ÇANAKKALE RUHUMUZ
02 Nisan 2016, Cumartesi 10:27(1) Toygar Akman babasına, yakın tarihimizde bizden neden bilim adamları yetişmediğini sorar. Sorar sormasına amma babası tarafından anlatılanlar gerçekten ürperticidir. Gönüller yaralı, gözler nemli, dudaklar titrek olsa da, babası bu hatırasını bakın nasıl anlatır:
“ Çanakkale savaşının bütün şiddetiyle sürdüğü o günlerde Sirkeci İstasyonundan hergün asker dolusu trenler Trakya yönüne doğru hareket ederdi. Sarayburnu İskelesinden de asker dolu koca koca gemiler Çanakkale’ye doğru denize açılırdı. Bütün İstanbul halkı bu kahraman askerleri gözyaşları içinde uğurlardık.Giden gemiler ve tirenler daima boş olarak döner ve gidenlerden de kısa bir süre sonra haber alınamazdı”
Babam gözyaşlarını silerek devam etti:
O günlerin birinde İstanbul Erkek Lisesi!nin dokuzuncu sınıfında ders veriyordum.Sınıfın kapısı iki defa tıklandıktan sonra açıldı.İçeriye müdür muavini ile kalpaklı bir binbaşı girdi.Sert bir asker selamı çaktı.Bende ayağa kalkarak kendilerini selamladım.Daha ziyaret sebebini sormadan binbaşı bana baktı ve tok bir sesle:
-Muallim Bey! Evlad-ı Vatandan hizmet bekler,dedikten sonra sınıfa döndü ve arka sıralarda oturan uzun boylu öğrencilere,”Sen gel,sen gel,sen de gel” diye seslenerek öğrencileri toplamaya başlamıştı.Önde oturanlar kendilerinin de alınması için,oturdukları sırada dik durmaya ya da ayaklarının ucuna basarak uzun boylu görünmeye çalışıyorlardı.Binbaşı bu öğrencilere acı acı gülümseyerek sırtlarını okşayıp topladığı öğrencileri alıp,geride kalan bizlere sert bir asker selamı vererek çıkıp gitti.Sınıfta öylece kalakalmıştım.Diğer sınıflardan toplananlarla beraber bizim öğrencileri Selimiye Kışlasına götürmüşler.Gidenlerin arkadaşlarına gönderdikleri mektuplardan,orada makineli tüfek eğitimi aldıklarını,üç aylık eğitim süresi bitince Çanakkale’ye gideceklerini öğreniyorduk.Üç ay sonra ise kendilerinden haber alınamadı.”
Toygar Akman babasının bu sözleri sonrası burada biraz durduğunu ve dopdolu nemli gözleri ile tekrar kendisine dönerek şunları anlattığını kaydeder:”
“Gidenlerin hiçbiri geriş gelmedi. Hepside dokuzuncu sınıf öğrencisi idi. İstanbullular dokuzuncu sınıfa kadar gelmiş bütün okuyan evlatlarını şehit verdiler. Geriye kalanlar ise onlar da Yemen’de ve İstiklal Harbinde şehit düştü. İstanbul daha ne verecekti evladım. O zamana kadar memlekette aydının harman olduğu yer İstanbul’du. Memlekette aydın mı kaldı a oğul. Pınarlar kurudu, pınarlar… Sen ne sorarsın.”
(2) Türkolog Le Monde Muhabiri 1922’de Türkiye’ye gelir. Milli Mücadele bitmek üzeredir. Anadolu açlar, dullar, yetimler memleketidir. Muhabir Eskişehir’de bir İstasyona gider, ve 7,8,9 yaşlarında üç çocuk görür. Çocukların ayakları çıplaktır. Bir çuvalın dibine boğazlık delmişler, kollarını yine deliklerden çıkarmışlar onu giydirmişlerdir. Üstlerinde çuvaldan başka bir şey yoktur. Sorar:
—Evladım baban nerede?
—Babam İstanbul’da din için öldü.
—Sen?
—Benim babamda Yemen’de din için öldü.
Üçüncü çocukta aynı cevabı verir.
—Peki, size kim bakıyor?
—Burada bir ebe annemiz var. O bakıyor.
Derken yaşlı bir kadın istasyon civarındaki kulübesinden çıkarak bağırmaya başlar.
—Gazanfer, Muzaffer, Mücahid! Çorba yaptım gelin için!
-Elde yok avuçta yok.Çuval içindeler.Aç ve Sefiller.İsimleri Gazanfer,Muzaffer,Mücahid…Bu Millet yenilmez’der , Le Monde Muhabiri…(M.Niyazi Özdemir.1991 Mevlana Haftası Konya Tebliğinden)
(3) “ Yıl 1962. Denizcilik Bankasının Kadeş isimli vapuru 17 Mart akşamı İstanbul’dan Çanakkale’ye ziyaret için ayrılmıştır. Ziyaretin sebebi ecdat yadigari, şehitler diyarı toprakları gidip görmekten ibaret. 300 kişilik vapura önceden düşünülen her teşekkülden belli sayıda davetli katılması planlanmıştır, ancak hesapta olmayan bir şey olmuştur. Gidiş parasız olduğundan ve vapura binip çıkanları kimsenin arayıp sormadığı bilindiğinden bu sayı yaklaşık 600 olmuş ve kim olduğu bilinmeyen kişilerle dolup taşmış. Nedeni de davetiyelerin dost ahbap işi rastgele dağıtılması ve hesapsız kitapsız hareket edilmesi sonucunda, vapurun kapasitesinin üstünde yolcu alması. Eh! Buraya kadar güzel. Ne de olsa şehitler diyarı ziyaret edilip, bizim için canlarını ortaya koyan aziz Mehmetçiklerin kabir ziyareti yapılacaktır, deyip geçeriz. Fakat işin birde başka yüzü tecelli etmiştir, bu vapurda. Özay Akbıyık ve Tülin Üçlü adlı iki genç kızın Merhum Ahmet Kabaklı Hocamıza anlattıkları tüyler ürpertici bu olaylar yenilir yutulur cinsten değil. İnsanın aklı havsalası durur.
(devam edecek)
Yorum Yazın
E-posta hesabınız sitede yayımlanmayacaktır. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişdir.