Çeşmeler Sebiller ve Su Vakıfları (4)
19 Şubat 2020, Çarşamba 08:32Her şeyin hayat kaynağı su olmasına rağmen, onun toprakla beraber olmasını, devamlı aşağılara doğru akmasını tevazu alameti olarak görmüşler ve bu hasletinden yani alçak gönüllü oluşundan dolayı Allah’ın suyu buhar olarak tekrar yüceltip, yükselttiğine inanmışlardır. Yeşile bakmayı, güzele bakmayı ve suya bakmayı huzur ve saadet kaynağı telâkki etmişler ve şöyle demişler:
Üç nesneden zail olur kaygu
Yeşil yaprak, güzel sûret, akarsu
Kabir taşlarına bir oyuk yer yaparlar, yağmur suyundan oranın dolması veya bizzat ziyaretçilerin doldurması, eğer kabirler taştan yapılı değilse üstüne veya yanı başına koydukları ve sık sık doldurdukları bir kap sayesinde kurt, kuş gibi hayvanların su içmesi sağlanmıştır. Bu adet el’an devam etmekte yeni yapılan kabirlere çok küçük sembolikte olsa aynı suluklar yapılmaktadır.
Peygamber Efendimizin insan ve hayvan bütün canlıları sulamanın faziletiyle ilgili hadislerine hakkıyla sahip çıkan Osmanlı, akarsuların ayağına “hatıl”, “yalak” gibi isimler verdiği su toplayıcı kanallar yapmış, buralardan hayvanların faydalanmasını sağlamıştır. Hatta bunları sadece akarsuların önüne değil, kuyu, sarnıç gibi akmayan suların önüne de yapmış ki, sevap kazanmak isteyen buralardan kendisi faydalandıktan sonra bu yalaklara da birkaç kova su çekip dökmek suretiyle hayvanların faydalanmasını sağlamışlar, dolayısıyla haklarını da unutmamışlardır.
Osmanlı suyla o kadar özdeşleşmiş ki, dünyada ilkleri gerçekleştirmiş, psikolojik hastaların ruhlarına şeytan hâkim oldu diye Avrupa’da diri diri yakıldığı veya toprağa gömüldüğü dönemlerde, Osmanlı bu hastaları su sesi ve müzik dinletmek suretiyle tedavi cihetine gitmiştir.(1) Onların dilinden ab-ı hayat, zemzem, Kevser, zemzem kadar mübarek bildikleri Tuna kelimeleri hiç eksik olmaz, günlük zikri geçen isimler olmuştur. Rahmetli Necip Fazıl şöyle der:
Bir hamam ki, arınma gayesinden şaheser;
Arınmışların yeri, Cennette nurlu Kevser
Malik Aksel’in ifadesiyle Bizanslılar bin yıldır suları kuyularda, sarnıçlarda, mahzenlerde biriktirip kokuştururken, Osmanlı ona hürriyet bahşetmiş, sebiller, selsebiller, çeşmeler, kanallar ve fıskiyelerden akıtmış, daha temiz, daha saf hale gelmesini sağlamıştır. Malum durgun sular kokuşur, akan sular temizlenir, bugün bile arıtma tesislerinde suyun temizlenmesi için oksijenle daha fazla temasını sağlamak maksadıyla ince tabakalar halinde akıtılır.
Söylenenlerin mübalağa olmadığını şuradan da anlayabiliriz: Avrupa’da kiliselerin önünde çeşme veya insanların ihtiyaçlarını giderecekleri su ve tuvalet bulmak nadirattandır ama Osmanlı diyarında hatta bugün bile yapılan her caninin dibinde bu eserler mevcuttur, insan sıkıntısını giderir.
Osmanlının Balkanlardan çekilmesini, özellikle Osmanlı tarihinin en dramatik sahnesi diye nitelendirilen Balkan Harbi sonrası ecdat yadigârı o beldelerden çıkarılışımızı hazmedemeyen bir şair şöyle diyordu:
Çeşmelerde abdest alınmaz oldu
Ma’mur olan yerler hep viran oldu
Aldı Nemçe bizim nazlı Budin’i
Fakat Balkan Harbi sonrası aynı hıyaneti hatta fazlasıyla biz kendi ellerimizle yapmış, binlerce çeşme, sebil vb. yıkılmış, yerleri gasp edilmiş, taşları ve kitabelerine hayran olan Avrupalılara satılmış, suları kesilmiş, lüleleri sökülmüş, kitabeleri kazınmış ve o vakıflar acınacak durumu terk edilmiştir.
Vakıfların birçoğunun vakfiyesinde vakıflara iyilik edenlere dua, kötülük edenlere beddua vardır. Bugün memleketimize baktığımızda huzur ve saadetten eser yok.
ABD kamuoyu araştırma kuruluşu Rober Starch Worldwide 30 ülke arasında yaptığı bir araştırmada en stresli ve sıkıntılı ülke Türkiye çıkmıştır.(2) Yani cennet vatanda cehennem azabı çekiyoruz. Kununi’nin büyük şairi Bâkı ö dönemi tasvir ederken şöyle der:
Ahali ızz ü devlette, reaya emn ü rahatta
Hüner erbab-ı rif’atte, cihan yekpare nurani
“Halk huzur ve saadet içinde, Osmanlıya tabi gayri Müslimler emniyet ve rahat içinde. İlim ve sanat erbabı kıymette, el üstünde. Memleketin her tarafı pırıl pırıl”
Sık sık aklıma gelir ki, acaba başımızdan hiç eksik olmayan bu bela ve musibetler yığını, vakıflara karşı yaptığımız bu hıyanetimizden dolayı, ecdadın bedduası sayesinde mi oluyor.
Dipnotlar:
1- Su Medeniyeti Sempozyumu,KOSKİ Büyükşehir Bel. 2009 Konya, s.134.
2- Can Dündar, Milliyet Gazetesi, 19. 08. 2001; 31. 05. 2001.
Yorum Yazın
E-posta hesabınız sitede yayımlanmayacaktır. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişdir.