Çok Çiçekli Bahçe, Daha Güzeldir (1)
03 Şubat 2017, Cuma 07:33Ecdâdımız “tek renkten resim çıkmaz”, “tek çiçekli bahçenin tadı ve güzelliği olmaz”, “sâdece majüskül harflerle târih yazılmaz” sözlerini hayat felsefesi ittihaz etmiş ve ülkedeki azınlıkları başka soydan, farklı dinden, değişik etnik grup ve zihniyetteki insanları bu duygu ve anlayışla kucaklamıştır. Bu durum bir zenginlik ve güç kaynağı da olmuştur. Bugün ABD de yetmiş iki buçuk millet vardır ama dünyanın en güçlü devletidir. Demek ki, büyük devlet olmanın şiarlarından biri de bu hoşgörü ve toleranstır. Ceddimiz Osmanlılar da aynı duygulara sahip oldukları için, asırlarca içindeki azınlıklarla huzur ve saâdet içinde yaşamıştır. Bu hususu Kanûnînin dev şâiri Bâkî bir beytinde şöyle dile getirir:
Ahâli ızz ü devlette, reâya emn ü rahatta
Hüner erbâb-ı rif'atte, cihan yekpâre nurani
Yani; “Ahali bolluk ve huzur içinde. Gayr-i Müslim tebaa bile emniyet ve rahat içinde. İlim ve sanat erbâbı hak ettikleri hürmet ve ta’zimi görmekte. Osmanlı diyârının her tarafı huzur ve saâdet içinde.”
Kanûnî Sultan Süleyman vezîrleri ile sarayın bahçesinde gezerken, bazı vezîrler, üstelik devşirme kökenli yani Avrupa menşeli bakanlar azınlıklarla ilgili bazı kötülükleri dile getirerek bunların sürülmesini, Osmanlı diyârından çıkarılmasını veya asimile edilmesini teklif edince, Kanûnî onlara şöyle demiş; “bakın şu bahçede çeşitli renk, koku ve görünüşte çok çiçek var. Bu haliyle mi güzel? Yoksa burada tek çeşit çiçek olması mı güzel olur?” Onlar; “elbette çok çeşit, yani çok farklı çiçeklerin oluşu çok daha güzel sultanım” deyince Kanûnî; “o zaman içimizdeki çeşitli azınlıkları da böyle kabul edin ve onlara hüsnü muâmele edin” emrini vermiş.(1)
Sicilyalı Türkolog Dr. Giovani Pampanini, bugün için de geçerli olan şu orijinal tahlili yapar:"Barış ve hoşgörü içinde birlikte yaşamak konusunda bugün dünya Osmanlı'nın çok gerisindedir"(2)
Fâtih ordusunu almış Sırbistan üzerine varıyor. Sırpların buna karşı koymaları mümkün değil. Sırplar Ortodoks, Macarlar Katolik’tir. Bu sebeple Sırp Kralı Barankoviç (1427—1456), Macar Kralı Jan Hünyad’a (1407 -1456) elçi gönderip; "Mezheplerimiz ayrı olsa da hepimiz Hıristiyan’ız. Bizi kendi mezhebinize girme hususunda zorlamayıp hoşgörülü ve toleranslı davranmaya söz verirseniz, Fâtih'in değil sizin himâyenizi kabul edeyim. Birleşelim" demiş, olumlu cevap alamayınca, aynı isteklerle Fâtih’e elçi göndermiş, Fâtih'ten; "Ben nereye bir câmi yaparsam dibine sizde bir kilise yapabilirsiniz. Herkes inancında hürdür" cevabını alınca Osmanlı himâyesine girmişlerdir.(3)
19. Yüzyıl sonlarında yaşamış İngiliz doğu bilimcisi John Devenport, “Hazreti Muhammed ve Kur’an-ı Kerim” isimli kitabında; “Müslümanlardaki hoşgörünün aslâ Hıristiyanlarda olmadığını, Müslümanlarla yapılan savaşlarda dökülen kanlardan çok daha fazlasının, Hıristiyanlar arasındaki mezhep savaşlarında döküldüğünü, Papalığın zulüm ve yamyamlığa varan uygulamaları yanında Müslümanların çok daha yumuşak ve insanî olduklarını…” yazmaktadır.(4)
Dr. Azmi Özcan Bey, Başbakanlık Osmanlı Arşivlerinde uzun yıllar çalışan ve “Osmanlı Millet Sistemi” konusunu araştıran bir ABD’li araştırmacıya; “neden böyle bir konuyu seçtiğini” sorunca, o şöyle cevap vermiş: “Osmanlı Devletinin idâre tarzı, farklı din, dil, inanç ve kültüre sahip insanların bir mutabakat içerisinde nice yüzyıllar beraber yaşamalarını mümkün kılmıştı. Hâlbuki bu açıdan bir benzerlik arz eden Amerikan tecrübesi yüz elli senede tıkandı ve Amerikan mozaiği dağılmaya yüz tuttu.”(5)
Osmanlı diyârında kiliselerin (pâdişahtan izin almak kaydıyla) serbestçe yapılabileceğine, buna mâni olanların cezalandırılacağına dair pâdişah fermanlarının bulunduğu, bazı bahanelerle kiliselerin câmiye çevrilmesinin katiyen yapılamayacağı, bir yeniçerinin böyle bir uygulamasının cezalandırıldığı hususunda târihî örnekler vardır. Müslümanlar gayri Müslimlerden kız alırlar ama kız vermezler idi. Gayr-i Müslimler de zaten almak istemezlerdi. Çünkü Müslümanlar aldıkları hanımların dinine karışmaz, onları Müslüman olmaya zorlamazken, gayr-i Müslimlerden hiçbiri bu olgunluğu ve hoşgörüyü gösterme imkânları ve anlayışları yoktur...(6)
Yazılıp söylenenleri pekiştirmesi açısından târihçi Rene Grousset (1885 -1952) de şöyle der: “Osmanlı Devletinin fütuhatı, sanıldığı gibi sâdece askerî kuvvet ve kılıç zoru ile kazanılmamıştır. Türklerin Avrupa’ya getirdikleri ve tanıttıkları adâlet, dinî müsâmaha, vergi ve hükümet ciddiyeti, bu kıtada çarçabuk yayılmalarının tek sebebidir.”(7)
Bu sırrın formülünü ta devletin kurucusu koymuş ve Osman Gâzi: “Kazanmak kılıçla olur ve kolaydır, kazandıktan sonra muhâfaza iman, hizmet, şefkat ve adâletle olur.” Diyerek asırlar sürecek devlet felsefelerini açıklayıvermiştir.
Dipnotlar:
1-Erhan Afyoncu, “Yavuzun Küpesi” Yeditepe Yay. İst. 2010, s. 84,
2-Türkiye Gazetesi. 16. Haziran 1993.
3-İsmail Hâmi Dânişmend,“Târihi Hakikatler”,Tercüman Gazetesi Yay.1979, c.1, s. 275.
4-John Devenport, “Hz. Muhammed ve Kur’an-ı Kerim”,Ter.Ömer Rıza Doğrul 1928 İst. s.49.
5-İbrahim Refik, “Ulu Çınarın Gölgesinde”, Albatros Yay. İst. 2004, s. 45.
6-Mehmed Şeker, “Anadolu’da Birarada Yaşama Tecrübesi”, DİB Yay. Ankara 2000, s. 134.
7-İbrahim Refik, “Ulu Çınarın Gölgesinde”, Albatros Yay. İst. 2004, s. 50.
Yorum Yazın
E-posta hesabınız sitede yayımlanmayacaktır. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişdir.