Çoluk çocuğunun rızkı için çalışan o eller, saklanmaya değil öpülmeye lâyık. Günahlardan öyleleri var ki; onu başka bir amel değil, sadece maîşet için çekilen zahmet ve meşakkatler affettirir" buyurarak çalışmanın kutsallığını dile getirmiştir.
O büyük insanı örnek alan Müslümanlar, büyük işler başarmışlar, Ortaçağa hâkim olmuşlar, ilim, fen ve tıpta batı ile kıyas bile kabul etmeyen bir seviyeye ulaşmışlardır. Tarih buna şahittir.
Şanlı Ecdadımız Osmanlıdan da misaller verelim. Yahya Kemal Beyatlı’ya "Osmanlı bu uzak mesafelere nasıl gitti" diye sormuşlar. O, kinayeli bir şekilde: "Pirinç pilavı yiyerek" demiş. Yani elbette, ilimle, fenle, adaletle, çalışma ve azimle gittiler demek istemiş. Akif Merhum:
Ecdadını zannetme ki asırlarca uyudu
Nerden bulacaktın o zaman eldeki bu yurdu
diyerek, bu gerçeğe parmak basar.
1839 yılına kadar ecdadın; haftada bir gün dinlenme tatili diye bir şey bilmediğini, 1853 yılına kadar hiçbir devletten borç almadığını, son zamanlara kadar her padişahın bir sanatı olup, şahsi harcamalarını el emeği paraları ile yaptıklarını, Abdülhamit merhumun yaptığı masa takımını, Cumhurbaşkanı Cevdet Sunay'ın kullandığını, bir gaflet sonucu İnebahtı da tamamen imha edilen Osmanlı donanmasının yerine bir kışta 148 tane gemi yapıldığını, bütün teknik imkânlara rağmen 26 senede yapılan ve bitmeden bazı yerleri tamir edilmeye başlanan Kocatepe Camiine mukabil, Sinan'ın o en muazzam eserlerinin bile 7 seneden fazla sürmediğini, Tuna nehri üzerine 3 günde taş köprüler kurabildiklerini, 1914'te yani en zayıf zamanlarında bile 1 Osmanlı lirasının 3.70 dolara, 18.45 marka, 17 İsviçre Frangına tekabül ettiğini söylersek herhalde Osmanlıların nasıl çalıştıklarını birazcık takdir edebiliriz.
Romalılar, imparatorlukları yıkılacağına yakın öyle tembelleşmişler ki; Senenin yarıdan fazlasını tatil ve bayram diye yatarak geçirirlermiş. 1991 yılının ilk günlerindeki gazeteler de bize müjdeliyordu "senenin üçte biri tatil" diye.
1990 da 11 milyar dolar ihracatımız var. Konya toprağı kadar bile olmayan Hollanda'nın ise 27 milyar dolar ihracatı var.
12 Eylül 1989 tarihli bir İstanbul gazetesinde şöyle bir mukayese var: "T.C.D. Demiryollarında 62 bin personel çalışır. A.B.D’nin demiryolu bizimkinin 30 katı olduğu halde onlarda 38 bin personel çalışır.
İşçi hareketlerinin gündemde olduğu şu günlerde, yukarıdaki sözlerimize kırılanlar olabilir. Elbette bu sitemler sadece işçiye değil. "Balık baştan kokar" derler. İşçinin isteklerini aşırı bulan, memleket şartlarının buna müsait olmadığını söyleyen kişiler, kendi aldıklarını da bu kıyaslamaya dâhil etmeliler ki, inandırıcı olabilsinler: 760 bin lira alanla, onun 20 katından fazla alan kişiler aynı memlekette yaşıyorlarsa, elbette o memlekette huzur ve saadet olmaz.
Bu memleketin yükselip yücelmesini istiyorsak, sıkıntı ve zorlukları el birlik göğüslemeliyiz ki, istikbalde sefasını hep birlikte sürelim. Sözlerimizi Asrı Saadetten bir söz ile bitirelim:
Hz. Ömer halifedir. Bir cuma günü minbere çıkar ve: "Ey insanlar beni dinleyin" diyerek söze başlamak ister ama devamı gelmez. Çünkü sahabeden biri ayağa fırlar ve: "Seni dinlemeyiz ey Ömer" der. Sebebi sorulunca: "Ganimet olarak bizlere dağıtılan kumaştan biz bir cübbe çıkaramadık ama görüyoruz ki sen dikip giymişsin bile" diye cevap verir. Hz. Ömer: "Bunun cevabını oğlum Abdullah versin" der. Hz. Abdullah kalkıp: "Bana düşeni de babama verdim. İkisini birleştirip bir cübbe diktik" buyurunca gerçek anlaşılır.
Yorum Yazın
E-posta hesabınız sitede yayımlanmayacaktır. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişdir.