Dalkavuk
15 Mayıs 2016, Pazar 12:35Göz açtırmaz kimseye dalkavukla şarlatan
Rütbe makam onundur, onundur güzel vatan
Bilmez ki o gafiller, harikalar yaratan
Bu millet bir gün vurur hepsini taştan taşa
Maruzatım bu kadar, şimdilik Marko Paşa([1])
Abdullah Çağlayan
Dalkavukluk ve riyakârlık; Müslüman’a hiç yakışmayan, şeytanın huy ve hasleti olan iki kötü alışkanlıktır. Allah ve Resûlü böyle kişileri takbih etmişlerdir. Peygamberimiz: “Ben ne kralım, ne kisrayım ne imparatorum, beni aşırı methetmeyin. Bende sizin gibi anası kuru ekmek yiyen birisiyim”([2]) demiştir.
Riyakârlar ve dalkavuklar tarihin her döneminde bulunmuşladır. Tarihte birçok kötülük bu yüzden olmuştur. Özellikle devlet adamlarına karşı yapılan bu süfli hareketler, pireyi deve, deveyi de dev yapan dalkavuklar, insanları ilahlaştırmışlar, kişileri putlaştırmışlar ve tarihe birçok zalim, cani, gaddar, despot… hediye etmişlerdir.
Eski Yunan tarihçilerinden Sicile’in izahına göre Habeşistan İmparatoru bir kaza geçirip de gözlerinden birini, bir bacağını yahut bir kolunu kaybedecek olursa, dalkavukları ile saray erkânı da aynı gözlerini, aynı bacaklarını veya aynı kollarını derhal kestirip tıpkı imparator gibi kör, topal veyahut kolsuz kalmaları eski bir an’ane icabıymış, dalkavuklar bu derece sadık imişler.([3])
Bu hususta daha ileri giden milletler olmuş, imparator ölünce saray erkânı, özellikle dalkavuklar, meddahlar, onunla beraber diri diri mezara gömülmüşlerdir. Çin’deki Saklı Kent ve Mısır’daki piramitlerden çıkan iskeletler buna delalet etmektedir.([4])
Fazla okuyan bir millet olmadığımız için, insanlarımızdan birçoğu bunu bilmiyor, bu alışkanlığın sadece Osmanlıya mahsus bir uygulama olduğunu zannedip ataları ile ilgili olumsuz sözler söylüyorlar. Yine en az bizim dedelerimiz arasında cari olmuştur. Günümüzde bile nelerin yaşandığına hepimiz şahidiz.
Sultan İbrahim (saltanatı 1640-1648) bir gün Sadrazam Semin Mehmet Paşa’ya; “Eski Sadrazamlar ara-sıra da olsa fikirlerime itiraz ederlerdi, senden hiç böyle bir şey duymadım sebebi ne?” diye sorunca aldığı cevap şöyledir: “Siz yeryüzünün halifesi zıllullahsınız (Allahın gölgesisiniz), sizin hatırınıza ne gelirse tanrı ilhamıdır ve kavlen ve fiilen sizden bi-hude hata zuhur eylemez ki, itiraza mecal bulam.”([5]) Bu ve benzer yağcılıklardan sonra gerçekten Sultan kendini tanrı gibi görmeye başlamış ve kendini öldürtünceye kadar devam etmiştir. Zıllullahi fil âlem, Halifetullahi azam, Halifey-i ruy-i zemin, Zatı Şevketi Hazreti Penahi... gibi mübalağalı sıfatlar kullanılmaya başlanmıştır.([6])
Eskiden bayramlarda, biat törenlerinde sadrazamlar ve diğer üst rütbeli devlet erkânı padişahın elini öperlerdi. lll. Murat’ın cülus töreninde riyakârlık olsun diye Sokollu dalkavukça padişahın eteğini öpünce, bilahare etek öpme âdeti başlamıştır.([7])
Yakın tarihimizde bile, Bazıları İslâm Peygamberi için yazılan Mevlidi Şerif'i günün idarecilerine uyarlamış, Türk milletinin kaderinin tayin edildiği istiklal harbi günlerinde:
Her çehre bize yabancı
Bari sen bir parça acı
Süründürme altın tacı
Bize yardım et Ya Rab!...
Diye yalvaran Kemalettin Kamu’nun savaş sonrası Cumhuriyet döneminde, bir şeyler bekleyerek ve bir akıma kapılarak;
Ne örümcek ne yosun
Ne mucize ne füsun
Kâbe Arap’ın olsun
Bize Çankaya yeter
Diye şiirler yazdığı malumdur.([8])
Osmanlının son dönemlerinde Van da valilik yapan Numan isimli bir zat, padişaha mektup yazar. Kendisinin çok değerli, maharetli, bilgili bir insan olduğundan, daha iyi şehirlere ve görevlere gelmesi gerektiğinden dem vurur ve mektubun altına "Valiy-i Van köleniz Numan" diye imzasını atar. Bir cevap gelmez. Her halde riyakârlıkta cimri davrandık der ve ikinci mektubun altına "Valiy-i Van , hak-i payiniz Numan" (ayağınızın tozu Numan) diye imza atar. Yine cevap gelmeyince işi daha ileri götürür ve üçüncü mektubun altına "Valiy-i Van, defi hacetiniz Numan" diye imza atar, ama tabii ki, bu kadarı da fazla denir ve azledilir.
Dipnotlar:
1- Marko Paşa: Sultan Abdülaziz’in Hekimbaşılığına kadar yükselmiş, Bakanlık yapmış ve
Sultan Abdülhamit döneminde Senato Üyeliği görevinde bulunmuş Rum asıllı bir tabibtir.
2- İbni Mâce, Et’ime, 30.
3- İ. Hâmi Dânişmend, a. g. e. 1/64.
4- Tarih ve Medeniyet Dergisi, sayı, 53/25.
5- Katip Çelebi, “Fezleke” c. 2, s. 239.
6- Ali Fuat Erden, Suriye Hatıraları”, İşbankası Yay. İst. 2006, s. 198.
7- Yılmaz Öztuna,“Büyük Türkiye Tarihi”, Ötüken yay,1977,c.8, s.65.
8- İbrahim Refik, Zaman Gazetesi 16.02.1993.
Yorum Yazın
E-posta hesabınız sitede yayımlanmayacaktır. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişdir.