ÇIPLAKLIK KÜLTÜRÜ
23 Ağustos 2017, Çarşamba 07:23Nerdeeeen nereye geldik? Diye kendimize soracağımız babayiğit bir soru ile hafızalarımızı yoklayıp düşünmemiz gereken bir ahir zaman fitnesi ile karşı karşıyayız. Bu ülkenin mahrem sokaklarında bir zamanlar İslam bülbülleri endam ederken, Kurtuluş’un söylediği”ölmüş dedem şu dünya’ya bir gelse aklı durur pat diye yere düşer” mısralarındaki gerçekle yüz yüze gelmiş bulunuyoruz. Öyleki artık sokaklar benim, bizim, sizin olmaktan çıktı şehvet adeta Yeşilçam filmlerindeki gibi arsızlara dar gelmeye, hiçbir değer adet ahlak töre din iman korku gelenek sevgi saygı’ya mahal bırakmadan sağda solda yolda yokuşta bayırda otobüste, trende, garda bir Müslüman’ın imtina edeceği, sapkın görüntüler çehremizi /çevremizi sarmaya başladı.
Bir batılı moda adı altında kuşatıldığımız atmosferimizde dolaşan kara kap kara şehvet bulutları insanımızı en ince en duygusal en hassas yerinden vurarak atom bombasından daha dehşetli, misket bombasından daha parça tesirli ve gökyüzü mavimizi şehvet kızılına boyayan ve yüreklerimizi kir pas ve iç dünyamızı frengi gibi bir hastalıkla kaplayan bir şehevi ortamın bataklığına demir attırılınca biz, artık etrafımızda dolaşan karasinekler/sivrisineklerde bu hengâmede iç dünyamızı kurutmaya ve bizi özümüzden koparmaya gayret ettikçe, bizde onlara nedense şehevi esaretten yardımcı olarak güç verdikçe kendimiz olmaktan ziyade başkalarına benzeme hastalığına yakalanıp nefsimizin ve bizi esarete gark edenlerin kölesi durumuna düşünce, billur dünyamız ışıltını kaybetti gönül gözümüz basiretini yitirdi, düşünce ve yaşayış tarzımız değişti, modern olduk tabir caizse ve biz kasten kuşatılıp yok edilmenin kucağına itilmişliğimizin farkına varamamıştık. Çünkü ayağa kalkacak hayat damarımızın içinde dolaşan sıvının içine katılan enjektede, Türk’e münhasır bir duruş bir karakter ırası yerine hastalıklı köleci ve kendine güvenmeyen bir karakter aşılaması yapılmıştı. Bizim ki, bizim olmayan bir dünyanın içinde yeniden ayağa kalkma, belini doğrultma ve aslına dönüş varlık savaşıydı aslında.
Utanırdı sütninem burnunu göstermekten diyordu üstat NFK bir dizesinde. Utanırdı bir zamanlar ama şimdi öyle bir perde yok çoğunda. Ne utanma ne hayâ ne edep ne ahlak ne etik ne de sevgi saygı. Kıyafetime dokunma diyor pankartta. Ben ne istersem onu giyerim. Bana karışamazsın? Hem sen kimsin ki? Bana akıl veriyorsun? Batı içimize battıkça bizden inanç değerlerimiz yavaşça içimizden/yüreğimizden/derimizden sıyrılmaya/kaybolmaya, ar tabakası ozon tabakası gibi delinmeye/incelmeye ve zararlı ışınları süzemez oldu. Ve biz cilt deri zührevi gibi hastalıklara yakalandık hatta kanser vakaları iç dünyamızı karartan yaşantımızın ayrılmaz bir parçası olmuştu. Ne oldu hani burnunun ucunu dahi göstermekten hayâ eden sütninemin evlatlarına? Ne hale getirdiler bu zavallı Anadolu insanlarını? Biz ülkemizden gâvurları sözde çizmelerini kovarken onlar bize kültürel miras yoluyla öyle bir sızmışlar ki; uçkur ve şehvetimizin esrarı cinsel nirvanaya ulaştı. Biz iç âlemimizi kendi isteğimizle hatalı olan yönlerimizi tamir edip, ruhsal dinginliğe ulaşmak ve gülistana çevirmek için, yeniden iç mimari anlayışlı bir ruh dizaynı kazandırmak için savaşacağımıza, tamamen yabancı dünyevi ihtiras ve telkinlerle freni boşalan bir kamyon gibi kendimize çarpa çarpa parçalarımızı oraya buraya savurduk, savurdukça savrulduk bir uçurumun dibinde bulduk kendimizi.
Yüzyılı aşkın bir zamandır insanlığa hak adalet kavramlarının ışığını yayan elinde Kur’an ile dünyaya nizam veren bir milletin yiğit analarını babalarını evlatlarını yenmenin bir yolu olmalıydı. Buldular nihayetinde ve dediler ki; Onların(Türklerin) elinden Kur’anlarını almalıyız. Biz harp meydanlarında yenilmemiştik onlara, şimdi ise onlar içimize öyle bir fitne saldılar ki; kendi isteğimizle kendilerine köle oluverdik, şehvet tutkunuydu çoğumuz artık. İslam toplumunu çekirdeğinden itibaren içine salacakları zehirle alt ettiler. Modernizmdi en büyük silahları. Hem kim buna karşı koyabilirdi ki? O zaman yaftan geri kafalı olurdu? Cahil olurdu. Bidon kafalı, göbeğini kaşıyan adam olurdun sonra. Kim bunlara bu dayatmalara bu aşağılamalara dayanabilir güç yetirebilirdi ki? İşte bu medya aracılığı ile telkin edilen kitle iletişim araçları bizim istikamet üzere olan katrelerimizi bulandırdı ve ummana doğru yol alan gözyaşlarımız artık billurdan ziyade heva ve hevesine esir olmuş bir kan terliyordu.
Roman hikâye cep fotoromanları çizgi filmleri kitaplardaki evrim masalları cinsellik objelerinin normal masum hareketler olarak telkini, bireysel feminizm maskeleri, romantik aşkların ustaca işlenmesi, genç nesillerin bu telkinlerle gayri meşru ilişkilere hazırlanıp özendirilmesi heyecanını hızlandırdı. Kazandırılan ivme ile artık nesiller özentili, işlevsel hayali kazançlar peşinde kendi iç dünyasının değil özendirilen yapay bir âlemin zevkine özlem duyarak kendi âlemini değiştiriyor ve bambaşka bir uzay istasyonuna doğru sonu meçhul bir âleme kayan yıldızlar gibi sürükleniyordu. Daha da vahimi oluşan bu kara delikler ile bermuda şeytan üçgeni gibi gizemli girdaplı haller, birçok masumun hayatını daha baharında yutup söndürüyor, onu bilinmez bir dehlize sürüklüyordu.
Cinsel istek ve objeliğin ön plana itilip her şeyi her gelişmeyi buna bağlayıp kendine esir ve köle eden bir anlayışın acı faturasını hala ödemiş değiliz. Bir toplumun yozlaşmasında bilhassa kadını öne çıkartıp materyalist ve komünist bir yaklaşımla kapitalizmin kucağına teslim edilmesi nesillerin bozulmasına en büyük sebeptir. Sütün içine düşen bir karasinek gibi mide bulandıran bu hayâsızlık, bizzat devlet eliyle ve sistemli bir şekilde empoze edildi bizlere. Bir toplumu kendi inancında boğmanın en kolay yolu buydu elbette. Kadını soymak, sokakta deşifre etmek, defilelerle hayâsızlığı ve iffetsizliği paranoyaklığa dönüştürmek, deni neşriyatlarla, en mahrem anatomik organların gösterilmesini alenileştirmek/sergilemek ahlaken yozlaştırılan bir topluma atılan en büyük atom bombasıydı.
Sayısız Yeşilçam filmleri, senaryolar, figüranlar şehvet düşkünleri ahlak yoksunları eş cinseller, ensest ilişkiler kerhaneciler ibneler flörtçüler homoseksüeller cenabetler gusle karşı çıkanlar vs vs. Bizim kültürümüzün birer parçası oldular. Radyo TV sinema yolu ile seksüel yayınlar satış ve pazarlamacılar aldı başını gitti. Her köşe başı her sokak birer pazarlama dükkânı gibiydi. Dur durak bilmeyen cinsel arzular helal yollar yerine harama uçkur çözen pespayelerin divaları ile dolup taşmıştı.
Elhasıl; başörtüsü sorgulandı. Çıplaklık ve fuhuş rağbet gördü. Matil manukyan vergi rekortmeni olurken, masumların hayatıda filmlere konu oldu. Siyonizm ve turizm sektörü kazandı. Hristiyanlar Müslümanlara galebe çalmanın mutluluğunu yaşarken, henüz solmayan ve ulaşamadıkları çiçekler ise, yeniden açmak için filizlenmeye ve İslam güneşi ile aydınlanıp büyümeye başlamışlardı. Gittikçede çöle inen nur gibi kalpleri aydınlatıyorlardı. İşte unuttukları buydu. Bağrımızdan doğan İslam güneşi.
Yorum Yazın
E-posta hesabınız sitede yayımlanmayacaktır. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişdir.