CEMRELER
27 Şubat 2016, Cumartesi 10:33Cemre: Lügatte, ateş halindeki kor, kömür manasına gelir. Şubat sonu, Mart başında devreye girdiğine inanılan ısıtıcı kuvvet, güç anlamındadır. Sırasıyla havaya, suya ve toprağa düşer. Baharın kokusunu teneffüs ettiren, heyecanlı ve duygusal yönlerini terennüm ettiren, heyecanlı hislerle, başka âlemlere götüren… günlerin müjdecisi, habercisidir.
Ömer Hayyam: “Yaşadığın her an ve demin tadına var, ot değilsin ki, yeniden bitesin” der. Yaşamasını bilenler için kışın da güzel yönleri, zevkli tarafları vardır. Soğuğuyla, tipisiyle, karıyla, sepeniyle, “benim kıymetimi bilin” dercesine bir kendini gösteren, akabinde hemen kaçıveren güneşiyle, uzun geceleriyle…
“Mangal kenarı, kış günlerinin lâlezârıdır – Mangal kenarı kış günlerinin lâle bahçesidir” demiş atalarımız. Gerçekten eskiden ocak başlarında, mangal kenarlarında ne güzel saatler geçerdi. Bir çul, kilim veya deri parçasının üzerine oturup, mangala elleri uzatıp, emsallerle oturmak, hele biraz bilge bir büyüğü yakalayıp onun anlatacağı masalları, soracağı bilmeceleri, söyleyeceği manileri, içi buram buram hurafe koksa da döktüreceği Şia menkıbelerini, Siretinnebi kıssalarını can kulağıyla dinlemek, bilmeceleri cevaplayabilmek için müthiş bir beyin jimnastiğine girmek, kahramanlık kıssalarını büyük bir zevk ve heyecanlı dinlemek, hayal âlemlerinde gezmek, devler ülkelerinde dolaşmak, ara sıra kırılan yerleri kâğıt ve gazete parçaları ile yapıştırılan camlardan dış dünyayı seyretmek, kar durdu ise, her türlü soğuk, tipi ve boraya aldırmadan oyun mahallerine koşmak, çok nadir de olsa ceplerde leblebi kuru üzüm gibi bir şeyler varsa onları arkadaşlarla bölüşmek, akşama doğru oyunun en tatlı yerinde “öküzlerin, eşeklerin sulanacağını”, “davarların geldiğini” hatırlatan ve yüzleri buruşturan ebeveynlerin bağırmaları… Bunlar hayali cihan değen ne güzel duygular ve hatıralardı.
Mark Tawin: “Medeniyet lüzumsuz ihtiyaçların sonsuz sayıda çoğalmasıdır.” Demiş, yine başka bir bilge kişi: “Çocuklarına istikballerini kazandıralım derken, ebediyetlerini kaybettiriyorlar.” demiş. Gerçekten doğru. Daha ilköğretimin ilk günlerinden itibaren, hatta oraya bile besmele çekmeden kreş adı altında, adı bile bize bir huşunet veren ve bebenin anasının o en özel kokusuna, başka hiçbir yer ve kişide bulamayacağı sıcacık aguşuna hasret bırakan yerlere gönderilmesi, ilerde evlâtlarının kendini, rahatlıkla ve tereddüt etmeden huzur evlerine göndermesi için haklılık vesikası uygulamalar.
Oyun yok, oynamaya yer ve fırsat yok. Arkadaş nadir, bütün dünyası ekran veya klavye başında, en samimi dostları tuşlar. Şiddet içerikli veya ruhsal ve duygusal hislerden soyutlanmış filmler... Beyin hücrelerinin ve çiplerinin gelişmeye en müsait olduğu dönemlerde ona bu fırsatı vermeyen, yani ona hiç antrenman yaptırmayan, sadece başkalarının hazırlayıp verdiğini hazmetmekle yetinen ve psikolojik sorunlarla yüklü bir gençlik
Eskiden genç nesillerin ecdadından tevarüs ettiği bir millî kültürü vardı. Belki ümmi idi (okur-yazar değildi), ama babasının dedesinin kültürüne % 90 aşina idi, şimdi ise kuşak çatışmaları had safhada. Çünkü baba ile oğul, hele dede ile torun tamamen birbirinden kopuk ve habersiz. Akşamları buluşsalar bile birkaç kelâm etme imkânları yoktur.
Onun için bir muhterem zat öyle demiş: “Televizyon dünyayı ayağımıza, belayı da başımıza getirdi” ne kadar haklı ve yerinde bir söz. Bu sözün haklılığını teyit eden çarpıcı misaller:
Psikolog Jung Bay Ra’nın yaptığı aştırmaya göre: ABD’de Çocuklara “Babanızı mı daha çok seviyorsunuz, televizyonu mu?” diye sorulmuş % 44 televizyonu seçmiş. “Annenizi mi? Televizyonu mu?” Sorusuna da % 20 televizyonu” diye cevap vermiş. ([1])
ABD de bir çocuk ilkokulu bitirmeden 8 binden fazla cinayet sahnesi izlemektedir.([2]) Bizde ve gelişmiş ülkelerde de durum pek farklı değil. Rahmetli Ferit Kam ne güzel söylemiş:
Medeniyette çok terakki var
Galiba müntehasını bulacak
Bu terakki devam ederse eğer
Beşeriyet belâsını bulacak
Dipnotlar:
1- Şener Erman, Televizyon ve Video. İst. 1984, s. 57.
2 - Omay Elvan,“Şiddete Karşı Kampanya Yayılıyor”,Aktüel Dergisi,sayı 136,10.02.1994.
Yorum Yazın
E-posta hesabınız sitede yayımlanmayacaktır. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişdir.