CENAZE
06 Ekim 2017, Cuma 07:23Beyt-i âtiyi reva eylese herkes nakarat
Vali paşa bu gece dâr-ı bekâya gitti
Hiç iş görmedi eyyâm-ı hayatında habis
Millete, memlekete öldü de hizmet etti
Eşref
Allah kimsenin arkasından böyle dedirtmesin. Kimseyi de Eşref gibilerin diline düşürmesin. Süleyman Nazif’e; “Eşref ile Nef’i arasında ne fark var?” demişler, o: “Nefî’nin yüz beyitle göklere çıkardığı bir adamı, Eşref bir beyitle yerin dibine sokar” demiş.([1])
Gerçekten öyle. Bir ara “efendim bu hususta çok ileri gitme, insanlar güceniyor ve günah oluyor…” falan demeye kalkmışlar, Eşref’in cevabı şu beyit olur:
Hicvedersem haini, zâhid günah ettin deme
Din-i İslâm’da sevaptır çünkü şeytan taşlamak
Madem Süleyman Nazif’in zikri geçti, hem onunla hem de konumuzla ilgili bir hususu da anlatalım:
Ferit Kam, ders verdiği üniversite bahçesine gelince, talebelerin bir yere toplanıp, hayretle bir gazeteye baktıklarını ve üzüldüklerini görüp, sebebini sorar. Gençler; "Süleyman Nazif'in vefat ettiğini, cenazesini kaldıracak yakını ve parası olmadığı için, bu görevi belediyenin yaptığını yazıyor" derler.
Ferit Kam'ın içi cız eder. O'da çok üzülür. Demek O büyük edip, O mefkûre insanı, eserleriyle bir dönem gençliğine yön veren muharrir. Kürt asıllı olmasına rağmen Türkçe’yi en iyi kullanan, o paşa çocuğu kişinin cenazesini kaldıracak yakını bulunmuyor?
Fransızlar İstanbul’u işgal ettikleri gün, asırlardır içimizde yaşayan ve memleketin pastasını, kremasını yiyen Ermeni, Rum ve Yahudi azınlıkların, müstevlileri karşılarken yaptıkları sevgi ve muhabbet gösterilerine şahit olan, hele hele Fransızların; "İstanbul’da rütbesi ne olursa olsun Osmanlı subaylarının, paşalarının bir Fransız asteğmenine bile selâm verecekler..."([2]) gibi Türkü kahreden emirler yayımladıklarını görünce; o meşhur "KARA GÜN" makalesini yazıp ilk infiali gösteren, İşgal Kuvvetleri Mahkemesince idama mahkûm edilen, bilâhare Malta’ya sürülen… Süleyman Nazif ölmüş ve ölüsü ortada kalmış. Ne kadar garip. Hemen orada ağzından şu sözler dökülür:
Bizde böyle nice ehl-i hünerin
Bir tutam tuz koyan olmaz aşına
Öldürüp önce onu açlıktan
Sonra bir türbe dikeriz başına
Ama bu sadece bizde böyle olmuyor herhalde. Bugün müzik hususunda dünyada namı-şanı olan Mozart’ın cenazesine toru topu 6 kişi katılmış ve yokluk ve zaruret için de kıvranarak ölmüştür. Bu katılanlar da tamamen yabancı kişiler olduğu için mezara bir işaret konmamış daha sonra da ne kadar arandıysa bulunamamıştır bu gün mezarı bilinmemektedir.([3])
Van Goh öyle sefil bir hayat yaşamış ki, öldüğünde kardeşi cenazesine iştirak edip görev yapan işçilere onun tablolarından vermiş, onlarda kerhen almışlar, şimdi ise bir tablosu bir şato alacak kadar değerli ve kıymetli.([4])
Nasrettin Hoca’ya sormuşlar: “Cenaze merasiminde tabutun önünde mi olalım, arkasında mı?” O: “içinde olmanda neresinde olursanız olun” demiş.
Bir cenazenin namazını kıldırmışlar, imam sormuş; “cemaat mevtayı nasıl bilirsiniz?”, hep bir ağızdan; “iyi biliriz Allah rahmet eylesin” diye bağırınca, bir kenarda olayı seyreden mevtanın karısı; “siz o imansızı ne bilirsinizde öyle diyorsunuz, onun nasıl olduğunu asıl bana sormanız lâzım” demiş.
Konya’mızın meşhur nüktedanlarından Tayyip Ağa’nın çok şişman bir komşusu, ağustos sıcağında vefat etmiş. Tayyip Ağa cenazeye katılmış ama, onun durumunu bilen komşuları da ona bir muziplik yapmak istemişler ve aralarında; “Tayyib Ağa sala yapışınca kimse yanaşmasın, saldan tutmasın” diye sözleşip, uygulamaya koymuşlar. Tayip Ağa sala yapışmış, kimse gelmiyor, adam ağır, hava sıcak, ter gömleği ıslatmış, bıraksa olmayacak, hem giden hem de cenazeye başını yaklaştırır; “sen ölmedin de ben öldüm hay ne yaptığım” diye küfredermiş. Şair Eşref; namertlerden Fatiha istemediği gibi, onların tabutuna yapışmalarını da istemez ve şöyle der:
Gitmek üzere âlem-i ukbaya ben bir yolcuyum
Son konağıdır o âlem, âlemi nâsûtumun.
Hem sırtında, hem şiddetle lânet eylerim,
Girmesin nâmerd olanlar altına tâbutumun!..
Dipnotlar:
1- Hilmi Yücebaş, , “Şâir Eşref Bütün Şiirler ve Hatıraları”, İst. 1978, s. 59.
2- A. Emin Yalman “Yakın Tarihte Gördüklerim Geçirdiklerim”, Pera. A.Ş, Yay. 1997. c. 1, s. 543, 584, 657, 643;
Tarih ve Medeniyet Dergisi, sayı 33, s. 29.
3- Burhan Bozgeyik, “Nasıl Yaşadılar”, Cihan Yay. İst. 2008, s. 51.
4- Burhan Bozgeyik, a. g. e. s. 109.
Yorum Yazın
E-posta hesabınız sitede yayımlanmayacaktır. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişdir.