ÇANAKKALE VE İDLİB
04 Mart 2020, Çarşamba 08:53Ne Çanakkale İdlib.
Ne de İdlib Çanakkale.
Çanakkale ile İdlib’i mukayese etmek akla ve mantığa sığmaz.
Aralarında ufak bir benzerlik var. O da şu: Millet olarak verdiğimiz şehitler.
Çanakkale’de 100 bin şehit verdik.(kayıp ve yaralılar hariç)
İdlib’de ise bir ayda 50’nin üzerinde şehit verdik.
50 şehit, 100 bin şehit kadar önemli.
Neden önemli?
Nedeni gayet basit: Çanakkale’de verdiğimiz şehitler sayesinde vatan toprakları emperyalist güçlerin işgalinden kurtuldu.
Çanakkale Zaferi Türk Milleti’nin yeni bir devlet kurmasına uzanan yolun ilk adımlarıydı.
Çanakkele Zaferi kurtuluşun ve kuruluşun başlangıcı oldu.
Çanakkale Zaferi , Türk’e hürriyet ve bağımsızlık getirdi.
Çanakkale Savaşları, Dünya Savaş tarihinin en haksız ve en büyük savaşlarından da birisisi olarak tarihindeki yerini aldı. Çünkü, emperyalistler orantısız bir güç kullanmıştı. Bizim en büyük gücümüz ise elinde fazla silahı, yiyecek aşı ve ayağına giyecek lastik ayakkabısı, botu ve donu olmayan Mehmetlerdi. Mehmetçikti.
Rahmetli Mehmet Akif Ersoy yıllarca süren Çanakkale Savaşlarının ne kadar zor şartlarda cereyan ettiğini, Türk Ordusunun, Mehmetçiklerin yiğitliğini, ölüme koşarak gittiğini ve dönemin en güçlü silahlarına karşı nasıl göğsünü gerdiğini, “Çanakkale Şehitleri” adlı şiirinde eşsiz bir biçimde tasvir eder. Bu yazıyı yazmamızın sebeplerden birisi işte o müthiş şiir. O şiiri sizlerle paylaşacağız.
Dünyada Çanakkale Savaşları gibi vahşi bir savaş örneğine az rastlanır.
Aynı şekilde “Çanakkale Şehitleri” gibi, bir şiiirin olduğunu da tahmin edemiyoruz.
Gelelim İdlib’e..
İdlib, şüphesiz ki Çanakkale değil.
Çünkü Çanakkale bizim savaşımızdı. Türk’ün savaşıydı.
Bir milletin var olma savaşıydı.
İdlib soru işaretleriyle dolu.
Yapılan açıklamalar, söylenen sözler İdlib konusunda kafalardaki soru işaretini ortadan kaldırmıyor.
Ne kadar açıklama yapılırsa yapılsın, ne söylenirse söylensin millet Suriye’de Türk askerinin şehit düşmesini kabul edemiyor. Açıklanan sebepleri de inandırıcı bulmuyor.
Çanakkale’de 100 bin şehit verdik.
Suriye’de İdlib’de şubat ayında 50’nin üzerinde şehit verdik.
Suriye’nin farklı bölgelerinde daha önce yapılan operasyonlarda da şehit verdik.
Fakat İdlib’de verdiğimiz şehitler, milleti çok fena sarstı.
Geçen hafta kahpe bir saldırı sonucunda kaybettiğimiz 36 şehidin yakıcı ve yıkıcı etkisi ise kelimelerle anlatılacak gibi değil.
İdlib’de verdiğimiz 50 şehit, Çanakkale’de verdiğimiz 100 bin şehit kadar kahredici oldu.
50 şehit, millet vicdanında Çanakkale’de verdiğimiz 100 bin şehit kadar derin yara açtı..
Yineleyelim: Çanakkale ve İdlib arasındaki tek benzerlik şehitlerimiz.
Mehmetçik. Mehmetçiklerimiz.
İşte bu benzerlikten dolayı, rahmetli Mehmet Akif Ersoy’un “Çanakkale Şehitleri” adlı şiirini burada sizlerle paylaşmak istedim.
ÇANAKKALE ŞEHİTLERİNE
Şu Boğaz harbi nedir? Var mı ki dünyâda eşi?
En kesif orduların yükleniyor dördü beşi.
-Tepeden yol bularak geçmek için Marmara’ya-
Kaç donanmayla sarılmış ufacık bir karaya.
Ne hayâsızca tehaşşüd ki ufuklar kapalı!
Nerde-gösterdiği vahşetle 'bu: bir Avrupalı'
Dedirir-Yırtıcı, his yoksulu, sırtlan kümesi,
Varsa gelmiş, açılıp mahbesi, yâhud kafesi!
Eski Dünyâ, yeni Dünyâ, bütün akvâm-ı beşer,
Kaynıyor kum gibi, mahşer mi, hakikat mahşer.
Yedi iklimi cihânın duruyor karşında,
Avusturalya'yla beraber bakıyorsun: Kanada!
Çehreler başka, lisanlar, deriler rengârenk:
Sâde bir hâdise var ortada: Vahşetler denk.
Kimi Hindû, kimi yamyam, kimi bilmem ne belâ...
Hani, tâuna da züldür bu rezil istilâ!
Ah o yirminci asır yok mu, o mahlûk-i asil,
Ne kadar gözdesi mevcûd ise hakkıyle, sefil,
Kustu Mehmedciğin aylarca durup karşısına;
Döktü karnındaki esrârı hayâsızcasına.
Maske yırtılmasa hâlâ bize âfetti o yüz...
Medeniyyet denilen kahbe, hakikat, yüzsüz.
Sonra mel'undaki tahribe müvekkel esbâb,
Öyle müdhiş ki: Eder her biri bir mülkü harâb.
Öteden sâikalar parçalıyor âfâkı;
Beriden zelzeleler kaldırıyor a'mâkı;
Bomba şimşekleri beyninden inip her siperin;
Sönüyor göğsünün üstünde o arslan neferin.
Yerin altında cehennem gibi binlerce lağam,
Atılan her lağamın yaktığı: Yüzlerce adam.
Ölüm indirmede gökler, ölü püskürmede yer;
O ne müdhiş tipidir: Savrulur enkaaz-ı beşer...
Kafa, göz, gövde, bacak, kol, çene, parmak, el, ayak,
Boşanır sırtlara vâdilere, sağnak sağnak.
Saçıyor zırha bürünmüş de o nâmerd eller,
Yıldırım yaylımı tûfanlar, alevden seller.
Veriyor yangını, durmuş da açık sinelere,
Sürü halinde gezerken sayısız teyyâre.
Top tüfekten daha sık, gülle yağan mermiler...
Kahraman orduyu seyret ki bu tehdide güler!
Ne çelik tabyalar ister, ne siner hasmından;
Alınır kal'â mı göğsündeki kat kat iman?
Hangi kuvvet onu, hâşâ, edecek kahrına râm?
Çünkü te'sis-i İlahi o metin istihkâm.
Sarılır, indirilir mevki-i müstahkemler,
Beşerin azmini tevkif edemez sun'-i beşer;
Bu göğüslerse Hudâ'nın ebedi serhaddi;
'O benim sun'-i bedi'im, onu çiğnetme' dedi.
Asım'ın nesli...diyordum ya...nesilmiş gerçek:
İşte çiğnetmedi nâmusunu, çiğnetmiyecek.
Şühedâ gövdesi, bir baksana, dağlar, taşlar...
O, rükû olmasa, dünyâda eğilmez başlar,
Vurulup tertemiz alnından, uzanmış yatıyor,
Bir hilâl uğruna, yâ Rab, ne güneşler batıyor!
Ey, bu topraklar için toprağa düşmüş asker!
Gökten ecdâd inerek öpse o pâk alnı değer.
Ne büyüksün ki kanın kurtarıyor tevhidi...
Bedr'in arslanları ancak, bu kadar şanlı idi.
Sana dar gelmiyecek makberi kimler kazsın?
'Gömelim gel seni tarihe' desem, sığmazsın.
Herc ü merc ettiğin edvâra da yetmez o kitâb...
Seni ancak ebediyyetler eder istiâb.
'Bu, taşındır' diyerek Kâ'be'yi diksem başına;
Ruhumun vahyini duysam da geçirsem taşına;
Sonra gök kubbeyi alsam da, ridâ namıyle,
Kanayan lâhdine çeksem bütün ecrâmıyle;
Mor bulutlarla açık türbene çatsam da tavan,
Yedi kandilli Süreyyâ'yı uzatsam oradan;
Sen bu âvizenin altında, bürünmüş kanına,
Uzanırken, gece mehtâbı getirsem yanına,
Türbedârın gibi tâ fecre kadar bekletsem;
Gündüzün fecr ile âvizeni lebriz etsem;
Tüllenen mağribi, akşamları sarsam yarana...
Yine bir şey yapabildim diyemem hâtırana.
Sen ki, son ehl-i salibin kırarak savletini,
Şarkın en sevgili sultânı Salâhaddin'i,
Kılıç Arslan gibi iclâline ettin hayran...
Sen ki, İslam'ı kuşatmış, boğuyorken hüsran,
O demir çenberi göğsünde kırıp parçaladın;
Sen ki, rûhunla beraber gezer ecrâmı adın;
Sen ki, a'sâra gömülsen taşacaksın...Heyhât,
Sana gelmez bu ufuklar, seni almaz bu cihât...
Ey şehid oğlu şehid, isteme benden makber,
Sana âğûşunu açmış duruyor Peygamber.
Yorum Yazın
E-posta hesabınız sitede yayımlanmayacaktır. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişdir.